17 Ekim 2012 Çarşamba

Rüzgâr Ve Gül İklimi-İnceleme Yazısı

YAYINLANMAMIŞ BİR ŞİİR KİTABI ÜZERİNE İNCELEME

     Mehmet Çetin- Rüzgâr Ve Gül İklimi

     "beden eriten çığlık öderken ölümkalım günlerine"

     Mehmet Çetin'in kendi el yazısıyla üretip kitap haline getirdiği "Rüzgar Ve Gül İklimi" elime ulaştığında, hemen üzerinde çalışıp bir yazı yazmayı çok istemiştim. Ne var ki henüz yayınlanmamış bir kitap üzerine yazı yazmanın alışılmış bir şey olmaması ilk elden düşündürmüştü beni. Ve bunun zor bir iş olduğunun ayrımında olarak kararımı verdim. Bunun şimdiye değin yapılmış olduğunu pek sanmıyorum. Böyle de olsa, bir kitap üzerine inceleme yazmak için onun ille de basılmış olması gerekmiyordu. Yazma kararını bu bilinçle verdim ve umud ediyorum ki, kitabı henüz yayınlanmamış ancak belli bir yetkinliğe ulaşmış ozanlar kazanmaya yönelik yeni bir geleneğin yazınımıza yerleşmesine de yararı olur..

     Bu, yetkin bir inceleme olacak mı? Emin değilim. Üstelik, ne kadar nesnel ölçütlere yaslanılsa da değerlendirmenin öznel ifadelenişi yadsınamaz. Artı, toplumsal duyarlılığın haklı olarak ivmelendiği bir alandır cezaevi olgusu. Ve cezaevlerinden yükselen çığlıkların, başkaldırı ve çağrıların sesine kavuşan türkülerce sahiplenildiği de gönendirici bir gerçeklik. Şiirle çok yakın ilişkisi olmayanların dahi cezaevlerinden yükselen şiir haykırışlarına yürek-bilinç-beğenilerini sınırsız açık tuttukları da gün gibi ortada. Ancak, anlaşılan o ki M.Çetin kendisine değil ama şiirine böyle bir "haksızlık" yapılmasını istemiyor. Kuşkusuz ki insanımızın  bu güzelliği M.Çetin'i de sınırsız sevindiriyordur. Yine de şiirinin, ne daha çok şiir dışındaki nedenlerle kabullenilip, abartılmasına ve ne de, yine bu nedenlerle yoksanmasını istemiyor. Bu ısrarının "Rüzgar Ve Gül İklimi"nde hayli belirgin olduğunu sanıyorum. Bu durumda, şiiri üzerinde uzun uzun söyleşmek, kendisiyle ve ilgilenen herkesle tartışmak, hem kendisi için ilerletici olacaktır ve hem de, şiire dair estetik sorgulamanın yığınlaşmasına, beğeni gelişkinliğine hizmet edecektir.

     M.Çetin, yazın-sanat'la çeşitli düzlemlerde ilişkisi olanların yabancısı olmadıkları bir imza. En azından son birkaç yıldır gerek Türkiye'de, gerekse Almanya'da yayınlanan kimi yazın-sanat-siyasa dergilerinden tanıdığımız bir ad. Sözkonusu dergilerde ilgiyle izlenen şiirleri dışında; "İçerdekinin Notlarından" aşlığı altında yayınladığı kimi düzyazı çalışmaları, ve özellikle de yakın dönemde yayınlanmaya başlanan "Partizan Sanat/Sanantçı Üzerine Tartışmaya Giriş" başlıklı düzyazı çalışması daha yayınlanan ilk bölümleriyle anlamlı bir ilginin odağı oldu. Ki ülkemizde üzerinde pek konuşul(a)mayan bu soruna ilişkin, üstelik 'zindan' koşullarındaki hayatın ertelenemez savunmasının sıcak günlerinde, açlık direnişleri ve kısıtlı olanaklar içinde böyle bir tatışmayı -şimdilik sınırlı bir çevre içinde de olsa- başlatması kuşkusuz ki apayrı bir anlamlılıktır. Dışardaki düşünsel yaratım ve yaşantının içerden böylesine motivasyonu, M.Çetin'in çok daha kapsamlı bir çabanın ısrarcısı olduğunun izlerini rahatlıkla ele veriyor. Bı ısrarın M.Çetin'le sınırlanamayacağı da düşünüldüğünde, 'içeride' birikenin uzak olmayan bir gelecekte kendini şu ana kadar olduğundan daha büyük adımlarla ifadeleyeceği de anlaşılıyor. Hayatın diğer bir çok cephesinde olduğu gibi, yazın-sanat alanında da bu sarsıcı adımlar çoktan atılmaya başlanmıştı..

     Şiir dışındaki etmenlerin rolüyle, olduğu gibi kabullenilmesi, abartılması ya da yoksanması sonucu şiirine haksızlık yapılmamasının ısrarında gibi gözüküyor demiştim, M.Çetin için. Niye bu ısrar? Yoğun yaşanmışlığa, sarsıcı tanıklığa, zengin tem ve izleklere yaslanan ancak söylemi de alışıldığı üzere fazlaca önemsemeden, ve hatta işin daha kolayına kaçarak şiiri basitlikle vermesi ve ne yazık ki böyle bir durumda da kabullenilme şansı -biraz da dönemin karekteristiği olarak- hayli yüksekten, sadece 'NE' söylendiğinin değil, 'NASIL' söyleyeceğinin ısrarında oluşu, beni en çok ilgilendiren yanlarından biri oldu. Belki bunun yanısıra biraz da diğer 'ayrıntı'lar: Diyelim ki, kitabı boyunca hayata denk düşmeyen bir şiir, bir dize, bir söz.. aradım, ve hayır! Yine tümüyle cezaevlerinde ve altı yılı bulan bir süreçte yazılmış bu şiirlerde niye hiç alışıldık cezaevi imleri ve benzeri izler yok.. aradım, ve hayır! Hayata denk düşen şiiri kendi özgül yaşamı ve koşullarıyla sınırlandırmak olarak anlamamış M.Çetin. Ve kuşkusuz ki kendi özgül yaşam gerçekliğinden duyarlı kesitler vermişse de çoğu kez 'kmer ağrısı peru cephesi filistin sürgünü' vb. çığlıkları kendine daha fazla dert edinmiş. Bunların bir çoğu belki 'ayrıntı' olarak algılanabilir ancak biraz da bu nedenledir ki şiirin ısrarına yaslanarak yazmayı istedim.

     M.Çetin, bu kitabında yeralan ve 1982'lere uzanan şiirleriyle şunu da açıklığa kavuşturuyor ki; yazın-sanat'la, özelde şiirle ilişkisi daha öncelere dayanıyor. 1982-83 tarihli şiirlerinin özgülünde de görüldüğü üzere şiirsel yetkinlik ve estetik kuruluş, kaçınılmaz olarak daha öncesinin şiir birikimine yaslanıyor. Bu durumda ilk kitabını niye geciktirdi? Bu, şiirlerini kitaplaştırma olanağını bulamadığından mıdır yoksa kendisinin bilinçli tercihi mi, buna kesin bir yanıt verememekle birlikte, ve yanılıyor da olabilirim ancak, başka ihtimal etkenlere karşın oslolanın kendi tercihi olduğunu, bu yanıtı yine kitapta yeralan en eski tarihli şiirlerinin olgunluk düzeyinin verdiğini düşünüyorum. Şiirinin kendi dinamiği dışındaki olanaklara bel bağlamayarak, ve böylece ihtimaldir ki çok daha erken popüle olmaya soyunmayarak, böylesine bilince çıkarılmış bir tavrı benimsemiş olması -durum bu ise- önemsenmelidir.

     Her durumda sonuç olarak altı yıllık bir zaman periyoduna dağılan şiirlerini "Rüzgar Ve Gül İklimi"nde biraraya toplamış M.Çetin. 1982-87 kesitindeki şiirlerinin önemlice bir kısmını özenli bir değerlendirme ve rafine etme sonrası bu kitapta dört bölüm disiplinine oturtmuş. Kitabın "KÜLLERE TUTSAK GÜNCE" adlı birinci bölümü, yakıcı bir yaşanmışlığa ve akran ölümlerine, kısmen de bu dolaylardaki sorgulamaya yaslanıyorken; "YÜREK DİYE BİR ÜLKE İÇİN" başlıklı ikinci bölüm ise, ülkesini arayan çığlığın ta kendisinden oluşuyor. Yeryüzünü en güzel yurdu olarak anlayan ozanın, ülkesine dair şiirlenişi yoğun bir anlatım ve duyarlılıkla örülü. Artı olarak, ülkelerine bir başka biçimde uzak düşen sığınmacılar olgusuna birbirini tamamlayan yaklaşımları iki değişik şiirinde ve şiirsel bir yetkinlikle veriyor. Üüçüncü bölümün adı "TARİHE AKRAN" ve alnı ülkesi gibi kanayan dersim gülüşlü anne'ye adanan şiirle başlayan bu bölüm, her acılarına/açlıklarına yüreklerini ödeyen döğüşken annelerin mücadele ve yoğun duygu-yaşamışlıklarından şiirsel kesitlerle devam ediyor; görüş anında 'taçyaprağının', açlık direnişinde 'pir'inin yaşgünü kutlama duyarlık-şiirleriyle kapsam olarak hayli genişliyor. Bölüm aslolarak bu tem ve izleklere yaslansa da, yine 'gül' izleğinin çok güçlü belirginleştiği, en güzel dizelerin birbirleriyle buluştuğu bir bölüm olarak öne çıkıyor. Ve zaten 'direnen gül' izleği M.Çetin'in şiirinde ayrı bir inceleme konusu olarak ele alınmaya değer ve önemdedir ki mutlaka yapılması gerektiğine de inanıyorum. Adını "ŞİİR NOTLARI" koyduğu, kitabın dördüncü bölümünü oluşturan şiir ise, uzun soluklu bir şiire benzemektedir. Ki ancak bu kitaba birinci bölümü alınmış olan "Bursa Günleri Şiir Notları"nın 1985-86 yıllarında yazılan -ve önemli bir ksımı dergilerde yayınlanmış olan- bölümlerini kapsıyor. Devamı olan bölümleri ise M.Çetin'in yeni kitaplarında okumak mümkün olacak. Ve bunun pek gecikmeyeceği de az çok anlaşılıyor..

     Olaya bir bütün olarak bakıldığında; M.Çetin'in dil-söylemde basitlikle yalınlık arasındaki o mükemmel uçurumun ayırdında -şiir kanıtlarıyla- varmış olması özellikle ilgimi çekiyor. Yine, daha önceki söylemlerle belirli bir hesaplaşma içindeki bu dize ve dize ve dil örgütlenişinin, estetik ifadelenişin okuyucu tarafından önemseneceğini, dahası sahiplenileceğini düşünüyorum. Dil-söylem, kurgulama ve kuruluş vb. birçok alanda verili olanla yetinmeme ve bilinçli bir seçimle reddetme ya da benimseme, artı olarak yeniden üretme boyutlu  bu hesaplaşma şiire dinamik bir ısrar taşıyor. Belki biraz da bu arayışın sonucu olarak, kendini kolayca ele veren, sıradan bir şiire karşı koyan M.Çetin; sesli oluş adına bağırıp-çağırmaya ve popülizme, estetik kaygı adına formalizme ve elitizme düşmekten özenle kaçınan bir ozan. Çok kolay anlaşılmayı değil, anlaşılır olmayı kolaylaştıracak şiirsel söylemin yanında saf tutuyor. Bu anlamda isteğine ne ölçüde hayat kazandırabildi, kuşkusuz ki tartışılabilir ve durağan bir olgu da değil bu zaten. Ancak, eldeki çalışmalar gerçeğinde, yalınlıkla basitliğin arasındaki farkı şiirlerine yansıtması açısından dikkate değer bir ozan. Acıların ve direnişlerin en sıcak yerlerinden sınanıp gelen döğüken bir ömre imzasını atmış, yaşananın yoğunluğunu şiirine  güçlü bir içerik olarak seçmiş, ve yine de yaşanmışlıktaki ortak paydanın, ortak duyarlılıklar oluşturması gerçekliğine karşın içerik düzenlemesindeki özgül tercihleri, estetik kuruluş, dil-söylemdeki özgün konumlanışı onu şiirin en sıcak cephelerinde yeralmaya taşımıştır. Bu, ancak ve yine ancak şiirin kendisinin  ödüllendirmesi olarak anlamlanacaktır.

     Şiirinin, sağlıklı bir dünya görüşünün kazandırdığı netlik ve güçlü içerikle kurulu olması, anlam katmanının açık ağırlığı, yine de M.Çetin'i sınırlamıyor. Güçlü bir anlamın ardısıra -ve onun hem gereği hem yeterliliği olan- yarattığı ses olgusuyla tamamlıyor şiirini. Biçim olarak anlamı tamamlayan özgün ve yürekli imgelerle kotarılmış dizeleri zaman zaman kırarak daha farklı bir ses ve kuruluşa ulaşmayı bir çok şiirinde ustalıkla başarıyor.

     "ölümdü bu ülkede eylül.. yüreğin gül kalsın
      vurdular onu gözbebeğindi ve ağlamayı unut
      unut bağışlamayı intihar olur, gün katilin"

     Şiirsel duyarlılığın yetkinlikle ifadelenmesi ve sağlam bir içerikle pekişmesine karşın, kimi sözcükler  söylemde havada kalırcasına ilgi toplar.

     "seslerinde-/- derya-/-hançerlendi-/-yeniden"

     M.Çetin'e özgü bir tavrın örneğidir bu dizeler. Kurarak ulaştığı söyleyişin, egemen söyleme ters olduğu bilinmektedir. Ancak bu söyleyişle yarattığı karşı bir dille sivrilir ve şiirselliği kendi bazında yaratır. Dize krımanın yargılanıp yargılanamayacağı tartışmalarına girmek istemiyorum. Ancak burada asıl önemli olan M.Çetin'in, kendine özgü dize kırışıyla yeni bir yarattığı gerçeğinin vurgulanmasıdır.

     "acı çeken ezilen bir ses var tarihle biriken"

     Yukarıdaki dizelerde ritmi oluşturan sözcüklerin, iç yapısından kaynaklanan ses olgusuyla müziği yakaladığına tanık oluruz. "çeken-ezilen-ses-tarihte-biriken" sözcüklerinin yaslandığı sesli harf -e- harfidir. Sözcüklerin iç dinamiğine yaslanarak yaratılan söyleme biçiminin, M.Çetin'in diğer şiirlerinde de rastladığımız ortak bir özellik olduğunu vurgulamak yerinde olur.

     "...
      işte bu senin nabzın ve kardeş yürektir kadın
      sever gibi kusursuz gülerse tamamlanır insan
      gülüşü aşk, sesi ırmak diye katılsın ağzınıza
      ey yarıminsan, teksesli şarkından artık usan"

     "sever - gibi - gülerse" sözcükleri ilk dizenin sesi yaratan -e- harfi üzerine kurulmuş, "tamamlanır - insan" sözcüklerindeki -a- harfinin egemenliğiyle pekişmiş örnek bir dizesidir. Aynı çözümlemenin diğer dizelere uygulanarak, sesi yaratan ortak seslilerin egemenliğini gözler önüne sermek olanaklı; "nabzın - kadın" sözcükleri, "aşk -ırmak", "yarıminsan - şarkından - usan" dize içi uyaklarıyla sesi yakalıyor.

     "pusulaları kırıp göçü kırlangıçlarla başlatsam"

     sözcüklerinin şiirsel önem kazanmasının nedeni, öteki sözcüklerle arasındaki karşılıklı etkileşim (interaction) ve anlamsal yüktür. Aynı dizenin bir başka bölümünde:

     "pusulaları kırıp başlatsam göçü kırlangıçlarla"

     şeklinde düzenlenmiş olduğu göze çarpmaktadır. Dizelerin içindeki sözcüklerle oynayarak değişik söyleme biçimlerine yaslandığına, bunu yaparken dili zorlayarak farklı bir biçimle okuyucuya ulaştığına tanık oluyoruz.

     Uzun soluklu dizelerin oluşturduğu şiirsel bir yapının bütün özelliklerini görebiliriz şiirinde. Uzun soluklu şiir yazan ozanların zaman zaman düştüğü ses kopukluğu hatasına M.Çetin pek düşmez.

     "gelir mi toygar yüceltisine kanat vuran bekleyişlerim"
     "bir keman teli bir yıkılan ülkenin gülleri ömrümüz"
     "yanar yüzkırkyedi komünarın kurşuna dizildiği duvar"
     "canım ülkem düşen tetik olsun elinde canım"
     "çıplak ve ateşten ve insandan çoğalan ses konuş"

dizelerinin uzun olmasına karşın, müziğini yitirmediği görülmektedir.

     Zaman zaman, sözcükleri egemenliğine olan ozanın, sağlam bir yapılanma için ve şiirsel örgüyü sağlama adına, kelimelerin yerleriyle ustaca oynadığı, eğip bükerek yeni sözcükler yaratmaktan çekinmediğinden sözetmiştim. Yeni sözcükler yaratırken bildik/alışıldık tonlamalardan farklı olarak yeni isim ve sıfat tamlamaları yarattığından da sözetmiştim.

     "ardımsıra susup kaldı, gecelerin ay gözleri"

     Farklı anlamları çağrıştırması ve birden fazla anlam yükleme adına yapılan sanatsal kurguların, içeriği işleyen ve pekiştiren önemli bir etken olduğunu ozanın şiirinde görmekteyiz.

     Zaman kiplerini kullanırken, sık olarak geniş zamana yer verir. Kesinlik özelliği taşıyan söylemin yanında bilgece ulaştığı yorumlamalara da rastlanır. Ancak en belirgin özelliği sesli bir şiir yazdığıdır.

     "anlıyorum ki bazen ölümüne susmalı insan"
     "yalnızlığın, kocası akşamcı bir kadın"
     "her akşam kilitlendiğim iklim olurdu gözlerin"
     aşk bize, gül adı direnmeye yaraştı deriz"

     Seslenişlerin çokluğuna verilen örneklerden görüldüğü gibi, ünlemlerle bezenmiş bir şiirsel yapıya tanık oluruz. Bunun nedenini konunun içinde aramak yararlı olacaktır. Seçilen konuların böyle bir seslenişi gerekli kıldığını ve M.Çetin'in söyleme biçiminden kaynaklandığını kabul etmek zorundayız. Yaşamı yakalama, belleğe aktarma ve sınıflama, imgelemi düzenleyerek bir anlatım biçimine dönüştürme, şiirinin yapısal özelliğidir. Bunu yaparken başvurduğu yüksek sesliliğin, yaratıcılık sürecinin her basamağını ele veren, hayatın diyalektiğine uygun, maddeci bir şiire yöneldiğini söyleyebiliriz. Dahası, bir elştiridir şiiri. Karşı çıkmanın erdemli tavrıyla başkaldırıya dönüşür dizeleri.

     "şakağında ince bir sızıntı, sesin eflatun
      ve kanrengi türkülere kesilmiş dudakların
      ihtilal gülüşü çocuklar taşıyor kimliğini
      katılıp şafağına kavgalrın, susmuyorsun

      sevmek en iyi şimdi.. döğüşmek yine şimdi
      sol yanı göğsümüzün unutmaz bir daha seni"

     Direnmenin ve başkaldırının bir bildiri gibi yürürlüğe sokulduğu bu dizelerin, slogancı söyleme yakın görülmesine karşın, olayın biraz daha farklı bir yerde sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Kitaptaki şiirlerinden olduğu gibi aktardığımız bu dizelerde de imgesel örgünün sıklığı, eğretileme ve çağrışımlarıyla, alışıldık slogancı şiire uzak düşmektedir M.Çetin. "sesin eflatun" gibi tamlamaların soyutlamaya bir örnek olduğu söylense de, şiirin bütününde semantik tutarlılıktan sözetmek apaçık olanaklı. İdeolojik yapısının, partizan konumlanışının, dil tutumunu belirlediği, dünyayı ayıklayıp düzenlediği gibi, dili de düzenlediği ve sağlam bir temele oturttuğu gözleniyor.

     Yukarıda sözünü ettiğim, bir bildiri gibi yürürlüğe sokulan dizeler, mekanik bir kurgulamayla değil, nesnel gerçeklik düzleminden, ozanın kanıyla açlığıyla başkaldırısıyla yaşadığı gerçeklikten yükselen, bu yaşanmışlık ve içtenlikle kimliğini bulan dizelerdir. Ozanın döğüşken -toplumsal- birey konumlanışı, şiirin yaslandığı bir tavır ve özgün sesliliktir. Bu bağlamda, söyleminin yer yer slogansı olabilmesini de yine kendisi bilinçle belirliyor kanısındayım. Dilin bu toplumsal kullanılışının temellendiği yer, birikim ve yaşanmışlığın ısrarıdır biraz da. Kararlılıkla söylediği türküsünü neden kekemeleştirsin, Güncesi, şakaktan sokaklara sızan kan, dağbaşlı ölüm, müebbet idam cezalı yara alan, yine de düşleri, direnişin alnına şiirle yazan, bir çocuğun gülüşü kadar içten ve sıcak ömrün kendini gerektiğinde sloganla -ama mutlaka şiirsel yetkinlikle- ifadelemesi neden karşı duracağı bir şey olsun, Bundandır ki, açık yüreklidir şiir, kendini kaygı sınırlarına teslim etmez. M.Çetin, gerektiğince sesini yükseltebiliyor, çünkü bunu koşullayan bir nesnel gerçeklikten temelleniyor şiiri. Yüksek sesli başkaldırılardan süzülüp gelen bir şiirdir bu. Yine de M.Çetin'in şiirindeki yüksek sesliliği bağırma anında değil; o, bağırılacak şeyin kendini daha anlamlıca belirginleştirdiği, o dolu dolu mükemmel bir bağırma an'ının hemen öncesinde buluyoruz. Aradaki sınır mutlak değildir ancak M.Çetin'in şiirindeki ses birikiminin, bağırma öncesi gerilime, sarsıcı ve tufan biriktirici an'a denk düştüğünü yinelemekte yarar var.

     M.Çetin'in şiirini nesnel gerçekliğin estetik imgelerle sanatsal düzlemde ifadelenişi olarak ele aldığımızda, özel olarak 'cezaevi şiiri' yazmama tavrına karşın,  doğruda ilişkide olduğu yakın, yalın, ve yakıcı yaşanmışlık izleklerine de yaslandığını vurgulamak gerekiyor. Çağa tanıklık, yaşadığı koşul ve duyarlılıkları da sahiplenmesiyle örgütleniyor. Bu, yasaklı -yasaksız görüş günleri, açlık direnişleri, mücadeleler, ayrılık ve hüzünlerle şekillenmiş  koca bir yaşanmışlıktır. Hayatın çeşitli cephelerindeki yoğunlaşmış karşılığı olan yoğun duygu ve emek ürünü şiirleri, yeniden üretim sürecini gerçekleştirdiği okurda da belirli bir zorlayıcılığı daha baştan koşulluyor. Biraz yokuş çıkmaktır bu; soluklanmak, yorulmak ama mükemmel bir haz duymaktır, yalınlıkla da ivmelenen şiirin duyarlı tavrıdır bu.

     "elimi şakağıma bırakır susarım sen konuşursan
      hiç gücenmeden avuçlarına kapanır yalvarabilirim
      babası içeri düşen bir çocuğun gözlerini anlatırsan"

     Cezaevi koşullarının yeşerttiği dizeler bunlar. Lirizmin alabildiğine çarpıcı bir şekilde ortaya çıktığı ve nesnel şartların dayattığı duyarlılığın yansıdığına tanık oluruz. Kendi oğlundan yansıyan özlemi daha güzel dizelerle anlatabileceğini sanmıyorum. Konulara toplumcu açıdan yaklaşmasına karşın, didaktik değil, lirik bir anlatımı yeğlemiştir. Bu da onu kaba bir toplumcu anlayıştan soyutlamış, popülizmle arasına kesin bir sınır çizmiştir.

     Benzetmelerin çarpıcılığıyla yaratılan sanatsal söylem, kelime dağarcığının zenginliğiyle bütünlük içinde görünüyor. Dize kurmadaki başarısını sözcük seçiminde de göstererek, konuyu okuyucuya estetiksel bir bütünlük içinde aktarmakta zorluk çekmiyor. Ancak şiirinin çok kolay kendini ele verdiğini söylemek güç. Çünkü her şiirinde görülüyor ki, farklı biçim arayışlarının peşinde ozan. Bu haliyle de zaman zaman sesi yitirdiği ve zorladığı görünse de özgünlük ve yaratım sürecinin vazgeçilmez tavrı olan biçim arayışlarının zorunlu olduğu ortadadır. Kendine özgü dize kurgusunun, bildik biçim arayışlarına akraba olan ucuzluklara kaçmadan, daha geniş bir üretim sürecinde gerçekleştirebileceğine inanıyorum.

                       ANLAM---------
                                   ---------BİÇİM

     M.Çetin'in şiirinin gelişim döneminde anlamla biçim çatışma halinde ortaya çıkmıyor. Anlamı terkederek biçime sığınma gibi bir eğilimi yok. Bir çok toplumcu/gerçekçi sosyalist ozanın biçimi terkederek anlama yüklenmesi gibi bir ucuzluğa kaçmadan, yeni biçim arayışlarını inatla sürdürmesi, onu diğer ozanlardan farklı bir yere oturtuyor. Biçimle içeriğin diyalektik bütünlüğünü reddetmeden, estetiksel bir bakış açısını şiirine yedirmeyi başarıyor:

     "tanımlar yine adını, alıngan ve usanmaz ağzım
      gülüşü hep tanımaktı seni
      nerden gelir bunca kuş uçuşu sevinçti ey"

     İçeriğin güçlü olduğu yukarıdaki dizelerin çarpıcı tarafı yalnızca söylemek istediği şey midir? Yarattığı söyleme biçimi, ritm, benzetmeler ve imgelemin yarattığı çarpıcı duyarlılık için söylenecek şey yok mudur?

     Görülüyor ki, içerik ve biçimin birliğini yakalamanın şiirin sanat bazında önemi büyüktür. Bu pencereden bakıldığında M.Çetin şiirini hak ettiği yere oturtmanın zorunlu olduğu görülmektedir.

     M.Çetin, "Erken Bir Güz" adlı şiirinde, "unutmadım/o dar sokaklı liman kenti/yüzünü" diyor. Şiirin bu ilk bölümünde, içerik bağlamında fazlaca bir anlam yükü yok. Ancak çağrışım imgeleri, benzetinin çarpıcılığıyla oluşturulan duyarlı, ilgi çekici bir yapılanma var. Şiirin akışı içinde "yanıldım ve henüz yürüdü/yarama kan/kirlendi suretin utançla/tükenişin eylül'e.. düştü" dedikten sonra, "bilirim/bazen/ay çıkar habersiz/yarım kalır firar" dizelerini oluşturuyor. Ve bu dizelerde biçime ilişkin bir ustalık da kendini hemen ele veriyor. Anlamı biçimle pekiştiren-tamlayan bir özellik bu. Ve içinde bulunulan tarih kesitindeki yoğun yaşanmışlıkla ve 'Eylül'ün irdelenmesi sonucunda anlam daha bir bütünlük kazanıyor.  Buna rağmen aktarmacı değil. Ve bu şiirin ilk bölümünde unutmadığını söylediği 'yüz' için "unnuturum o/teslim olan dar sokaklı/sömürge kenti yüzkaranı" diyerek, ödünsüz tavrını son bölümde netlikle dile getiriyor. M.Çetin'de alışkın olduğumuz içten içe patlamalarla örgütlenen ve yükselen ses olayı, yukarıda alıntıladığım bölümlerde, tükenen ve eylül'e düşen yüz'ü unutma biçimiyle de olsa direniş tavrına gönderme yaparken, yerini daha yumuşak bir ses'e bırakabiliyor. Bununla anlatmak istediğim, her şiirin anlamsal kuruluşuna denk düşen bir biçim ve ses olayının M.Çetin'in şiirinde kendini gösteren ayrı bir özellik olduğudur. "Menekşe Kız" adlı şiirinin ilk bölümü de;

     "suları katmış önüne gök kuşağı gözlerin
      sen geliyorsun kıyılar çekiliyor telaşla
      ağlıyorsun küçük kız
      kendi ellerindeki kana boğuluyor cellat
      zindanda koyulaşan bir hasret çoğalıyor"

dizelerinden oluşuyor, ve imgesel olarak yalnızca duyusal planda kalmayan, betimleyici dizeler bunlar. Düşünceyi kıvraklaştıran, harekete geçiren, heyecan yaratan bir yapı taşıyor.

     M.Çetin'in kelime seçiminde duyarlı davrandığını ve kelime dağarcığının zengin olduğunu söylesek de, zaman zaman tekrarlara düşmekten kaçamaz. "ölüm-ülke-eylül-acı-hasret-yürek-katil-çığlık-direnç-şafak-ihtilal-kavga-kalbim-türkü-ayaklanma-dağ" gibi sözcüklere sıkça başvurmuştur. Toplumcu şiirin yıllardır kullanmaktan yıprattığı bu sözcükleri kullanmanın eksiklik olduğunu söylesek de, zengin bir kelime dağarcığıyla kullanılınca pek abartılı durmuyor. Kaldı ki 'slogan' olayında olduğu gibi sözcük kullanımında da kendini herhangi bir nedenle sınırlamayı değil, hayatın ve somut yaşanmışlığın gerçekliğine denk düştüğünce ve dil-söylem'e zenginlik kattığı ölçüde bunları bu tercik sonucu olarak kullanmış olması da mümkün. Ve yine yaşamından yansıyan bu sözcüklerin güncel oanla bütünleşmesiyle ortaya coşkulu bir şiir çıkıyor. Ancak salt bir coşku şiiri de değil. Kitleyi düşündürebilmek, sarsabilmek adına çok boyutlu bir yapılanmada ivme kazanıyor.

     "şarkı hüzünle, ayrılık böyle mi yorumlanır
      yedekçilerin terkedip gittiği bir tekne
      değilse bu ülke"

     Güncelliğin şiirine örnektir bu şiir. 12 Eylül sonrası yoğun olarak yaşanan başka ülkelere iltica vee politik sürgünlük olayına bu şiirinde duyarlıklı bir yaklaşımla kimlik kazandırır M.Çetin. Öznesi 'hasret' olan bir yaşamın insanlarını;

     "uzakta o gurbeti olmayan ayrılığı yaşarken
      uyanır mı gelip giden kırlangıç çığılıyla"

dizelerinde konuşturur. Yoğun duyarlıkla işlediği sığınmacılar olayına bu şiirde önemli bir eleştiri getirmez; dahası sahiplenir ve aslolan da bu sahipleniştir şiir boyunca. Çünkü ona göre;

     "sıcak küldür sığınmacı.. ateşinin uzağında"

     Ve görüldüğü gibi biçim-içerik, imgesel güç ve şiirsellik adına da kitleye yakın, güncel olanda kalıcı bir şiir damarını yakalıyor.

     Ancak bu şiirin, durum değerlendirmesinde belirli bir eleştirelliği de taşıması gerekiyor ozana göre. Bunu, "sığınmacı"nın hemen ardından gelen "Eylül'de Giden"le daha açık yapıyor. Şiirin sonunda

     "gitmen yenilgi değildi zafer olmasan da gel"

çağrısını ve değerlendirişini yapıyor. Bu da onun uzun yıllardır sürdürdüğü haklı mücadelesinin nesnel koşullarında aranmalıdır. Kişisel somut deney ve izlenimlerini, düş ve algılamalarını dile getirirken başarılı olup olmaması önemlidir. Bunu yaparken nesnelden yola çıkarak düşünceye büyük ölçüde ulaşır ve şiir adına önemli bir damar yakalar. Duyarlılığın büyük bir yoğunlukla sarıp sarmaladığı bu dizelerin biçim olarak da kusursuz olduğu söylenebilir.

     M.Çetin şiirinin yaslandığı tem ve izlekler hayli geniş aslında. Bu denemenin bütünü içermesi pek mümkün değil. Yine de, "Direnen Gül" izleği gibi başlı başına bir inceleme konusu  olabilecek "Anne" izleğine ilişkin birkaç not  düşmek istiyorum. Kitabın 3. bölümü, özel duygularından yola çıkan ve mücadele içindeki 'anne' genellemesine varan bir seyir izliyor. Yedi yıl türküsüne gurbet, dersimli gülüşüne hasret kaldığı, gül kururken alnına kan düşen, acem kederi afgan tarihi zindana alışamayan, açlık grevlerinde hep aklına düşen dolores suretli rukiyana; hükümranın gününü elbet ki solduran, kusursuz direnmesi gibi gülümseyen, bu destanı yenilgisiz sözle başlatan, aşk ve incelik nerdeyse hep orda olan anne, anneler gerçeğidir artık. Bu anneler konuşunca kül olacaktır tarihler.. ve ertelenmez buluşmaya gidercesine çıkıp gelen, büyüyen çocuklardan sardunyalar ve fesleğenlerden sözeden, 'bizimkilerden' haberler veren, kucakladıklarında; gülüşü maviyi ve sevinci çoğaltan, 'ey didar.. didar'  ölen döğüşken annelerdir bu anneler. Yaşanan ve sarsan günlerin sıcaklığına denk düşen, bu sıcaklığın içinden başını kaldıran şiirdir yazılan. Ve aynı bölümdeki "Tarihe Akran" şiiri kadın sorununa tavır alarak duyarlı ve derinlikli bir bakış açısı getirir. Bu haklı ses;

     "aşka yaraşan tarihe akran.. başkaldıran" bir sestir.

     Buraya kadar incelediğimiz gibi, M.Çetin'in şiiri karamsarlıktan uzak umutlu, aydınlık bir şiir. Kendine özgü şiir üslubuyla ilgi çekici bir şiir. Marksist estetiğin yantutarlı tavrını şiirine yedirmeyi hedeflemiş, yeni bir söylem adına basitlikle yalınlık arasında kesin bir tavır alabilmiştir. İlk şiir kitabı olmasına karşın -ki henüz basılmış da değil- kolaycı ve ucuz bir tavrı benimsememiş, her şiirinde kavramları ve olguları duyarlılıkla yerine oturtmayı başarmıştır.

     Biçim-içerik dengesiyle üretilen şiirlerinde, anlamdan uzaklaşmadan (ve anlamın gerekliliğini reddetmeden) biçimsel formasyonlar üzerinde ısrarla durmuş, yenilikçi ve üretken bir şiirden yana olmuştur. Bu anlamıyla "RÜZGAR VE GÜL İKLİMİ" çağının tanıklığını yapan, cezaevi koşullarında üretilmiş duyarlı ve özgün bir yapıt. İdeolojik tavrın çokca öncü olduğu ve toplumsal bilincin üst düzeyde ele alındığı  ilerici bir yapı taşıdığı ortadadır. Ve biraz da "Tartışma estetik platformda gelişirse söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktur" diyebilen kaçkınlara, şiirin mimarisi, imgesel ve teknik örgüsü, dizelerin iç kuruluşu, yaslandığı ses, akustiği, nesnel gerçekliğin estetik imgelerle özümsenişi ve yetkin bir şiir olarak verilişi, sağlanan estetik denge, ideolojik/estetik bütünsellikle oluşturulan, hem de yaşanan her cephede sıcağı sıcağına savunulması koşullarında, yantutarlılığı, bu anlamda da şiirin partizan saflanışıyla ve yetkinlikle oluşturulan bir yanıttır. Bu ödünsüz, yoğun duyarlılıklarla oluşturulan incelikli şiirler estetik arayış ve sorgulama bağlamında da önemsenmesi gereken değerdedirler kanısındayım.

     "sevmek en iyi şimdi.. döğüşmek yine şimdi"

diyen, direniş sıcağının şiirini yazan M.Çetin görülüyor ki, önümüzdeki dönemde adından sözettirecek, şiiriyle hak ettiği yere gelebilecek bir ozan. Ve şiiri, ne yeniden üretim sürecine sokulmadan  olduğu gibi kabullenilip abartılmayı ne de yoksanmayı hiç mi hiç haketmiyor. Bu da benim ısrarım..

Hamdi Gedik

Rüzgar Ve Gül İklimi-İnceleme Yazısı

Hiç yorum yok: