4 Mart 2010 Perşembe
Can Yücel'le söyleşi/Mehmet Çetin
Değişik
Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız!
Rengi başka, tadı başka.
''Seke seke geldim de,
Seke seke gidiyorum...''
-Mehmet Çetin:''Başka türlü birşey, benim istediğim'' diyorsunuz; şiirinizde ''istediğiniz'' dünyanın nasıl olduğunu söylemiyorsunuz, ama sesiniz hayli gür ve isyankar, sanki nasıl bir dünya istediğini biliyor; bizim de ''hayat bilgimizin'' bahar sayısı, yarına dönük, nasıl bir dünya; ''ütopya ve kolektif birey'' olduğuna göre, şimdi ''nasıl bir dünya istiyorsunuz''.
-Can Yücel: Nasıl bir dünya istediğim sorusuna cevabım, parti programı olacak değil tabii. Benim gördüğüm kadar, insanların birbirlerine daha hakperest, daha sevecen davrandıkları, daha uyumlu yaşayabildikleri, daha doğrusu; sınıfların ve sınırların ortadan kalktığı, insanın birbiriyle, doğayla ve evrenle bir bütünsellik içinde yaşayabildiği bir dünya. Elbette, bir takım geçiş evreleri olacaktır bu dünyanın kurulmasında. Buralarda hatalar olacaktır, bu hataların acıları çıkacaktır. Ama, bizim istediğimiz dünyanın işareti 1848 yılında verilmiştir. Bizim tarihimize bakılırsa, ancak ortada yüzelli senelik bir geçmiş vardır, halbuki karşıtı olan burjuva düzeninin neredeyse bin yıllık bir geçmişi olduğuna göre, bugünkü hataları hiçbir zaman bizim dünya görüşümüzün iflası halinde, sona erdiği biçiminde yorumlanmamalıdır.
-Hep ne istediğimizi söyleriz de, nasıl yapacağımızı konuşmayız. Yine işte o tarihsel soru; ''Nasıl yapmalı?''
-Nasıl yapmalıya gelince; nasıl yapmalı? Ben onu, o kadar durum kötü ki, nasıl yapmalıya değil, ''nasıl halt etmeli'' sorusuyla bağlamak istiyorum. Çok güçtür durum Türkiye'de bugün. Dünyanın gidişatından ötürü güçtür. Türkiye'nin yeri dolayısıyla güçtür. Türkiye'deki faşist birikimin tarihsel ağırlığından dolayı yükümüz büyüktür. Cumhuriyet'in hatalrından dolayı yükümüz büyüktür. Ve mevcut çelişkilerin büsbütün ağırlaştırıldığı hatalardan dolayı işimiz güçtür.
Çok ağır bir durum vardır Türkiye'de. Bunun içinden çıkabilmek için, büyük bir mücadeleye, büyük bir kafa toplamasına, büyük bir muhasebeye ihtiyaç duyan, teorik ve pratik bir atılım gerekir. Bunu yapacak kadrolar şimdilik ortada gözükmemektedir. İşin acıklı olan yanı budur. Ama bunun ne zaman ortaya çıkacağını kimse bugünden kestiremez. Bu kadro, henüz eksiktir.
-Peki, aydınların bu bağlamda sorumluluklarını üstlendiklerini düşünüyor musunuz?
-Hepsi üstleniyor mu, üstlenmiyor mu bilemiyoruz. Zaman zaman üstlenirler gibi oluyorlar, zaman zaman iş sıkışınca... çok dönek çıkıyor aralarından, adeta rüzgâr gülü gibi oradan oraya savruluyorlar. Fikir namusu meselesi gibi evrensel, etik falan.. davalardan bahsetmiyorum ben. Enayilikten bahsediyorum. Bu enayilik aydınımıza, aydınımızın çoğuna sinmiş haldedir. Kaçmayı bir nevi kurtulma zannederler. Halbuki Nazım'ın dediği gibi de, ''kaçtıkça da ölürler''.
-Marx, ''aslolan dünyayı değiştirmektir'' demişti, Rimbaut ise önemli olanın ''hayatı değiştirmek'' olduğunu söylemişti. Hem Marksist, hem Şair olduğunuza göre, önce hangisinden başlamalı, ya da belki de ikisinden önce hangisini denesek, yolumuz ötekine çıkıyor ve diğerine bulaşmadıkça değiştirme edimimiz eksik kalıyor, sanki ütopyaların gerçekleşememesinin altındaki sorun da burada yatıyor, siz ne dersiniz?
-Şiir aslolarak hayatı değiştirmez, yani şu planda değiştirmez, program olarak... strateji değiştirmez, taktik değiştirmez. Şiir sadece olabilecek dünyayı bize anımsatır. Anımsattığı ölçüler içinde yararlıdır.Yoksa, şiirin, doğrudan doğruya dünyayı değiştirici sloganlar bulup, adeta bir formül verip, dünyayı değiştirme gücü yoktur. Ama aydının, okuyanın, hatta kitlenin, daha başka bir dünyanın olabileceğine dair inancını pekiştirerek, o dünyaya ait duygular, duyumlar vererek, şiirin, dünyayı değiştirmede bir payı vardır.
-Öyleyse dünyayı kurtarmayı bırakıp biraz şiirden sözedersek, Can Yücel şiirinin karekteristik özellikleri sizce nedir? Kavgacılığı-Hicvi mi, ironisi-küfürbazlığı mı, estetik formu-dil, kurgu, yapı işçiliği mi?
-İnsanın kendini tanımlaması kadar zordur. Çünkü ben değişik şiirler yazdım. Değişik ölçüler, biçimler kullandım. Ama benim, kendime özgü bir sesim vardır ve ben bunu bilirim, iyi okuyucu da bilir. O, bana ait, bana özgü bir şiir dilidir. Onu zaten, şiir yazarken de hep izlerim. Gençliğimden bugüne kadar yazdığım şiirlerde, büyük değişmeler olmaksızın, benim şiirim, düz bir çizgi izlemiştir.
-Peki şiirinizdeki hicvin bu ağırlığı, alışıldık dilin kırılması ve o şiirsel-küfrün yeri?
-Bu, Türkiye gibi bir ülkede olağan sayılmalıdır. Çünkü sövme, küfür aşağı yukarı, elimizde kalan tek özgürlüktür. Bunu kullanmadan iş yürümez. Ama her dakika küfür edeceğim demiyorum. Benim küfürüm toplumsal küfürdür, kişisel küfür değildir. Ben hiçbir zaman, bir insanı yermek için hiciv yazmadım. Bu yergi, küfür bile değildir, toplumsal çelişkilerin ağırlığından gelen bir sertliktir, dilin sertleşmesidir. Çelişkiler serttir, onları gösterecek tepki de sert olmalıdır. Mesele bundan ibarettir.
-Peki bu küfür meselesi, bir açıdan aslında pek ''erkek egemen'' bir söylem değil mi?
-Erkeğin aczinden dolayı dünyayı kadınların yönetmesi lazım. Düşüncede, duyguda, yazında, erkeklerin başgören aczinden dolayı kadınlar daha çok kendilerini ortaya koymalı.
-Sağcı bir genç, bir gün bana; ''Can Yücel şiirini seviyorum ama, kominist olmasaydı'' dedi, aynı gün solcu bir genç; ''Can Yücel şiirini seviyorum ama, Can Baba bu kadar içip bu kadar çok sövmeseydi'' dedi. Herkesin sevebileceği ama herkesi rahatsız eden bir şiir yazmak, şairinin ''hep iflah olmaz bir çocuk'' olmasının şartı olsa gerek, peki ''çocuk'' kalmanın bedelleri neler?
-Ben pek haylaz bir adam değilim aslında. Hayatımda hep varolan çizgi aynı ağırlıkta sürüyor değil. İpe sapa gelmez bir adam olabilirim ama, çok haylaz değilimdir. Çalışmayı bilirim, evde oturmayı bilirim, bu son yaşlılık günlerimde pek fazla dolaşmam ortada. Haylazlığım, öyle bazıları gibi halktan aşırı bir haylazlık değildir!
-Dünyada ve Türkiye'de şiirin durumu üzerine düşünceleriniz, çağımızda şiirin zamanının dolduğunu da düşünenlere yanıtınız?
-Her dakika söylerler, biz şiir yazmaya başladığımız günlerden beri bu lafı dinleriz. Şiir... İnsanların dünya üzerinde temennileri, istekleri, dünya üzerinde başka türlü bir yaşam dilekleri varoldukça, şiir de varolacaktır. İnsanlar bütünsellik denen şeye sanatla bir uyum içinde girebiliyorlarsa, sanat da varolacaktır. Bu bir ihtiyaç olduğuna göre, bu ihtiyaca cevap veren sanat da ayakta kalacaktır, dolayısıyla şiir de ayakta kalacaktır. Dünyada şiirin bitmesi meselesi, bu bir yanlışlık. Türkiye'de ve dünyada modernist şiir yavaş yavaş gölgeye itilmekte, yerine post-modern bir şiir -bence yanlış- bir akım çıkarılmakta. Avangardist şiir unutulmuş vaziyettedir, yani politik referansları olan şiir, unutulmuş gibi gözükmektedir. Halbuki bugün, çok sade ve avangardist şiirin iyi örnekleri verilmektedir. Şimdi bunları dünyada örneklemede zorluk çekeceğim, bu geniş bir konu. Dünyada bugün, bir yeni şiir akımı, sadeliğin üzerine kurulu ve modernist tecrübelerden de yararlanan, ama onlara tabii olmayan, onların anlaşılmazlık ölçülerine dalmayan, ama aynı zaman da sürrealizmden de yararlanan, sade bir şiir akımı başlamıştır. Bu Türkiye için bir şanstır. Türk şiirinin dünyaya açılması için, bu genel akım iyi bir fırsat tanımaktadır. Asıl güçlük, Türk şiirinin bu anlamdaki avantajını yitirmeden, istikrarla devam etmesindedir, dünyadaki ölçüleri tutturmasıdır. Mesela Fûruğ okuyorsunuz, birdenbire Acem şiiriyle birleştiğinizi görüyorsunuz. Dünya ve Türk şiirine duru bir bakış lazım ki, bu yeni akımın sağlıklılığını kavrayabilelim, aynı zaman sol'luğunu kavrayabilelim!
-Bugün görsel sanatların yükselmesinden, yazılı sanatlar üzerindeki egemenliğinden sözediliyor. Özellikle pop-art ve post-modern sanat anlayışının hakim olduğu günümüz dünyasında her sanat ürünü -daha da çıplak- bir meta olarak algılanıyor. Bu bağlamda da şiir ''para etmeyen bir meta'' olarak yoksanıyor. Yeni yollar mı bulunmalı, yoksa duyguları rafa kaldırıp, yalnız kendimiz için mi şiir yazar hale gelmeliyiz?
-Şimdi iki şey var şekerim, bir tanesi, her zaman şiir az satmıştır burjuva toplumlarında. Teknoloji ise şiiri gerileten bir şey değildir. Bugün, cd-rom'lar, kasetler, televizyon gibi.. teknolojik yenilikler var. Bunlardan destek alınırsa, şiir bugün meydanlara da taşabilecek gelişmelere ulaşabilir. Yalnız şu söylenebilir, dünyada reklam olsun, teknoloji olsun, bunların görsel anlatımlara ağırlık vermeleri yüzünden, şiir gibi güç anlaşılır, anlaşılmasında emek isteyen değerler güme gitmek üzeredir, bu bakımdan bir tehlike vardır. Ama bu tehlike, tiyatroyla, sinemayla, müzikle, başka sanat dallarıyla üretilecek yeni çarelerle halledilebilinir. Öyle ümitsizliğe falan lüzum yoktur. Yeni çareler aramak lazımdır, ve aranıyor. Mesela rap müziği, pekala şiir sayılabilir. Şiir kasetleri çok yaygın olarak kullanılabilir Türkiye'de. Bunun içine müzik, jazz da girebilir... Yani eskisinden kötü değildir durum. Yine de görsel sanatların günümüzde ağır basması inkar edilemez, mutlak bir gerçektir. Bunun hesabını görmek lazım!
-Türkiye'de genç kuşak şairlerin sayısının bu kadar artması ve şiirleri üzerine neler söyleyeceksiniz?
-Bir kere bu kadar büyük baskı şartları geçirmiş bir ülkede şiirin böyle birdenbire patlaması, çok şiir yazılması iyi de, ama bir bakıma da korkutucu sayılabilir. Çünkü seçme azalmaya başlıyor. Onun için şiir eleştirmesinin yerine oturması lazım. Ayıklama sürecinin, hiç acımadan ortaya çıkıp, bu furyayı bir düzene sokması lazım.
-Yeni projeleriniz var mı?
-Kitap çıkaracağız. ''Seke Seke'' diye. Tekrar basımlar. Diğer arkadaşlarla birlikte şiir cd kasetleri hazırlanıyor.
Ütopiya dergisi, bahar'97
http://mehmetcetin.info/
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder