-Murat Gür: "Zamana Çigan" şiirini her okuyuşumda tiyatral bir dans gösterisi geliyor gözümün önüne. Şiirlerindeki bu yalın, ve gizlerle kuşanmış lirizmin köklerinden söz eder mısın, söze bununla başlasak?
-Mehmet Çetin: Şiir, sözünde duruyor, sır kalıyor ..
-Mehmet Çetin: Şiir, sözünde duruyor, sır kalıyor ..
-Peki .. yakın dönemde yayımladığın Taşa Hatıra'daki şiir izleklerinde dağ, taş, kaya, yani bütünüyle bir doğa adeta zamana çarpıyor ve baska bir tarih aralanıyor. Özellikle coğrafyamızda çocuklarımızın elinin uzantısı olan taş, şiirde kendine yurt buluyor gibi. "hiç örseleme dağı taşı, hiç" diyorsun ya, bu coğrafya nereye giderse gitsin şairin sivri tepesi mi?
- "Bu dünyanın insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür" diyordu Adorno. Mesela 'çocuklarımızın elinin uzantısı olan taş'ın bir meramı var ama egemenler buna o çocuk elleri kırılmakla, çocukluklarını zindanlarda soldurmakla yanıt verirken, vicdan ya da şiir bunu nasil ' olağan ' görebilir, anlamak mümkün değil. Ki, egemenlerin şiddetini meşrulaştıran da bu 'olağan' görme hali, yani bu vicdansızlık, yani bu kötürümleşme değil mi zaten? Nasil ki talep edeni olmadıkça hiçbir iktidar sur-git gidemez ise; toplumsal vicdan, ve bu anlamda şiir de kendi dili ve olanaklarıyla 'hayır' demezse, bu 'olağan' görme hali, yani bu meşrulaştırma da amacına ulaşmış olmaz mi?
Trajedi tam da burada saklı, kanımca.