30 Nisan 2009 Perşembe
ÖYLE, ETNOŞİİR..: Mehmet Çetin
30. poetry internatiol etkinliği bu yıl haziran ortalarında yine Rotterdam'da düzenlenmişti. Zenzibar'dan Moğolistan'a kadar dünyanın değişik ülkelerinden, yine onlarca şair ve dil konuktu bu etkinliğe. Ancak, diller ve şiirler şenliğine dönüşen etkinliğin bu yıl farklı bir boyutu daha vardı. Sadece katılımcılara açık olan ve yine değişik ülkelerden otuz kadar editör, eleştirmen ve şiir yayıncısının konuk edildiği, türkiye'den orhan koçak'ın da katıldığı seminer programı ilginç kimi tartışmalara da tanık olmuştu.
"şiir ve eleştiri" başlıklı seminer gününde herkesin, geldiği ülkedeki şiir ve eleştiri pratiklerine dair yaptığı açıklamalar sırasında, ülkemizdeki şiir eleştirisinin özgül bir yanına daha dikkat çekmek istemiştim. türkiye'de en etkin şiir eleştiri kurumu devlettir, demiştim; yayınlanmış şiirin eleştirisini öncelikle devlet yapar, ve yaptığı eleştiri sonrasında da şiir kitabını toplatmaktan şairini cezaevine göndermeye kadar kimi yaptırımlar uygulayabilir. nitekim, şu günlerde ülkemizde bir şair, (y. odabaşı) yapılan 'eleştiri' sonrasında verilen cezasını infaz etmek için cezaevinin yolunu tutmuş olmalı, vb.
acı bir gülümseme. öyle..
daha acı gülümsemelerimiz de oldu bu coğrafyada; yedi, sekiz yıl öncesidir. izmir, bornova'da bir söyleşideyiz. konuşmamın bir yerinde türkçe şiir yazmama karşın aslen kürt olduğumu, deniyor olmakla birlikte hakkın çeşitli biçimlerde gasbedildiğini ve kürtçe şiir yazma özlemimi dile getirmeye çalışmışım. bu tür cümleleri dilim döndüğünce her yerde kuragelmiştim. ne ki, araya yıllar girmesine karşın, o söyleşide katılımcı olan prof. ahmet necdet, "kendisine soran olmadığı halde m. çetin kürt olduğunu söyledi, .. alıntının kendisini buraya al" diye yazıyor.
öyle, daha acı bir gülümseme..
y. odabaşı'ndan ragıp gelencik, namık kuyumcu ve a. özer'e kadar bir çok arkadaş bu konuda yazdılar. ben sustum, nedense..
kırmançca yazmaya ilk karar verdiğim anı unutmuyorum. II. ordu'daki yargılanmam bitmiş, yirmi yıl hüküm vermişler ve ardısıra ana davamda yargılanmak üzere istanbul'a göndermişler. metris'teyim. ölüm orucu sonrasındaki günler. cezaevi "itirafçılar" "bağımsızlar" "yeşiller" ve "direnişçiler" şeklinde statülere ayrılmış. direnişçilerin don-atlet yaşamaya zorunlu kılındığı sibirya'ya gitmek istiyorum. oraya gidişim engellenmek isteniyor ve bu nedenle hücreye konuluyorum. uzun sorgu/işkence günlerinden ve diğer cezaevlerinden tanıyorum hücreyi ne ki metris'teki hücrede tuhaf bir coşku da yaşıyorum. o hücreden bir ıslık gibi geçen devrimcilerin izleri var orada; sloganlar var, çizgiler ve kan izi..
çocukluğumdan kalan kırmançca klamlar söylüyorum orada, ve ilk kez o duvarlara çiziktiriyorum kırmançca sözcükleri. ardından, kırmançcanın gramerini kendimce kurguluyor günlerce, ve anadilimin sentaksından hatırlayabildiğim sözcüklerine kadar pek çok şeyi zihnime kazıyorum. don-atlet karanlığına atıldığım hücrede doğal ki zihnime yazabilirdim bunları; kırmanca benim için zihne yazılmış bir dildir; zihnime ve yüreğime.. kim an gözyaşı oldu bu, demek isterdim, ama bir söyleşide kürdüm deyişimi bile bir tür deve kiniyle türkçe zihinlerine yazanlar ve ilk fırsatta bunu üstüme kusanlar olduğunu düşündükçe..
öyle, daha acı bir gülümseme..
aralık 1984 yılında metris'in bir hücresinin duvarına birkaç sözcüğünü kazıdığım ve gramerini ilk kez zihnimde kurguladığım kırmançcayla buluşmam sonraki yıllarda sanırım daha olgunlaştı. yakın yıllarda başka arkadaşların bu dile yaptıkları katkı ve yazılı pratiklerin oluşmaya başlaması bu dille yazma çabalarımı kuşkusuz ki daha olgunlaştırdı. ve ben o tarihten bugüne iki dille yazmaya çalışan bir insanım.
yazmakla kalınmadı. dışarıya çıktıktan sonra, içinde durmaya çalıştığımız şiirin etik, estetik ve ideolojik kaygıları sonucunda temmuz 1991 yılında piya'yı kurmuştuk. katılımcılar çoğunlukla türk olmasına karşın kullandığımız ad (piya; birlikte, kolektif anlamında) kırmançcayadı. şiirin a proiri bir muhalifliğine değil, yazılan şiirin besleyeni olan etik/ideolojik tercihlerin muhalif estetik örgütlenişe inananlar olarak, yaşadığımız coğrafyadaki diller üzerinden egemenlikçi ideolojilerle de bir hesaplaşmayı denemek istiyorduk. nitekim, kimi yazılı p;ratiklerimiz ve etkinliklerimizdeki etik tavır alışımız ötesinde, yayın pratiğimizde de bu coğrafyada konuşulan dillerden (kırmançca, lazca, kurmançca vb.) şiirler yayımlamaya özen gösteriyorduk. kitaplardan kunduz düşleri'ne ve son olarak da ütopiya'ya kadar..
öyle, acı bir gülümseme..
yıllardır, şiir yıllıklarıyla karışılaşır dururuz. m. h. doğan'dan böyle bir etik kaygı beklemediğimiz için çok dert etmedik yıllıklarının bu kadar 'türk' durmasından. ne ki, iki yıl önce "şiir coğrafyamız" adıyla, ve yayımlayanların kendilerine 'solcu' dediği, üstelik m. h. doğan'ın yıllıklarının eleştirisi üzerine kurulmuş bu yıllıkla karşılaştığımızda gülümsememiz daha da acılaşmıştı.
öyle, daha acı bir gülümseme..
metodolojik olarak, o yıl yayımlanmış kitaplar dışında, şiir yayımlayan bütün dergilerden seçilmiş şiirlerin yer aldığı bu yıllığa " şiir coğrafyamız" adını uygun görmüşlerdi yayımlayıcılar. olabilir. ama kendilerine solcu diyen, ve m. h. doğan'ı da hegomik/ iktidar talep eden yaklaşımına hayır diyen bu arkadaşlar, en az onun kadar 'türk' ve 'iktidar' kalmışlardı.
"şiir coğrafyamız" adlı seçkinin editörlerinin ellerinin altında, yine bu coğrafyada yayımlanan türkçe dışında (bilgim dahilinde kırmançca, lazca, kurmançca) şiirler olmasına karşın, ne bu şiirlerden bir tekini şiir coğrafyalarına katmış ne de bu dillerle de şiirler yazıldığından söz etme ihtiyacı duymuşlardı.
öyle, daha acı bir gülümseme..
bir coğrafya ki, muhalif/solcu olduğunu söyleyenlerin bile şiir coğrafyası türkçe ile sınırlı kalabiliyor.. 'dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır'ı terennüm etmekten geri durmayan bu arkadaşlar, 'kuyunun dibindeki kurbağa gökyüzünü ancak kuyunun kadar sanır' gerçeğini yeniden ve acıyla hatırlatıyordu..
öyle, bu coğrafyanın muhalifleri ancak 'türk muhalif' olabiliyorsa..
birkaç yıl öncesidir; insan hakları derneği istanbul şubesi'nin insan hakları haftası kapsamında gerçekleştirdiği şiirle 'barış akşamı'ndayız. etkinliğin son bölümünün üst başlığı "etno şiir"! etkinliğin bu bölümünde kırmançca, lazca, kurmançca şiirler, o dillerin müziği eşliğinde okunuyor.. izleyicilerden son derece anlamlı bir katılım alan bu etkinliğin sonunda bir izleyici yaklaşıp; "denebilir ki hayatımda ilk kez 'yaşasın halkların kardeşliği' sloganını atma ihtiyacı duymadım" diyor; "çünkü halklar şiirleriyle sahnede öylesine kardeştiler ki.."
öyle, ince bir gülümseme..
muhalif şiir pratiği her türden egemenlikçi ideolojiden kopuşu gerçekleştirebildiğince özgürleştirebiliyor ise, "bi dakka ya" demenin zamanı bizi geçip gitmemiş mi? diye soruluyor burada: ulusal, sınıfsal, cinsel vb. her türden egemenlikçi ideolojiyle etik/ideolojik bir hesaplaşmaya giremeyen şiir vicdanıyla nereden teslim alındığını ne zaman soracak kendisine, ve dahası kendisini örgütlediği estetik ideoloji..
politik iktidarın yoksaydığı diller ve kültürlere şiir coğrafyası türkçe ile sınırlı 'muhlaif/solcu' kimi pratiklerin geldiği yer kültür bakanlığı himayesi değil mi, diye devam ediyor soru; ve bu bir tesadüf mü acaba? buradan başlayarak, yazar örgütlerinin de kültür bakanlığı gölgesinde küçüldüğü, örneğin muhalif bir pratik olarak ortaya çıkan edebiyatçılar derniğ'nin şimdilerde giderek kültür bakanlığı edebiyatçıları derneği'ne dönüştüğünü görmezden mi geleceğiz, diye uzuyor soru..
şiire dönüyoruz;
öyle, acı bir gülümseme..
bilinir; sistemin kendisini yeniden ürettiği özel alanlardır edebiyat/şiir pratikleri. ve can yakıcıdır ki politikadaki egemen ulus histerisi kendisini edebiyat/şiir pratiklerinde de yeniden üretmektedir. öyle, can yakıcıdır. çünkü sistem şiir coğrafyaları "türkçe" ile sınırlı 'solcular' üzerinden bu yeniden üretimi hayli hız kazandırmış durumda. mevcut edebiyat/şiir ortamı 'türk'tür artık. ve daha da can yakıcısı, bu sadece durum olmakla kalmayıp meşrulaşma eğilimi de taşımaktadır.
"bi dakka ya" demek ve bunu konuşmak zorundayız.
ve ideolojik/etik bir olanak olanak bu coğrafyada konuşulan her dilden yazılan şiiri eşitklerden biri olarak egemenlikçi yaklaşımlara bir karşı soru olarak sormak durumundayız:
öyle, etnoşiir..
konuşacağız bunu, öyle..
9 ağustos'99
Mehmet Çetin
usenima@hotmail.com
http://www.mehmetcetin.info/
foto: i. polatlı
Etiketler:
ahmet necdet,
etno,
etno şiir,
kunduz düşleri,
m.h doğan,
mehmet çetin,
orhan koçak
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder