14 Şubat 2014 Cuma

Dilim yine sürçtü: Ali Zülfikar


Baskının bir dayatması da olsa, hegemon bir dili konuşurken bile, kendi dilinin etkisiyle tonlar, ifadeler ve kendini ortaya koyar. Bu yüzden hepimiz Mehmet Çetin gibi kekemece konuşuruz..

ALİ ZÜLFİKAR

İnsan, bir tılsımın eseridir. Bu, annesinin derinliklerinden gelen kokusunu tüm bedeninde hissetmesiyle ilintilidir. Onunla kopmaz bağlar, sarsılmaz iletişimler kurması da bundandır. Tüm insani duyguların mimarı olan anne kucağı, iletişimin köprülerini örer. Ellerinin buram buram kokusu, yaşamın gözeneklerini kıpır kıpır coşturur. Bazen ağlarken, hatta sevinirken yahut hıçkıra hıçkıra söverken dahi, annesinden öğrendiklerinin bile farkına varmadan kendi varlığını kabul ettirir. Bazen soluduklarıyla duygulanır, açlıklarıyla sızılanır. Bazen de sevdiklerini kırmak olsa sonunda, bir davranış kültürü olarak karşımıza çıkar. Bu onun anadilidir.


İnsanlar neden "Kekemece" konuşur?

İnsanın kendini en iyi ifede biçimi ve iletişim aracı olan anadili, yaşam felsefesinin bir bütünselliğidir. Ki, şakaları ve gülüşleri, ağlayış ve haykırışlarıyla bezenen her dil, kendi içinde bir derinlik yakalar. Bu gelişme evresinde farklı zenginliklere evrilen bu canlı kendini geliştirir. Onun içindir ki dil, yaşyan ve her an gelişen canlı bir organizmadır. Bu organizma içinde anadil, bir başka dilin hegomonyasını ve baskısını kabul etmez/edemez de. Kendi varlığına yönelen her saldırıya ve hamleye karşı bir direniş sergiler. Hatta bu dilin üstünlüğüne karşı bir savaşın içinde kendini bulur. Bu savaşın kendisi, kendi gerçekliğiyle kimliği arasındaki bir savaşıma dönüşür ki, bu "kekemece"lik dönemidir. Baskının bir dayatması da olsa, hegemon bir dili konuşurken bile, kendi dilinin etkisiyle tonlar, ifadeler ve kendini ortaya koyar. Bu yüzden hepimiz tıpkı Mehmet Çetin gibi kekemece konuşuruz..

Şiir'in derinliği

Mehmet Çetin kendi yaşam gerçeklerinden vardığı noktayı irdeliyor. Toplumsal varlığı ve kimliğiyle hesaplaşma felsefesinden yola çıkan Çetin, kendine yeni erekler arıyor. Şiirlerine yüklediği anlamdaki imgenin doğurganlığı kendi doğurganlığı, derinlik ise, kuytuluklarda gürleşen kokulardır ki, bu onun çocukluk yıllarında yaşadığı melankolik yaşamın bir gerçekliğidir. Şiirlerini soluyan aşk ve sevda tınılarını devamlı damıtıp, tıpkı şarabın yıllanmışlığı gibi demleniyor. Kendi duruluğunu kendi kekemeliğinden alarak irdeliyor. İşte şiirdeki lirik özellikse burada. Ki, insanlığın kulağına ninniler söylercesine kendi ninnilerini anlamlaştırmasıdır. Şiiri "güzel söz söyleme sanatı" olarak değil, imgelerle yüklü bir farklılığın devinimi olarak yoğuruyor.

'Rüzgar ve Gül İklimi'nden 'Kekemece'ye

Mehmet'in tüm çabaları kendi çocukluk yıllarındaki yalınlık, sadelik ve yumuşaklığı yaklama çabasıdır. Bu çabanın varacağı nokta kendi zincirlerine ve tabularına karşı geliştirdiği acımasız savaşımın kendisidir. Şiir'in kendini ifade ettiği dönemler onun, tarihsel ve toplumsal varlığıyla bağlantılı olarak liritize bir birikim ürünü oluyor. Burada şiire anlamı veren, şaiirin birikimi, kendi zincirlerine karşı savaşımı, dil ile girdiği diyaloğun felsefik etkisi ve yaşamı soluma derinliğiydi. Bu derinleşme zaman zaman sloganik olsa da, kendi varlık koşullarına yoğunlaşmanın ve hesaplaşmasının heyecanıydı. Bu anlamıyla "kekemece" kendi yaşam felsefesini yeniden yoğurmanın, kendine karşı uyguladığı sansüre karşı bir başkaldırıdır. Hatta, "Türkiye" denilen coğrafyadaki etnik halkların yaşadığı gerçekliğin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Şiir ilk okunduğu zaman, sizlerde bazı olayların tatlılığı ters tepebilir. Bu şairin, şiirine yüklediği yöntem farklılığı ve yorum gücü olarak anlaşılmalır. Bu açıdan dikkat edilirse, şairin her şiirinde, duyumsal uğrak okşayışı ve gülümseyişi kendini gösterir.

Mehmet Çetin'in uğrak mekanları

Zaman zaman kendi penceresinin düzlemini varoluş nedeninden bağımsız olarak bir saflık ve sadelik ile süslese de, içinde bulunduğu koşulları hissederek, özgürlüğe olan yolculuğun bir yoğunlaşma biçimidir. Bu anlamıyla, zaman zaman kendi iç çekişmeleri ve sansürlerinin bir sonucu olarak, her zelzelenişin karşısına çıkan farklı bir zelzeleniştir.. "Aşkkıran" da daha global bir kuşatmanın politik süreçlerinden tutalım da, duygusal ve tarihsel süreçlerine karşı, yaşamı zincirlemek isteyen sistemin ideolojik şekillenişiyle yürütülen sert bir tartışmadır. Bu özelliğinden dolayı bazen agresif ve küfür gibi durabilir.

Dillerinin esaretine vuralacak zincir

'Dilin hegemonyası olur mu' demeyin. Yaşamın hegemonyası, dilin ve kültürün kendi özgünlüğü ve varlığından farklı bir kılıfa büründürmek, dil ve yaşamı üzerinde bir yaptırım uygulamaktır. Bu silahı, çıkarlar çatışmasında emperyalist emeller güden her dikta rejimi uygular. Bu açıdan, her bir insanın gizlediği nice güzellikler, her şairin-yazarın sırrını sakladığı nice sözcükler vardır ki, hep satır aralarına gizlenir. Şiirin büyüsü de burada başlar. Yaşam işte bu satır aralarına gizlenir ki, kendi varlığını daha iyi ifade etmek için izleklerin ve söylemlerin içinde imgeleşir. Bu imgeler, bir zenginliğin ifadesidir. Ama, Bu zenginliklere karşı uygulana zulümkar hanedanlıklar, bu gerçekliği gizlemeye kalksa da gücü yetmeyecek. Bu açıdan, insanlık gerçekten "kekemece" bir yaşama doğru yol alsa da, bütün diller sömürge ülkelerin dillerinin etkisi altından kendini kurtaracaktır. Dilsiz, aşksız, geleceksiz birakilan insanın şairliği de tabi ki, kekemeceliktir.

Kekemece'nin farklılığı

'Kekemece' etnik halkların renkliliğine vurulan bir darbenin tüm etkilerini ortaya serme anlayışıdır. Kendi yazgılarıyla gürleşen ve kendi ağıtlarıyla işlenen her insani dokunuşa karşı bir duygu birikimidir. Bu anlamıyla "kekemece" kuşbakışı bakan bir bakışın karşısına, bir varlığın tarihsel varoluşunun nedenlerini ve sonuçlarını çiziyor. Bu gerçekliğin karşısına global kültür erozyonunu koymasıyla da bir başkladırı niteliği yakalıyor. Bu açıdan, sadece verili olan ideolojik hegemonyayı görmemizi sağlamıyor, aynı zamanda bunu besleyenleri zaman izleği içerisinde anlayan ve kavrayan bir ayrışım sürecini de karşımıza çıkarıyor. İnsanın insana, yüreğin düşüne ve güzelliklerin gönüllere yabancılaştıırlma çabası olan postmodern kültür anlayışıyla da bir tartışma yürütüyor. Bu tartışma ağının perdelerini kendi imgeleriyle sorgulayarak sistemin teslim alışlarını deşifre ediyor.

Hiç yorum yok: