S.Ali'in sayfa sayfa -ve hayli farklı- hikayelerden oluşan bu yaşayış/tanıklıklarının okura sunulmsı kuşkusuz ki anlamlı.. ya, kimi soruları da başlığa çıkar mıyor mu bu çalışma.. kabul; bu sayfalar sere serpe bir içtenlik, gülümseyiş ya da ansız bir gözyaşı sağnağı gibi, insanın en dolaysız yüzüyle yüz yüze getiriyor bizi.. ne ki, bu sırada bir tedirginliğin oluşmaya başladığı da yadsınamıyor, bu mektuplar gerçekten yayınlanmalı mıydı.. hepsi mi..
Her şeyin başı yaşamak dedi, içeriden seslenirken: Kim bilir dışarısı nasıldır, dedi iççekiş gibi bir İstanbul özlemiyle; Köprüde ıslak kaldırımlarda kadın iskarpinleri sekiyordur... Yağmurun sisi altında şirket vapurları siyah dumanlar çıkarıyordur. Ve herhalde meydanlardaki çukurları bej rengi sular doldurmaktadır. Ah, dışarısı kimbilir nasıldır... dedi tutsağın yaşama tutkusuyla, ve bu duruş biçimiyle tanımladı yaşamını, aşkla..
Ki, boşta gezen bizim gönül kuşuydu. O'nun gönlü.. bu nedenle mi yıllar kadar yar sevdi ömründe; sevdi, kendince.. artık ben de şaşırdım, 15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun aşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum.. dedi çünkü aşk ikliminin boşta gezen gönül kuşuydu O'nun gönlü ve hep vurgun.. aşıktı!
O'ndaki aşkhali;
..dünyada adam olmanın biricik alameti aşıklık, aşıklığın birinci nişanesi de aşık halinden anlamaktı.. ki, kendisi için de en çok bunu istedi insanlardan; dünyada bana ne istiyorsun diye sorsalar hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur, dedi; anlaşılmak istiyorum!
Dahası, anlamak için birinci şart da sevmekti..
O'nun gönül coğrafyasında aşkhali duruşu;
...yalnız bir parça hayal kurmak, azıcık heyecanlanmak ile hall-ü fasl oluyorsa aşk denilmeğe bile layık değil. İnsan Marmara Çırası gibi yanıp tutuşmadıktan sonra aşıklık mı derim ben onaydı.. ve bu nedenle mi ismin yalın, -i,-e,-de vb. halleri, insanın benzer halleri gibi aşkın da hemen her halini yaşadı yıllar kadar yar sevdiği ömrünce.. ve sevgililer toplamı olan bir aşkla sevdi: İnsana, ölümü düşündüğü zamanlarda serin bir rüzgar gibi hayat veren bir aşk. Şiirde 'Ey bir tane sevgilim' dediğim halde orada kastettiğim sevgililer bir tane değildir. Orada bütün sevdiklerim vardır. Sinop Kalesi'nde benim kafama hücum eden karanlık düşünceleri silip götürenleri sevdi, aşkla..
İşte, kendisine parmağının ucunu dahi koklatmadığı halde Frolayn Poder'e aşık olmaktan geri durmadı ya da hariciye memuru olamadığı için kendisine varmayan diğer bir sevgiliye vurulmaktan vazgeçmediğince.. öğrencisi Melahat Muhtar'a aşıklığınca.. Konya, Sinop hapishaneleri ve Ankara'dan mektuplar yazdığı Ayşe Sıtkı'ya da önerdiğiydi bu; Sana son nasihatım: Senin için güzel, derin ve zefk verici bir şey olduğu, sana birşeyler ilave ettiği müddetçe alabildiğine aşık ol! Hiç kimseyi dinleme, hiçbir akıllıca fikre kulak asma, kendini aşka tamamen ver. Fakat aşıklık sana üzüntü vermeğe, seni şefkli çalıştırmaktan uzaklaştırmağa, hayatı sana manasız göstermeğe başlarsa derhal vazgeç.. derse de kendi aşk pratiğinin derinliğinde hayli ince kanayışlar yaşar. Ki, insan Marmara Çırası gibi yanıp tutuşmadıktan sonra ona denilmezdi ya buna işte, hafif bir sızı isterken bile hemen ağrılar sancılar gelir ve o an artık ne bir dost ne bir sevgili, O'nu saran melankoli olurdu artık.. yıkıma an bir yerde yakıcı bir yalnızlıktı yaşadığı. Ne tarafa dönsem, içimde kaynayan şeyleri dökmek için ne tarafa koşşam bir duvarlakarşılaşıyorum.. diyecekti: Adımlarım kimseninkine uymuyor. Herkes beni yolun ortasında bırakıveriyor. Yolun ortasında.. Herkes..
Ne ki O, yine de vurgun; hep ben sana vurgunumdu çünkü deli rüzgarları vardı O'nun, görecek günleri vardı daha ve bu nedenleydi ki aldırma gönül aldırmaydı O'nun gönlü çünkü aşk ikliminin gönül kuşuydu; aşk sonsuzluğuna kanat vurması da kanatlarının en duyarlı yerinden yara alıp kırılması ve uzun uzun sarsılması ya da yeni başlangıçlar için yine yola çıkması da yine insanın aşkhalinceydi.. ve bunu anlamak için birinci şart da sevmekti, sevmek!
Koymaz mısın şu kalbime elini ah, elini.. dediğinceydi aşk;
Koymaz mısın şu kalbime elini ah, elini.. dediğiydi Ayşe; yeryüzünde hiç kimsenin mektubunu beklemediği bir uzun hasretle beklediği, başka hiçbir yerde dosta bunca gereksinimin duyulmadığı yerden, Konya ve Sinop hapishanelerinden, İstiklal Mahkemesi sanıklarından bir yüzbaşı ile esrarkeş bir şakinin birbirinden ayrılığının kalmadığı, şehirden daha kalabalık olan hapishanelerden ve bir de hapishanede bile bu kadar yalnız kalmamıştım dediği hapislikertesi günlerin yıkımından kendisine uzun uzun yazdığı İki Gözüm Ayşe'ydi bu.. Kalemindeki son yeşil mürekkebi olan yazacağı bir mektuba hasretmek istediği Ayşe Sıtkı, Bolu Kadısı'nın kızı, münevverler sınıfından ve S. Ali'ye; Sana en çok istediğim şeylerden bazısını yazayım, dediği 11.8.934 tarihli mektubunda; Bir de Lenin'in karısı olmak, onunla beraber çalışmak, beraber ihtilal yapmak isterdim.. diyebilen, O'nun, seni hep bugünkü gibi seveceğim dediği Ayşe'siydi..
6 Kasım 1931-15 Nisan 1935 yılları arasında Konya ve Sinop hapishaneleri ile hapislikertesinde Ankara'dan 70'e yakın mektup yazdığı Ayşe Sıtkı, O'nun sereserpe, ve olanca çıplaklığıyla, incelikleri ve savruluşlarıyla kalkıp gittiği, içdünyasının tüm fotoğraflarını eleverdiği ve kendisini hemen her cephede paylaşmak istediği, bir evlilik teklifinin bile sarsamadığı derinlikte bir dostluk yaşadığıydı, ve buna da aşkhali demişti ya..
(-Aşk mıydı bu, Nimet? ya da S. Ali'de aşk ana imgesi ve çağrışım imgelerinin tasnifi ne kadar olanaklı.. Bu kitap özeline ve Ayşe Sıtkı ile olan ilişkisine indirgeyerek yoklarsak; Aliye ile evlenmeye karar verdiğinde: Bu dostluğu, hatta evlenmek pahasına da olsa ( yani seninle evlenmek ) feda etmediğimiz belki çok iyi oldudediğiydi A. Sıtkı; ..bu kadar güzel ve iyi ahbaplığa kıyıp öteki kırlangıçlara benzemenin manası var mı.. Bizim evlenmemize imkan yok.. (..) Her şeyden evvel seni evlenmeyecek kadar yakın bulurum kendime diye yanıt aldığıydı.. ya, aşk mıydı bu? Ya da benim anladığım; doğru anımsıyorsam; dostluk, karşılığını bulangereksinmemizdir diye bir yaklaşımı vardı Cibran'ın ve bu mektuplardan haraketle vardığım uğrak; bu ilişkinin, cinsel aşk dışında diğer aşk bildirilerinin çeşitli söylemlerle içselleştiği derinlikli bir dostluk olduğu mu..)
Geçelim..
Toplumcu-gerçekçi Türk yazınının ilklerinden olan S. Ali, dışarıdan/üstten eğilişle değil de insanın içinde durmaya çalışırken; Yaşamın çelişkin birliği içindeki nesnel duruşları sanatsal düzlemde öykü/romanlarında yeniden ürettiğinde, N. Hikmet: Sahici, büyük Türk edebiyatının temel taşlarından birisin. Her kitabın önceden kütlelere verilmiş bir sözü yerine getirmek demektir.. demişti kendisi için, ve kendisi de: Benim kanaatimce sanat insana insanı ve hayatı ve bunların manasını öğretmekle muvazzaftır. Ancak bu taktirde geniş bir kütlede daha çok insani olmak, daha iyi bir hayata varmak arzuları belirir.. diye ifade etmişti sanatsal tavrını. ve ürün kanıtlı bu haklılığa karşın itiraz edilmelidir ki; kuruluş sürecinde Türk edebiyatının temel taşlarından biri olan S. Ali, Anadolu insan coğrafyasına eğemen olamayışta cumhuriyet yazar/aydınında gelenekselleşen karakteristiğin de öncüllerinden olmuştur. Ki, dayatılan Misakı Milli imgesini kabullenmiş ve bu koşullamayı aşamayışta Kemalist duruş biçiminin ilerisine adım atamamıştır.. en azından, Kemalizm ile Sosyalizm arasında aşılmaz duvarların olmadığının söylendiği O yerdedir ki bu aldanış tek tek ilerici yazar/aydınların yanılgılarının ötesinde, daha örgütlü bir duruşu seçmiş olan TKP gerçeğinde kanlı bir aldanış, bir trajedidir zaten. Yığınlar üzerindeki zulmün daha kanlandığı Kürt jenosidine, Doğu'da feodalizmi tasfiye ettiği gerekçesiyle destek verip ona ilericilik misyonu atfeden bir TKP'den sonra, örgütsüz kimi ilerici aydın/yazarların sözkonusu bu aldanışı daha anlaşılabilir ve açıklanabilir bir olgu / olsa da..
SOSYALİST MÜNEVVERLERİN ALDANIŞ SEYİRDEFTERİNDE YENİ BİR SAYFA İÇİN ARA
Anlaşılabilir ve açıklanabilirliğine karşın bu eski, uzun ve kanlı aldanış seyirdefterinin aralanması gerekmektedir. S. Ali gerçeği de kendini açıklamış bir sayfa değildir henüz. Kemalizmin eteğine dolanıp kalması, kimi tutarsızlık ve ürün toplamındaki perspektif zayıflığı bir an için geçip gidilse de; S. Ali'de aşk ana imgesi ve biriktirdiği çağrışım imgelerinin tasnifi ne kadar olanaklı.. demiştik Nimet, yineliyorum; gerçeği olgularda arayacağız diyorsak.. S. Ali, 26 aralık 1932'de Atatürk'e hakaret ettiği savıyla tutuklanıyor. İki Gözüm Ayşe'de yeralan mektupları O'nun yaşamının ve ardısıra, Ankara'daki günlerinin panaromasını doğrudan veriyorsa.. görülen o ki, hapislikertesi -illa da- bürokrasi içinde görev almak istediğinde S. Ali'den eski düşüncelerini değiştirdiğini kanıtlaması isteniyor ve doğrusu ince bir ironinin ötesinde bu incitilmeye ve küçümsenmeye tavır alınmıyor.. dahası, tam da kendisinden istendiği şekliyle kalkıp Atatürk için Benim Aşkım şiirini döşeniyor. Kendisi için yaptığı, nedense kendimi şair olarak kabul edemiyorum değerlendirmesine katıldığım S. Ali'nin bu tutumu belki çaresizlikle gerekçelendirilebilir ne ki bu -Kemalistliğin aşılamamış olması dışında- herhangi bir gerekçenin ardına sığınarak açıklanabilecek bir tutum değil.
Okuyoruz:
Müdiran Encümeni istihdamım (çalıştırılmam) icap ettiğine dair karar verdi, Vekil bu kararı 'Eski zihniyet ve ruhi haletini değiştirdiği sabit olmadıkça istihdamı doğru ve caiz değildir' diye reddetti. Kendisini bir daha gördüm. Bunu nasıl ispat edeceğimi sordum, 'Yazı yazınız' dedi.
Yazdı.
Manzumenin adı Benim Aşkım, ve işte iki dizesi: Kısacası: Gönlümü verdim ulu gazi'ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor
Geçelim..
Daha yana yakılabir beyan-ı hal var sırada:
''Tam bu sırada Vekil Bey'le karşılaştık. 'Ne istiyorsunuz' dedi. 'Efendimizi görmek dileriz' dedim. 'Buyurunuz' dedi. Odasına girdik Bu dördüncü mülakat idi. Yana yakıla bir daha beyan-ı hal eyledik. (..) 'Ben Maarif Vekalet'nin vereceği 25 lira maaşın temin edebileceği refahı başka bir yerden de temin edebilirdim. Fakat bir münevverin devlet teşkilatı haricinde müfit (yararlı) olmasını Türkiye'de imkansız gördüğüm için sizi birkaç keredir rahatsız ediyorum. Yani Maarif'ten iş isteyişimde bir ekmek parası düşüncesi değil, bir memleket düşüncesi amildir.. (..) Hem ben daha ziyade devlet mekanizması içinde çalışmak için yetiştirildim' dedim''
Dedi.
Geçelim..
Örgütlü sosyalistlerin (!) Kemalizme onca yamandığı bir ülkede, sosyalis (!) münevverlerin ya da örgütsüz ilerici yazar/aydınların bunca düzeniçi konumlanışları, kanlanan bir aldanış seyirdefterinin sayfa kabarıklığını yeterince açıklamıyor mu zaten..
*
[Bir de şu: A. Nesin'in, ..hikaye yazmak için yaşayan bir adamdı. Bütün hayatı parça hikayelerdir.. dediği S. Ali'nin sayfa sayfa -ve hayli farklı- hikayelerden oluşan bu yaşayış/tanıklıklarının okura sunulması kuşkusuz ki anlamlı.. ya, kimi soruları da başlığa çıkarmıyor mu bu çalışma.. kabul; bu syfalar sereserpe bir içtenlik, gülümseyiş ya da ansız bir gözyaşı sağanağı gibi, insanın en dolaysız yüzüyle yüz yüze getiriyor bizi.. ne ki, bu sırada bir tedirginliğin oluşmaya başladığı da yadsınamıyor; bu mektuplar gerçekten yayınlanmalı mıydı.. hepsi mi.. o halde; A. Sıtkı'nın eski yazıdan yanlış çevrilerek yayımlanan bazı bölümler olduğunu söyledği, S. Ali'ye yazdığı sözkonusu 17 mektubunun bu kitaba yanlışsız alınarak, karşılıklı söyleşi doğallığı ve bütünlüğünde okura sunulması daha doğru olmaz mıydı Nimet? Bu durumda okurun sözkonusu kitapta yeralan (Sebahhattin Ali-F.Ali / A. Özkırımlı) A. Sıtkı'dan S. Ali' mektuplarla birlikte okunması gerekmiyor mu..]
Öneriyorum.
Piyade yüzbaşı Selahattin'le hüsniye hanımın oğlu olarak doğdu S. Ali, ve onların arasındaki uçurumda büyüdü. İptidailerde okudu, öğretmen okulunu bitirdi ve öğretmenlik yaptı. Burslu olarak Almanya'ya gitti. Yirmili yaşlarda ilk toplumcu-gerçekçi öykülerini yayımladı ve.. sonrası bir bozkır hikayesi belki.. Kemalist koşullanmalardan toplumcu tavıra geçişin sancıları.. kavgayı üstleniş: Düşin ki bu yol yarıda bırakılmaz. Bu yolda yarım adımla da yürünmez. Bir kere yola düştükten sonra, dizlerde derman kalmayıncaya, kalp yorgunluktan çatlayıncaya kadar koşulur.. sonra bir sendeleyiş.. ve az ileride ölüm!
Öldürüldü S. Ali; belki Puşkin okurken sopa darbeleriyle.. ya da sırtında bir kurşun yarasıyla.. işkencede belki.. öldürüldü.. cesedi Sazara mıntıkasında.. Sabahattinin istihbarat örgütleriyle bir işbirliğinin sonucunda öldürüldüğü düşüncesinden sonra, olgular yeniden dizilmeye başladı.. demişti Y. Küçük, böylece gerçek'i yeniden mikurmuş oluyordu (?!)
Gerçeği olgularda aramak mıydı bu.. uyarmak mı, yargılamak mı..
Geçelim.
Son/uçtaki ölümdür bu işte; onbeşlerden bu yana kanıksanan bir ölümdür sanki, eski ve uzun bir aldanış.. servilerin mütemadiyen kendisini uzun ve rahat bir uykuya çağırdıkları, fakat beni yalnız bırakmayın. Beni kendi halimle bırakmayın değilse kalemimdeki yeşil mürekkep bitmek üzeredir.. diye çağrılar çıkaran hatun kişilerin melankolik sevgilisi/mütemadiyen aşığı S. Ali'nin ölüm anıdır bu.. insan zekası ve yüreğinin böylesi insani bir derinlikte kendisini açıkladığı-ve illede onun aşk halinin sereserpe kendini eleverdiği- mektuplar bu yeşil mürekkeple yazıldılar, ve sanki bu çağrıyla; insanın, yalvarmak için bile olsa insana gereksinmesi var.. insanın, sonsuz gereksinmesidir insan.. -değil mi Nimet? İşte, insanın böylesi de dahil tüm halleri..
onbeşlerden bu yana mezarı bile olmayanlarımızdan biridir.
Mehmet Çetin
komün
Mayıs-Haziran 1991, sayı: 12
Mayıs-Haziran 1991, sayı: 12
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder