
''KeKeMeCe'' M. Çetin'in altıncı şiir kitabı. ( Ağustos, 2000, Piya ). Daha ilk başta kitabın adı, dikkatleri kendi üzerine çekiyor. Bu adın Ahmet Telli'nin ''keko'' ve ''M.Çetin'' sözcüklerinden türettiğini öğreniyoruz: ''Etno hüzünler ve kekomeçe'' ( Kekomeçe, A. Telli ). Kitabın ilk şiiri, ''KeKeMeCe''yi bir yer ( bölge ) adı gibi duyumsatır: ''burası kekêmeçe ıssızlığı / kurederşi, dokuzyüzellibeş'' ( Yola Düş ). Gerçekteyse buranın tarihsel bir olgunun dile getirildiği bir yer olmadığını, fakat, şairin kendi doğum tarihini kullanarak, uzaklaştırma tekniğiyle şiirlerine bir başlangıç noktası oluşturduğunu fark ederiz. Bu başlangıç noktası şairinde içinde biçimlendiği bir coğrafyadır. Bu coğrafya çocuklarının, bildiğimiz gibi, asıl yarası iki dil arasında doğmanın
neden olduğu ''dil yarası''dır. KeKeMeCe'nin asıl içeriğini bu yara oluşturur:
''Çocuk, diller arasında unutulmuş
çığlıktı ki kekeme kaldı o günden
o güzden bu güne kalırım kekeme''Bu içeriğin tek sözcükle kapakta somutlaşması bir raslantı değildir. Tekniksel kaynağını Nıetzsche'nin ''Şairin dili kekeme olmalıdır.'' sözünden alır. Kitap boyunca da kekemeliğin nedenlerini açıklayarak karşımıza çıkar. Şairin, Niçhe'nin sadece dil felsefesine değil, onun yaşam hakkındaki önerilerini de ( ve bilgi ermişleri olamıyorsanız, hiç değilse savaşçıları olun. Onlardır, bu ermişliğin yoldaşları ve müjdecileri.) kendine kılavuz edindiğini görüyoruz:
''...jazz eşliğinde ışık yangını
hale olup haralenmiş gözlerle
müjde oldum yollarına rüzgarın.''/yola düş).
Onun yaşadığı coğrafya, acılarıyla, unutulmuşluklarıyla ona bu görevi vermiştir. O, herşeyden
önce zorunlu göçlerin oluşturduğu ''iç sürgünlüğü'nün trajedisini dile getirir. Bu dile getiriş terk
edilen yitik dünyaya dönüşlerle gerçekleştirilir:
''ayrılıklarla solan uzak yurdunu soluyorum''M.Çetin terk edilmişliğin, unutulmuşluğun bilincindedir. O, herşeyden önce bu unutulmuşluğa,
terk edilmişliğe karşı çıkar:
''babamdı kovdular işte gelip öldü sürgünde
ben unuttuktan sonra kim hatırlar ki babamı''Bu iki dize ''KeKeMeCe''nin kitap boyunca çeşitlenen tohumu niteliğindedir. Toplumsal olan
trajik olgular bireysel olanın içinde eritilir.
M.Çetin, yaşanılanlarla yaşanacak olanlar arasındaki köprüyü masal tekniğiyle kurar:
''belki rüya idi gece''
''(...)gördüm: güze yürüyen beden içinde
portakal çiçekleri idi açılan bir çift göz
gibi iki okyanus idi yan yana öyle derin''
Bu masal tekniği onu dilin mizahına götürür. Bu mizah, güldürme amacıyla değil de trajik olanın
yanında vurucu bir güç olmakla birlikte okura da rahatlatıcı bir soluk aldırır. Onu yaşamın ağır
yükünden kurtarırken kendisi de kekeme dilin oyununa dönüşür:
''hepimiz ölcez
kalbimizle, hey!''.
''nasıl yanayım sana a aysalak baksan yazıma
öpim senin aşkını a aygörmemişim a aysalak''M.Çetin'deki sesçilik, ritim kaygısıyla değil, imgesel işlevsellikle ilgilidir. Sözcükler, ses
grubu oluştururken şiirin çağrışım alanını genişletir:
''ömrüm geçiyordu ahh ile hah arası
su sesi sır gecesi suss müziği ile
kırdan kırımdan ile kırkımdan''
M.Çetin'de doğa ile doğal olan iç içedir. Sertliğiyle, acımasızlığıyla, güzelliğiyle çizilen doğa
görüntüleri insandan doğaya ya da doğadan insana bir etkileşim içinde anlatılır:
''gece orada çoğalıyor zaten ve ay
düşünce ölümü dağ eteğime''
...''dünya değişmiş ki değişmişim bulutlar değiştikçe''(piya'dra)
Bu etkileşim mitolojik olanla buluşur zaman zaman. Bilindiği gibi doğa vahşiliğiyle, korkunçluğuyla doğaüstü güçlerini de yaratır insan zihninde. Doğanın ıssızlığını, sessziliğini bozan sesler cin-peri düğünlerine dönüşür, korkunç olan güzelleşir bir anda. Biz de bu güzelliği yine bir şiirde noktalayalım:
''kabusumdan çık bir el dokun rüyama
en olmadık yerde bir kavak esintisi
ile turunç kokuları içinden gel
çocukluğa gel kayakınası ol
uzak mezralarda cin-peri
düğünü, belki...''(cin peri düğünü)
Not: Yazarı bilinmiyor. Bilen söylesin:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder