Evet, boz bir ayı bal çalmış ve bu nedenle de ‘yağmacı’ ve hatta ‘fırsatçı’ yaftası boynuna asılıp, hakkında ‘vur emri’ çıkarılmış. Böylece, öldürülmesinin hem yasal hem de ahlaki meşruiyeti sağlanmış. Derken, 2 aylık sürekavından sonra avcılar tarafından vurulmuş. Sonra da, 370 kiloluk cansız bedeniyle hatıra fotoğrafı çekilmiş.
Şaşırtıcı mı? Değil; hem de hiç değil!
Ne ‘vur emri’ şaşırtıcı bu iklimde ne de ölü bir beden üzerine ayakla basılarak hatıra fotoğrafı çektirmek. Memleket böyle bir meşruiyet iklimiyle maluldü zaten. Bunu meşrulaştıran zihniyet dünyaları ‘ayı’ ya da ‘düşman’ ayrımı yapmamakta da, sonrasındaki ritüellerde de farklı değil.
‘Vur emri’ verilmeden, yani ‘dur’ ihtarına bile gerek duyulmadan vurmaların yine yaygınlaştığı bu günlerde, özellikle 12 Eylül dönemi muhlifleri, ‘vur emri’yle aranmanın ne anlama geldiğini, yani o anlamda böyle bir ‘sürekavı’nı iyi bilirler. Ben de bildiğimi sanıyorum, hem de derin bir ürperti ve tedirginlikle. Ama kendi maceramı bir an için geçip gitsem bile, ve tanık olduğum nice can yakıcı örneğin de ötesinde, öyle bir ‘vur emri’ ile ‘ev’ yoldaşımın nasıl katledildiğini anımsadığımda..
Boz ayı bal çalmış
Bu nedenle de ‘yağmacı’ ve hatta ‘fırsatçı’ ilan edilmiş.
Oysa, Avrupa’da boz ayının yaşadığı son ülke Türkiye imiş ve bu nedenle de koruma altındaymış. Buna dair anlaşmalar da varmış. Soyu tükenmekte olan türlerin uluslararası ticaretini belirleyen anlaşma hükmünce, yani Convention on International Trade of Endangered Species (CIST) ile de güvence altına alınmışlarmış. Yani Türkiye de bu anlaşmayı imzalamış.
Peki buna rağmen bu ‘vur emri’ ve sürekavı şaşırtıcı mı?
Değil; hem de hiç değil.
Türkiye’nin, altına imza attığı nice uluslararası anlaşmanın gereklerini ne kadar yerine getirdiği, AİHM dolayımıyla ödediği cezalardan bile rahatlıkla izlenebilir. Nitekim, siz bir yandan soyu tükenen türleri koruma altına alacaksınız, onların ticaretine dair ilgili uluslararası antlaşmalara imza atıp taahhütte bulanacaksınız ama aynı zamanda onlarla ilgili ‘vur emri’ çıkartıp sürekavı başlatacaksınız..
Peki buna dair yasal prosedür neymiş; CIST için tek tek her ülke önce ‘av’ kotası alıyormuş. Yani yılda şu hayvandan şu kadarını öldürme izni. Bir an için olsun ‘insanlıktan çıkma’ durumunda bu ‘izin’ inanılır gibi değil, ama her yıl, ne kadar hayvan öldürüleceği ‘bilimsel’ olarak tespit ediliyormuş da..
Boz ayı bal çalmış
Ama Türkiye’nin, 2007’de ayı avlanma kotası yokmuş.
Buna rağmen Çevre ve Orman Bakanlığı (yani sözkonusu olan ilgili kurum Çevre ve Orman Bakanlığı’dır!) evet bu bakanlık, boz ayıları avlama izni veriyor. Ama bu yasal infazın bilimsel fetvasını da Tübitak veriyor. Bakanlık, haklı olarak ‘Tübitak olur verdi, ben de izin’ diyebiliyormuş. Tabii, kota olmadığı halde bu katliama Tübitak nasıl izin verebiliyor o da ayrı bir mesele. Ama durum başka pencereden daha görünür hale de geliyormuş bu vesileyle. Çünkü ‘bilimsel ve bağımsız’ da olsa Tübitak da bu memleketin çıkarlarını öncelemek zorunda. Nasıl? Kimi firmalar, yutdışından gelen sürekavcıları için av partileri düzenliyormuş. Boz ayılar da, yeryüzünde avcıların iştahını kabartan bir av nesnesi imiş. 15-30 bin dolar arası para ödeyen bir ‘avcı’ sözkonusu bu sürekavı partilerine katılabiliyormuş. Ülkede kişi başına düşen milli geliri bilmem kaç yılında kaç bin dolara çıkarma ve daha daha daha gelişme hezeyanıyla egemenler sadece hükümette değiller herhalde; bu milli bir meseledir ve dolayısıyla Tübitak gibi ‘bilimsel’ kuruluşlar da bu milli hamleye katılmak, katkı sunmak zorundadır.
Şaşırtıcı mı?
Değil; hem de hiç değil!
Belki alakasız bir analoji gibi görülecek ama aklıma gelmişken paylaşamadan edemeyeceğim. 1917 Ekim devriminden sonra Sovyetlerde sendikaların rolü tartışılırken, devrimin önderi Lenin, sendikaların Sovyetlerdeki rolünü, ‘işçilerin kendilerini ‘kendi’ devletlerine karşı savunmaları’ şeklinde tarif ederken, Troçki de, diğer pek çok alanda daha özgürlükçü bir söylem kurmasına karşın, bu konuda, sendikaların Sovyetlerdeki asıl rollerinin Sovyet iktidarını güçlendirmek için çalışmak olduğunu söylemişti. Yani kızıl sendikacılık, sınıfın güncel haklarından çok, onun da devleti olan Sovyet iktidarını güçlendirmeyi esas almalıydı, vb.
Boz ayı bal çalmış
Devletin yarı-resmi bilimsel kurumu olan Tübitak da, Çevre ve Orman Bakanlığı da, sorumluluklarından, ulusal ya da uluslararası antlaşmalara attıkları imzalardan ve onların gereklerini yerine getirmekten çok, memleketin çıkarını öncelemek zorundaydı doğal olarak. Öyle de olmaktadır zaten. Bu anlamda, kotası olmasa da, Türkiye’de ayılara dönük sürekavı, 15 Aralık’a kadar sürecekmiş. Bu süre içinde çeşitli illerde 13 adet, dört yaş üzeri, erkek ayı vurulacakmış. Tabii, uzmanlara göre avcının yanında deneyimli bir rehber veya biyolog olsa bile, ayının dişi veya genç bir ayı olup olmadığının anlaşılması çok zormuş, ama olsun..
Boz ayı bal çalmış. Bu nedenle de ‘yağmacı’ ve hatta ‘fırsatçı’ yaftası boynuna asılıp, hakkında‘vur emri’ çıkarılmış. Eski TCK’da mala kasıt suçları, cana kasıttan daha ağır cezai hükümler içeriyordu. Son yıllardaki değişiklikler bunu da içerdi mi, bilemiyorum ama 12 Eylül dönemi devrimci tutsaklarının ilk anladıklarından biri de bu oluyordu içeride. Yani örgüt üyeliğinden 5-10 yıl ceza alırken, diyelim ki o örgütün makbuzuyla bağış toplamış olması ‘gasp’ suçu ile değerlendirilip 20 yılı aşan cezalar verilebiliyordu. Ki Türk Ceza Hukuku’nun mülk koruyucu karakteri, adliye saraylarında ‘adalet mülkün temelidir’ ile tescil ediliyordu zaten, ediliyordur da. Yani yaşam hakkının değil, mülkün temeli olan bir adalet hukuku!
Boz ayı başkasının balını çalmış! Eh, mülk sözkonusu olduğuna göre, katli vaciptir.
Tez zamanda başı vurula..
Boz ayı bal çalmış
Sadece bal çalmakla kalsa..
Ayılarla ilgili ‘tuhaf’ söylenceleri olan bir diyardan da söz etmek isterim biraz. Ayı orada da bal çalmakta, hatta fasulye tarlalarına girmekte, ve daha kimbilir neler yapmakta. Ama bizim oralarda ayılar bir de ‘gelin’ çalarlardı bizden. Ne çok hikaye vardı buna dair anlatılan. Tevatür gibi değil, yaşanmış gibi. Ayının biri, bizim taze gelinlerden birini kaçırmışmış da, inine götürmüşmüş de..
Daha neler!
Ama bundan ötürü ayılarla aramıza bir ‘namus’ meselesi girdiğini, bir kan davası yaşandığını, hele de bu tür gerekçelerle ölüm fetvaları verilip ayılara karşı sürekavı düzenlendiğini hiç mi hiç hatırlamıyorum. Biraz da bundan mı acaba, tuhaf karşılanan bir olay yaşanmıştı yine 2007’de; bir tv programında aynı günlerde yaşanan iki ayrı ayı hikayesi, bir kıyas üzerinden verilmişti. Ağaçtan düşüp belini incittiği için Munzur’da çırpınan bir ayıyı gören insanlar, hemen yardım alıp onu hastaneye kaldırırken, bölgedeki bir başka kentte, insanlar suda çırpınan ayıyı sopalarla öldürmeye çalışıyorlardı. Bu iki farklı davranışı büyük bir şaşkınlıkla yorumlayanlar, genelde kırsalda ve örnek özelinde Dersim’de ayıların bir nevi hane halkından sayıldıklarını bilmedikleri için..
Boz ayı bal çalmış
Evet, boz ayı bal çalmış ve bu nedenle de ‘yağmacı’ ve hatta ‘fırsatçı’ yaftası boynuna asılıp, hakkında ‘vur emri’ çıkarılmış. Böylece, öldürülmesinin hem yasal hem de ahlaki meşruiyeti sağlanmış.
Şaşırtıcı mı?
Değil; hem de hiç değil.
Ama o tuhaf soru yazının en başından beri yakamdan düşmüyor işte; soru amacını aşmayacaksa, ayıp da sayılmasın ama, ayının ‘çaldığı’ bal, babanızın malı mıydı? Yani siz mi yaptınız bu balı?
Yani dere-tepe, yaz-kış, dağ-ova demeden çiçek çiçek dolaşıp bu balı siz mi derdiniz? Nasıl bir mülk edinme halidir bu, inanılır gibi değil.
Değil; hem de hiç değil..
Ezcümle; boz ayı bal çalmış
Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Av ve Yaban Hayatı Daire Başkanı'nın basına yaptığı açıklama: "Yaban hayvanları içinde 'fırsatçı' diye tabir ettiğimiz türler var. Bunlar, insanların malını yağmalıyor ve canına kastediyor. Bakanlık olarak sayıca az ve korumada olan türler içinden insanlara zarar veren hayvanların öldürülmesinden yanayız. Yağmacı üç ayı vuruldu, diğerlerinin peşindeyiz. Bir insan mı ölecek yoksa bir başka canlı mı? Hangisi tercih edilebilir?"
Şaşırtıcı mı?
Değil; hem de hiç değil!
Dünyadaki bütün varlıkları ve zenginlikleri kendilerine bahşedilmiş, sadece ve sadece kendi obur iştahlarına sunulmuş nimet olarak mülk edinen insanlık; insan merkezli bu doğa, dünya, kainat algısından ve alışkanlığından kurtulamadıkça, cinayetlerinin meşruluğu da tartışılamaz oluyor işte.
Öyle..
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder