30 Mayıs 2010 Pazar

Mehmet Çetin ile söyleşi: Murat Gür

Şiir, sözünde duruyor; taş oluyor!


-Murat Gür: "Zamana Çigan" şiirini her okuyuşumda tiyatral bir dans gösterisi geliyor gözümün önüne. Şiirlerindeki bu yalın, ve gizlerle kuşanmış lirizmin köklerinden söz eder mısın, söze bununla başlasak?
-Mehmet Çetin: Şiir, sözünde duruyor, sır kalıyor ..
-Peki .. yakın dönemde yayımladığın Taşa Hatıra'daki şiir izleklerinde dağ, taş, kaya, yani bütünüyle bir doğa adeta zamana çarpıyor ve baska bir tarih aralanıyor. Özellikle coğrafyamızda çocuklarımızın elinin uzantısı olan taş, şiirde kendine yurt buluyor gibi. "hiç örseleme dağı taşı, hiç" diyorsun ya, bu coğrafya nereye giderse gitsin şairin sivri tepesi mi?

- "Bu dünyanın insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür" diyordu Adorno. Mesela 'çocuklarımızın elinin uzantısı olan taş'ın bir meramı var ama egemenler buna o çocuk elleri kırılmakla, çocukluklarını zindanlarda soldurmakla yanıt verirken, vicdan ya da şiir bunu nasil ' olağan ' görebilir, anlamak mümkün değil. Ki, egemenlerin şiddetini meşrulaştıran da bu 'olağan' görme hali, yani bu vicdansızlık, yani bu kötürümleşme değil mi zaten? Nasil ki talep edeni olmadıkça hiçbir iktidar sur-git gidemez ise; toplumsal vicdan, ve bu anlamda şiir de kendi dili ve olanaklarıyla 'hayır' demezse, bu 'olağan' görme hali, yani bu meşrulaştırma da amacına ulaşmış olmaz mi?
Trajedi tam da burada saklı, kanımca.

Bu anlamda, hakkaniyetli bir hatırlatmanın olanağı olarak şiirin de diyecek bir sözü var ve bunu demeye çalışıyor ise, poetik anlamda "hayır" demenin olanaklarını hatırlayalım, ısrarla hatırlatalım istiyorum. Yani şiirimizin müdahil olma halinin şimdilerde, mesela çocuklarımızın ellerinin uzantısındaki 'taş' olma halinden geçtiğini düşünüyorum. Belki taşın, yani şiirin de bir bildiği vardır, değil mi?

Ayrıca, dğer duyarlık ve emeklerle birlikte, kimi şairlerimizin 'kolektif şiir' ve emeklerinin iyimserliğe değer olduğunu da unutmayalım isterim.
-Yukarıdaki soruma ek olarak; sözün anonimleşmesi sanatın önemli bir gerçeği olarak "taşı daha da taş" kılıyor. Mesela "alişer efendi ve zarife xatun" oluyor. Sözün anonimleşmesiyle, çokça bahsettiğin kadim hafıza arasında bağlantı var mıdır?

- "Şeyleri adıyla çağıralım" demişti Lenin, öyle yapalım o zaman ; hakikati yoksayan şu aynayı kırmakla işe başlayalım, mesela! Biliniyor, içine doğduğu evrenin bir parçasıydı insan. Doğasına, emeğine, aidiyetlerine, nihayetinde kendine yabancılaştırılmasıyla paramparça oldu. Şiir, buradaki herbir yarayla ilgili olmak kadar, sezgiyle de olsa, buna sebep olanla da ilgilidir. Buna dair de sözü var aynaya; gerçeği, geçmiş ve geleceği gösterdiğini söylerken, 'yalan söylüyorsun; üretim, ilerleme, gelişme adına doğayı ve emeği mülkü gören, talan eden egemenlikçi sistemleri 'meşru' gösteriyorsun, diyor ve demeye devam ediyor. Yani şey'leri adıyla, ama kendi algısı, dili, dillenişiyle, yani, şiirin diliyle çağırmaya çalışıyor. Bunun için de aynanın göstermediği yüzleri görmeyi ve onların 'anonim' sözlerini duyurmayı cok önemsiyor. Açıkçası, tarafı olduğum bu şiirdir ki, çocukların ellerinin uzantısı 'olmakla kalmıyor, gidiyor mesela, dediğin üzre, o ıssızlıkta, o unutuluşta, "alişer efendi ile zarife xatun" oluyor.
Yani şiir, sözünde duruyor; taş oluyor.

Kadim hafızayı da giderek böyle anlamaya başlıyorum sanki; abartarak söylemiş olayım ama evet, belki de taşlara hatıra kalanı duymakla söze başlamak, güne anlatmak gerekiyor.
- "Şiire dönüyorum, unutturulan yere" diyorsun ya, nasil bir unutturma bu, nasil bir saldiri?
-Şiirin, çağımızda nasil bir unutturma ya da saldırıyla karşı karşıya olduğunun kısa bir yanıtı, alıntıladığın dizenin devamında saklı kanımca. Ne deniliyordu orada, "şiire dönüyorum, unutturulan yere (...) komünizm gibi çağdışı edilmiş şiire". Öyle; yani sadece fiili şiddet, işgâl, sömürü, ya da terör yoluyla değil; estetik beğeni, etik değerler, tüketim ve yaşam kültürü bağlamında da hayatlarımıza el koyan kapitalist emperyalizmin asil unutturmak istediği, sınırsız ve sınıfsız bir dünya düşüyle 'baska bir dünyanın mümkün olduğunu 'söyleyen komünizm imgesi, ve bu anlamda şiirdir de, diye düşünüyorum. Çünkü, ve en azından kimilerimiz için, J. Derrida 'nın Marx'ın Hayaletleri'nde dediği gibi; ".. henüz doğmamış olanların ya da zaten ölmüş olanların hayaletleri önünde, siyasal ya da başka türden şiddet uygulamalarının, ulusçu, ırkçı, sömürgeci, cinsiyet ayrımcısı ya da daha başkaca kıyımların kapitalist emperyalizmin ya da her türden totalitarizm biçimlerinin, savaşların kurbanı olmuş ya da olmamış kişilerin hayaletleri karşısında, herhangi bir sorumluluk ilkesi olmaksızın .. " şiir yazılabileceğini, yazılsa da onun, en azından benim özlediğim şiir olmadığı kanısındayım.
-Yani günümüzde şiirlerin genellikle yalnızlığa adanması, soyut imgelerde-kavramlarda, bulanık bağlantılarda kalması, zaman dışılaştırılmaya çalışılması, bu saldırının belki geçici bir süre için başarılı olduğunu mu gösteriyor?
-Ne kadar geçici bilemem ama değişen sadece 'küresel iklim' değil galiba. Yani düşlerin, yani şiirin de iklimi değişiyor sanki. Bu değişimi kabullenmekte zorlansam da, bir durum. Bu anlamda sorunun, 'soyut' ya da 'somut' imge meselesinden de ötede oldugu kanısındayım. Ama ben de 'kötümser olmayı daha iyi bir zamana bırakalım "demekle yetinsem, yani şimdilik?

-Peki ... Ama TASA Hatıra ile birlikte anadilinle de bir şiir kitabı yayımladın: Suredar. Kırmançca bilmediğim için okuyamadım, konuşamadık. Bir baska muhabbete mi diyelim?
-Öyle, bir başka muhabbete, diyelim; teşekkürle ..

Yaşam ve Gelecek Dergisi, Mart 2010, Amsterdam

Hiç yorum yok: