28 Ağustos 2008 Perşembe

ece ayhan'la söyleşi / mehmet çetin












âbiler sesi tüyler ürpertici bir çığlık olarak bana tam da 1970'de kayseri'den gelip çarpmıştı..

ece ayhan'la söyleşi / mehmet çetin

-ece ayhan şiirinde, bizler hep farklı bir ‘hayat bilgisi’ olduğunu düşünegeldik. şiirinizin varolması ve beslenme kaynakları konusunda özel bir anlam ifade eden bu bilgileri nasıl bir yol ve yaklaşımla edinip, şiire dönüştürdünüz?

- kimi zaman ‘şair değil, tarihçi’ olduğunuzu, ve hatta ‘şiir yazmasaydım balıkçılık yapabilirdim’ dediğinizi hatırlıyoruz. resmi tarihi, dil ve ideolojiyi kendi şiirinizle kırarken, bizler böyle bir ‘tersten okuma’ya giderken, tarihle gündelik olan konusunda -ve şiirinizin kendi serüveni içinde- neler söylemek isterdiniz?

-’devlet ve tabiat ya da orta ikiden ayrılan çocuklar’dan bugüne; devlet o devlet, tabiat o tabiat, varoşlar o varoşlar mıdır? ya, o ‘kürt çiçekleri?’

-şiirinizdeki ‘toplum kötülüğü’ eleştirisi, çoğu kez radikal bir biçimde kendisini gösteriyor. bu yüzden de şiirinizde sürekli bir yıkıcı tarih algısı ve toplumsal eleştiriyle karşılaşıyoruz. yanılıyor muyuz?

-son bir soru; ‘ütopiya’ adlı ‘mevsimlik hayatbilgisi kitabı’mızın ilk sayısının dosya başlığını ‘aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler’ olarak düşündük. dönüp baktığınızda, yazıldığı günden bugüne ‘mor külhani’ ve özelde de bu dize nelere işaret etmeye çalıştı, bir de niye ve özellikle ‘abiler’?


güzel. sorularınız gerçekten sıkı. sonuncu sorudan başlayalım bakalım. ve de işbu sorunun sonundan. yani ki, ‘ters çevirmek’ ya da daha yerinde bir tarihsel kullanışla ‘tersine çevirmek’, yukarı aşağı, kırkbeş-elli yıldan beri, kunt bir alışkanlık konumuna gelmiştir bende.

bilirsiniz; en azından biz’de (ikinci yeni de denebiliyor) SİVİL ŞİİR’de, düşünce yazarken oluşur, oluşuyor temelde. ya da son çözümlemede. (sırası geldi: insanoğlu, bu dünyada biz’e göre oluşmuş ya da olup bitmiş değildir. oluşmaktadır. hatta bugün 1997’de de oluşmayı sürdürmektedir. evet, insanlık, SIKI ŞİİR’e baksa işin sonunda değil, daha başındadır. yeni başlıyoruz!)

acaba, böyle bir amuda kalkmak, bir de buradan da bakalım anlamına mı gelmektedir, gelir? bunu yalnız şimdilik bilmiyorum.
siz örnek mi istiyorsunuz?
alın!
şu:ben, yukarıda dediğim gibi, şu kadar oğlan dönencesi yılı boyunca, bir yazıya ya da bir kitaba, önce onun dipyazılarını okuyarak başlarım açıkçası.

evet, bir çalışmanın gerçekten de SIKI olup olmadığı dibinden anlaşılır ancak. (düşünce kavununu da dibinden parmaklamak gibi adeta. İnsan, belirli bir konuda kuşkuluysa ona parmak atacak; yani kurcalayacak.)

benim, doğrusu ya, gerek SIKI ŞİİR’de olsun, gerekse düzşiirde olsun, her zaman gizli ya da açık çarpanlarım olmuştur. Oldu.

özellikle de LOGARİTMALI ŞİİR’de, düşünce çarpanlarla birlikte de oluşur, kurulur ve ilerler. ayrıca, tabii etki-tepki sorunu var. Neyse.

1970’de geldiğim ya da vardığım ‘âbiler’ sesi dahi bir çarpandır. (ey okur! böylece ilk kez okura sesleniyorum! hayatım boyunca, düşünce mertebelerinin ıssız ve yalnız nerelerine varırsam varayım her daim ebülvefa, 2 babalılar, hallac-ı mansur, nesimi, nadajlı sarı abdurrahman, yunus emre, şeyh bedreddin... gibi (lafın gelişi). türkmen kocalarını benden bir adım önde yürür görürüm, görüyorum).

(ek: biliyorum düşünsel bir yanı yok ve yine kargınacağım ama osmanlı tarihinde kabakçı mustafa’nın, patrona halil’in ve ali suavi’nin kazanmasını isterdim. hiç olmazsa hepsi de sivildir çünkü.)

(çarpan’ın ingilizcesi ‘multuplier’ )e, ne yapalım, her zaman ‘ortak payda’ ya da ‘nesnel karşılık’ (‘karşılık’ın yerine şimdi ‘bağlılaşık’ öneriliyor, peki alttan alta ‘karşılıklılık’ ne olacak) ya da ‘metafor’ olacak değil ya.

Uzuncası, alçak matematik bilenler ya da çok boyutlu uzay geometrileri kuramlarına eğilim duyanlar bile, benim bu ‘çarpan’ lafıyla ne demek istediğimi iyi anlayacaklardır. tabii adam gibi okurlarsa!

(‘çarpan’ın İngilizcesini, enver ercan’ın ece adlı eski eşinden öğrenmiştim, bizim sait faik, orhan veli, cihat burak, nahit hanım çağından, çığırından beri sabahtan açık olma geleneğini sürdüren beyoğlu balıkpazarı’ndaki cumhuriyet meyhanesi’nde. basık tavanlı bir üst kat. aşağısı ağır biracılar ve küçük esnaf için, görüntüsünü aynayla içeri yansıtarak ikinci bir televizyon varmış gibi kılınmış cumhuriyet birahanesi.)

akşam da yaz-kış mor atkısı ve mor çizgili gömleğiyle sıkı ressam (ve de fitret ürgüp, aktedron fikret ve hayalet oğuz gibi ‘mıh gibi yalnız’ ilginç ve özgün öykücü) cihat burak, sokak kedilerine giriş kapısının yanındaki sakatatçıdan pembe ciğer almış olarak; 1992 Eylül’ü.

evet, ne diyorduk ‘âbiler!’ ?bütün türkiye, bütün, sanki yalnız ve yalnız bu sesle anlatılabilirmiş gibime geliyor.artık, istanbul bizans (benden size bir soru: yahu, bir alman’ın notunda yazıldığı gibi, acaba bizim osmanlı, bizans’ta bir sülale değişmesi olmasın gerçekte?) surlarının bir hayli uzağında kalmış kırlık bölgede (siz buna, sözüm ona iyi türkçe adına ‘kırsal bölge’ diyorsunuz nedense. yıllar önce ankara’dayken nurettin sevin biz öğrencilere ingilizce öğretirken kimi zaman ‘tape recorder’le diksiyon dersi örneği de verirdi; ses sınırını, kapasiteni aşarsan sesin tizleşir dikkat! dikkat delikanlım dikkat! gazi mustafa kemal’in 1933’teki 10. yıl hitabı gibi. sinema yönetmeni yutkieviç de çekmiştir... bir tamlama ingiltere adası ingilizcesinde isim tamlaması ise türkçeye yine isim tamlaması olarak çevrilecekmiş sözde. uyduruyorlar. böyle bir dilbilgisi kuralı yok kesinlikle. laf türkçeye pekala sıfat tamlaması olarak da aktarılabilir) kalmış ve delik deşik bir çadırda 12 şopar kardeşiyle aynı çarşafsız döşekte yatmak zorunda kalan bir çingene kıza, genç bir gazeteci yaşını sormuştur. kız da ‘16 âbi!’ der. bunu duyan başı çatmalı ve cıgara sesli bir kocakarı da “burası bağdat caddesi değil! kızlarımız, sizlere inat yine de kızoğlan kızdır.”

(avcılar, köylük-kırlık bir yer iken -ki o zamandan çanakkaleli melahat üç katlı ve mermer kaplı fuhuş işletmesini kurmuştu. polis müdürü necdet uğur’a buluşma evleri yönetmeliği uyarınca beyanname vermemek için salt. bizim anafartalı melahat geçilmez, sapına dek sivildir çünkü. devlete biraz uzak olan jandarma bölgesini yeğliyor. taşaklı kadın olduğu, vurulmadan az önce bile, sahur vakti filan dinlemeden vuran tombalacı ceylan’a chevrolet’sinin önünde ‘hasiktir!’ çekmiştir. sözde ‘pezevenk’ sözcüğü ‘yol gösterici’ anlamına geliyor, gelir!- bir iki ineklik derme çatma bir mandırası olduğundan söz edilerek, onu kapatması istenen adam yeni belediye zabıtası olmuş memurlara “ne yapalım âbiler? şehir istanbul, bizim üzerimize geldi.” demiştir.

yine sözgelimi, üsküdar iskele alanından kavaf işi gıcır gıcır yeni ayakkabılarıyla geçerken bile işsiz çocuklar “boyayalım âbiler!” derler.

ya da şehir hatları vapurlarında üç-beş kuruşa çalıştırıldıkları halde, sık sık değiştirilen garson çocuklar “çaylarımız filizdir âbiler!” diye bağırırlar.

özür dilerim; hayatın tam ortasında olduğu için sizi hayal kırıklığına uğratacak bu âbiler sesi, tüyler ürpertici bir çığlık olarak bana 1970’te kayseri’den gelip çarpmıştı taa. üsküdar’da, beşiktaş iskelesine karşı sultantepe’de, yukarda, yine bir kira evinde oturuyordum. insan zihni, haddimiz değil ama hele o biraz ethik’çi bir şair geçiniyorsa (ve de üstüne üstlük logaritmalı şiirler yazıyorsa), başka türlü katlanır ve işler ve çalışır. yani, bilinen kurallara, yazın’ın, edebiyatın savcıları, kara kamunun maşer-i ruhu olan şiir otoritelerinden, eleştirmenlerin koydukları kurallara hiç uymaz. anarşisttir, ne vize alması? pasaportu dahi yoktur, nüfus kağıdı bile yitmiş gitmiş sayılabilir!

.....
ÂBİLER!’in çıkış yeridir: 1970’de, kayseri’de türkiye öğretmenler sendikası’nın(TÖS) olağan genel kurulu toplanmıştır. ülkücüler nizam-ı âlem adına o salonu basmışlardır. sonra da kayseri sokaklarına dökülüp kimi kırtasiyeci dükkanlarını kitap da sattıkları için yıkıp kırarlar.

o sırada, geceleri pavyonda çalışan bir konsomatris kaldığı otelinden şöyle bir çıkmıştır kaldırıma. ülkücüler o konsomatrisi hemen kıskıvrak yakalarlar. -kaynakları genellikle köyler, beslemeler olan konsomatrisler öylesine ezilmişlerdir ki, kendileri 30-40 yaşlarında olsalar bile 17-18 yaşlarındaki müşterilerine âbi derler-. (cêline gibi, insanın içyüzünü dehşetle görmüş nadir yazarların başında olan dostoyevski’nin, suç ve ceza romanında, zengin tefeci kadının kızkardeşi elizabeta’sı vardır. solgun, hayatta yoksulluktan öylesine ezilmiştir ki kafasına indirilmek üzere havaya kaldırılmış nacak karşısında, içgüdüsel olarak bile kolunu kendini savunmak için kaldıramamıştır.)

evet, ne diyorduk?ülkücüler, onu kıskıvrak yakalarlar ve ibret-i âlem için orada çırılçıplak soymak isterler. konsomatris yalvarır: “âbiler beni öldürün ama bana bunu yapmayın!”

ütopiya mevsimlik hayatbilgisi kitabı 1, kış 1997

http://www.mehmetcetin.info

Hiç yorum yok: