Gayrettepe
1. şube.
Giriş kattan sola döndükten sonra kapıların
bulunduğu koridor; çığlıkların, inlemelerin, yalvarıların, yaltaklanmaların,
ihanetlerin, tüm bunlarla birlikte yiğitçe, onurla direnenlerin sesleri kapalı
kapıları kırıyor, koridora oradan sis altındaki İstanbul sokaklarında
yayılıyordu.
Sorgu odalarının karşısında bir duvarın ayırdığı iki tecrit odası vardı. Duvar deliğinden geçirilen bir zincir duvarın iki yanındaki tutuklunun kollarına, kollar havada kalacak biçimde bağlanıyordu.
Tecritte, on iki kişi kadardık. Bazılarımızı kalorifer borularına bazılarımızı ise masa bacaklarına kelepçelemişlerdi.
Sorgu odalarının karşısında bir duvarın ayırdığı iki tecrit odası vardı. Duvar deliğinden geçirilen bir zincir duvarın iki yanındaki tutuklunun kollarına, kollar havada kalacak biçimde bağlanıyordu.
Tecritte, on iki kişi kadardık. Bazılarımızı kalorifer borularına bazılarımızı ise masa bacaklarına kelepçelemişlerdi.
Biz sürekli tecritteydik. Bizim dışımızda işkence için aşağıdan, hücrelerden getirilenleri de tekrar aşağıdaki hücrelere götürene kadar tecritte tutuyorlardı.
Beni, bana yapılanlardan çok, hücreden
getirilenlerin bütün gün süren çığlıkları ve inlemelerini dinlemek perişan
ediyordu.
Gözlerimiz, gece gündüz bağlaydı. Fakat orada
kaldığımdan beri öyle bir ustalık kazanmıştım ki, gözbağımı rahatça gözlerimden
kaydırabiliyor, yine aynı rahatlıkla hiç elimi kullanmadan istediğim gibi
yerine oturtabiliyordum.
Bundan öte, sorguya alınanlara neler yaptıklarını, hangi soruları sorduklarını sorguya alınanların ne karşılık verdiklerini onların yanındaymışım gibi yaşıyordum. Bilinç, hayal duvarını eritiyor, beni, işkencecilerin ve kurbanlarının bulunduğu odaya çekiyordu. Oradaymışım gibi yaşama, hissetme, duyum gelişmişti; Bir çığlık, bir inleme, bir iç çekme her şeyi açıklıyordu.
Sorgudan az önce dönmüştüm. İçim bulanıyordu. Parçalanan ayaklarımın sızısı içime işliyordu. Kafam ağırlaşmıştı, sonsuz bir uykuya geçmek istiyordum. Fakat duvar deliği öyle delinmişti ki, ne oturabiliyor ne de ayakta durabiliyordum. Yarı oturur vaziyetteydim. Vücudun ağırlığı ayaklara ve zincirli bileğe biniyordu. Saatlerce öyle beklemek.. Fakat kendimle ilgilenecek imkânım yoktu. Ya sorguya birini alıyorlardı ya hücreden birilerini getiriyorlar ya da gözaltına aldıkları birilerini açılan tecrit kapısından içeri fırlatıveriyorlardı.
İşte, tecrit kapısı yine açıldı. Kimi alacaklar? Yoksa yeni birini mi getirdiler?
Bu defa kimseyi almadılar. Polisin hakaret ve küfürleriyle birlikte bir grup kadın doldurdu tecriti.
Bir kaç dakika sonra Şişli Hürriyet tepe Hemşirelik Okulundan getirildiklerini öğrendik. Gözleri bağlıydı. Yüzlerini duvara döndürmüşlerdi. Hakarate uğramışlardı. Panik içindeydiler. Polis onları bırakıp gittiği halde ağlıyor, bir işe yarayacakmış gibi, yemin billah bir suçları olmadığını tekrarlıyorlardı.
Az sonra birer ikişer sorguya alınmaya başlandılar. Tekmeler, yumruklar insafsızca iniyor, çıplak ette şaklayan sopa kadınların çığlıklarına karışıyor, tecriti dolduruyordu. Hançerelerini yırtarak öyle bağırıyorlardı ki. Tarifsiz bir işkence aracının altındaymışım gibi acı duyuyordum. Ve bu durdurma gücüm yoktu. Kemiriyor, tırmalıyor, içimi yırtıyordu.
Bağırıp çığlık atan kadınların içinden birinin çığlığı hepsinin feryadını bastırıyordu. İnce, tiz sesiyle duvarları paralıyordu. Boğazlanan hayvan gibi boğuk boğuk inliyor, arada bir, “Yapmayın. Ben daha kızım. Ben daha çocuğum, diye çığlıklar atıyordu. Ağzını kapatıyor, boğazını sıkıyorlardı. Kız, boğuşuyor, çırpınıyor, küçücük elleriyle karşı koyuyordu. Sesler birine karışıyor, kızın tiz çığlığı, "Yapmayın, "diyor. "Ben daha çocuğum. Yapmayın...” Aynı içe işleyen sesiyle, "İmdaaat! İmdaaat,” diye bağırıyordu.
Bundan öte, sorguya alınanlara neler yaptıklarını, hangi soruları sorduklarını sorguya alınanların ne karşılık verdiklerini onların yanındaymışım gibi yaşıyordum. Bilinç, hayal duvarını eritiyor, beni, işkencecilerin ve kurbanlarının bulunduğu odaya çekiyordu. Oradaymışım gibi yaşama, hissetme, duyum gelişmişti; Bir çığlık, bir inleme, bir iç çekme her şeyi açıklıyordu.
Sorgudan az önce dönmüştüm. İçim bulanıyordu. Parçalanan ayaklarımın sızısı içime işliyordu. Kafam ağırlaşmıştı, sonsuz bir uykuya geçmek istiyordum. Fakat duvar deliği öyle delinmişti ki, ne oturabiliyor ne de ayakta durabiliyordum. Yarı oturur vaziyetteydim. Vücudun ağırlığı ayaklara ve zincirli bileğe biniyordu. Saatlerce öyle beklemek.. Fakat kendimle ilgilenecek imkânım yoktu. Ya sorguya birini alıyorlardı ya hücreden birilerini getiriyorlar ya da gözaltına aldıkları birilerini açılan tecrit kapısından içeri fırlatıveriyorlardı.
İşte, tecrit kapısı yine açıldı. Kimi alacaklar? Yoksa yeni birini mi getirdiler?
Bu defa kimseyi almadılar. Polisin hakaret ve küfürleriyle birlikte bir grup kadın doldurdu tecriti.
Bir kaç dakika sonra Şişli Hürriyet tepe Hemşirelik Okulundan getirildiklerini öğrendik. Gözleri bağlıydı. Yüzlerini duvara döndürmüşlerdi. Hakarate uğramışlardı. Panik içindeydiler. Polis onları bırakıp gittiği halde ağlıyor, bir işe yarayacakmış gibi, yemin billah bir suçları olmadığını tekrarlıyorlardı.
Az sonra birer ikişer sorguya alınmaya başlandılar. Tekmeler, yumruklar insafsızca iniyor, çıplak ette şaklayan sopa kadınların çığlıklarına karışıyor, tecriti dolduruyordu. Hançerelerini yırtarak öyle bağırıyorlardı ki. Tarifsiz bir işkence aracının altındaymışım gibi acı duyuyordum. Ve bu durdurma gücüm yoktu. Kemiriyor, tırmalıyor, içimi yırtıyordu.
Bağırıp çığlık atan kadınların içinden birinin çığlığı hepsinin feryadını bastırıyordu. İnce, tiz sesiyle duvarları paralıyordu. Boğazlanan hayvan gibi boğuk boğuk inliyor, arada bir, “Yapmayın. Ben daha kızım. Ben daha çocuğum, diye çığlıklar atıyordu. Ağzını kapatıyor, boğazını sıkıyorlardı. Kız, boğuşuyor, çırpınıyor, küçücük elleriyle karşı koyuyordu. Sesler birine karışıyor, kızın tiz çığlığı, "Yapmayın, "diyor. "Ben daha çocuğum. Yapmayın...” Aynı içe işleyen sesiyle, "İmdaaat! İmdaaat,” diye bağırıyordu.
Polisin
vahşi, tehdit dolu sesi, kızın hırıltısı, boğazlanıyormuş gibi, duyuluyordu.
Üzerine gelmekte olan polislere tekmeler savuruyordu. Boğuşma bir müddet sürdü.
Kız, artık karşı koyacak kuvveti kendinde bulamıyor, çığlıklar, atamıyor,
yalvarıyordu. Abi’ler. Ellerinizi öpeyim yapmayın. Yapmayın abiler. Allah
aşkına… Allah aşkına… Yapmayın. Anne… Anneciğim… Allah aşkına yapmayın... Siz
baba değil misiniz.. Sizin çocuğunuz… Sizin çocuğunuz... Sizin çocuğunuz… Sizin
çocuğunuz…”
Kızın ne çığlıkları ne yalvarıl arı ne
gözyaşları. Bütün değerlerini yitirmiş bu hayvanları yapmak istediklerinden
alıkoymadı.
Aradan ne kadar zaman geçti? Bilmiyorum. Dalmış gitmiştim. Polislere ölüm, ölümlerin en vahşisini düşünüyordum. Düşündüklerim bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Fakat yine de az yaptığımı düşünüyordum. Bunlara ne yapmalı? Ne yapmalı ki, çektirdiklerinin acısı çıksın, yaptıklarının bedelini ödesinler. Karıları, kızları vardır elbet. Fakat onların suçu ne? En iyisi ırzına geçilenlerin ellerine teslim etmek. Fakat bu adil olmaz. Bir dakikada parçalayıverirler. Ne yapmalı , ne yapmalı? Birden kendime geldim. Aman allahım ben neler düşünüyorum? Düşündüklerimden çok yanı başımda birinin ağlamasıyla sıyrıldım düşüncelerimden.
Az önce sorgu odasındaki kızdı. Ağlıyordu. İçini çeke çeke, her şeyini kaybedenlerin çaresizliğiyle ağlıyordu. Gözbağımın altından baktım. Çok yakınım da oturuyordu. Daha doğrusu elleriyle yüzünü kapatmış, başını duvara yaslamış çömelmişti. Birkaç saniye onu inceledim. Son bir hıçkırıktan sonra ağlamayı kesti. Bir süre kımıltısız kaldı. Şimdi, ölümü düşünenlerin korkunç suskunluğuyla arada bir gücenik gücenik soluyordu. Birden başını bana doğru kaldırdı. Kırk yıllık ahbabım gibi ve başım ağrıyor, bir aspirin ver, der gibi;
Aradan ne kadar zaman geçti? Bilmiyorum. Dalmış gitmiştim. Polislere ölüm, ölümlerin en vahşisini düşünüyordum. Düşündüklerim bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Fakat yine de az yaptığımı düşünüyordum. Bunlara ne yapmalı? Ne yapmalı ki, çektirdiklerinin acısı çıksın, yaptıklarının bedelini ödesinler. Karıları, kızları vardır elbet. Fakat onların suçu ne? En iyisi ırzına geçilenlerin ellerine teslim etmek. Fakat bu adil olmaz. Bir dakikada parçalayıverirler. Ne yapmalı , ne yapmalı? Birden kendime geldim. Aman allahım ben neler düşünüyorum? Düşündüklerimden çok yanı başımda birinin ağlamasıyla sıyrıldım düşüncelerimden.
Az önce sorgu odasındaki kızdı. Ağlıyordu. İçini çeke çeke, her şeyini kaybedenlerin çaresizliğiyle ağlıyordu. Gözbağımın altından baktım. Çok yakınım da oturuyordu. Daha doğrusu elleriyle yüzünü kapatmış, başını duvara yaslamış çömelmişti. Birkaç saniye onu inceledim. Son bir hıçkırıktan sonra ağlamayı kesti. Bir süre kımıltısız kaldı. Şimdi, ölümü düşünenlerin korkunç suskunluğuyla arada bir gücenik gücenik soluyordu. Birden başını bana doğru kaldırdı. Kırk yıllık ahbabım gibi ve başım ağrıyor, bir aspirin ver, der gibi;
“Kendimi nasıl öldürebilirim,” diye sordu.
Polisin elinden olmadıktan sonra 1. şubede kendini öldürmek zor, hatta imkânsızdır. Bunu deneyenler olmuş, başaramamıştı. İkincisi , böyle istekleri kanıksamıştım, ya da kanıksamış olacağım ki:
"Bilmiyorum,” dedim.
Onun kıpırdadığını , bana doğru biraz daha yaklaştığını hissettim. Körebe oynar gibi bir elini havada gezdiriyordu. Bir kaç saniye içinde duvara zincirIi kolumu tuttu. Parmaklarıyla yoklayarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra boşta olan elimi aradı. İki eliyle kendisine doğru çekti. Kararlı bir sesle:
Polisin elinden olmadıktan sonra 1. şubede kendini öldürmek zor, hatta imkânsızdır. Bunu deneyenler olmuş, başaramamıştı. İkincisi , böyle istekleri kanıksamıştım, ya da kanıksamış olacağım ki:
"Bilmiyorum,” dedim.
Onun kıpırdadığını , bana doğru biraz daha yaklaştığını hissettim. Körebe oynar gibi bir elini havada gezdiriyordu. Bir kaç saniye içinde duvara zincirIi kolumu tuttu. Parmaklarıyla yoklayarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra boşta olan elimi aradı. İki eliyle kendisine doğru çekti. Kararlı bir sesle:
"Sen, "dedi. "Sen, bu işi
yapabilirsin...”
Birkaç saniye hiç ir şey hissetmedim. 0 an benim için hafızamın donduğu andı. Onun elimi kuvvetle sıkıp kendine çekmesiyle algılayabildim söylediklerini. İrkilerek çektim elini. Parmaklarım onun boğazındaymış gibi buz kesmişti her yanım. Fakat elimi iki eliyle öyle kuvvetli yakalamıştı ki, kurtaramadım. İki eliyle elimi tutuyor, "Bu el beni öldürür, neden yapmıyorsun, " der gibi sıkıyordu.
Yaşadığımız toplumun en iğrenç, çürümüş kurumuydu burası. Yirmi altı günden beri buradaydım. Yüzlerce, binlerce insan aşağılanarak, onurlarıyla oynanarak, kendisinden nefret edecek hale getirilerek gönderiliyordu buradan. "Bundan sonra şahit olacağım hiçbir şey beni etkilemez, "diye düşündüğüm çok zaman olmuştu. Fakat her defasında insanların uğradıkları yıkım alt-üst ediyordu beni. Fakat hiçbiri küçücük elleriyle elimi tutup, “Beni öldür! Beni öldür!” diyen bu kız kadar sarsmamıştı beni.
Başıma geleceklere aldırmaksızın gözbağımı açtım. Karşımda ondört-onbeş yaşlarında, çelimsiz, uğradığı saldırıdan perişan düşmüş bir çocuk vardı. Gözbağının altından yürüyen yaş yüzünü ıpıslak yapmıştı. Arada burnunu çekiyor, titriyordu. Boynuna sarıldım. Zayıf, çelimsiz kollarıyla bana sarıldı. Yüreğinin vuruşunu, bütün bedeniyle titreyişini duyuyordum. Bana öyle sarılmıştı ki. Aradığı şefkati gösterememenin çaresizliğiyle gözyaşlarımı onunkine katmıştım. Onu o anda hiçbir söz yatıştırıp, sakinleştiremezdi. Şu dakika da tecritte çıt yoktu. Bana öyle geldi ki, işkence odalarındaki faaliyetlere de ara vermişlerdi. Biz, birbirimize sarılmış ağlıyorduk. Kız, başını koltuğumun altına arada bir, "Bana neler yaptılar. Bana neler yaptılar, "diye inliyordu. Duygularımın gevşediğini hissettiği an, "Öldüreceksin, değil mi?” diye soruyordu.
Birkaç saniye hiç ir şey hissetmedim. 0 an benim için hafızamın donduğu andı. Onun elimi kuvvetle sıkıp kendine çekmesiyle algılayabildim söylediklerini. İrkilerek çektim elini. Parmaklarım onun boğazındaymış gibi buz kesmişti her yanım. Fakat elimi iki eliyle öyle kuvvetli yakalamıştı ki, kurtaramadım. İki eliyle elimi tutuyor, "Bu el beni öldürür, neden yapmıyorsun, " der gibi sıkıyordu.
Yaşadığımız toplumun en iğrenç, çürümüş kurumuydu burası. Yirmi altı günden beri buradaydım. Yüzlerce, binlerce insan aşağılanarak, onurlarıyla oynanarak, kendisinden nefret edecek hale getirilerek gönderiliyordu buradan. "Bundan sonra şahit olacağım hiçbir şey beni etkilemez, "diye düşündüğüm çok zaman olmuştu. Fakat her defasında insanların uğradıkları yıkım alt-üst ediyordu beni. Fakat hiçbiri küçücük elleriyle elimi tutup, “Beni öldür! Beni öldür!” diyen bu kız kadar sarsmamıştı beni.
Başıma geleceklere aldırmaksızın gözbağımı açtım. Karşımda ondört-onbeş yaşlarında, çelimsiz, uğradığı saldırıdan perişan düşmüş bir çocuk vardı. Gözbağının altından yürüyen yaş yüzünü ıpıslak yapmıştı. Arada burnunu çekiyor, titriyordu. Boynuna sarıldım. Zayıf, çelimsiz kollarıyla bana sarıldı. Yüreğinin vuruşunu, bütün bedeniyle titreyişini duyuyordum. Bana öyle sarılmıştı ki. Aradığı şefkati gösterememenin çaresizliğiyle gözyaşlarımı onunkine katmıştım. Onu o anda hiçbir söz yatıştırıp, sakinleştiremezdi. Şu dakika da tecritte çıt yoktu. Bana öyle geldi ki, işkence odalarındaki faaliyetlere de ara vermişlerdi. Biz, birbirimize sarılmış ağlıyorduk. Kız, başını koltuğumun altına arada bir, "Bana neler yaptılar. Bana neler yaptılar, "diye inliyordu. Duygularımın gevşediğini hissettiği an, "Öldüreceksin, değil mi?” diye soruyordu.
"Seni öldürmek mi? Seni neden öldüreyim çocuğum? Bunlar. Bu alçaklar çocuğum çirkinleştirebilirler mi? Seni neden öldüreyim, yavrucuğum? Yapılanları Ağlama. Buradan çıkacaksın. Gideceksin. Fakat burayı unutma kızım. Yapılanları unutma. Senin de çocuğun olacak. Ağlama. Onlara anlatırsın. Utanma. Asla utanma anneciğim. Sarıl bana. Sarıl bana. Adın ne senin kızım?" Hiçbir şey uğradığı yıkımı onaramazdı. Duyup duymadığını, dinleyip dinlemediğini bilmeden habire konuşuyordum. Kız, birden inledi. İçini çekti. Hafifçe kıkırdadı. Yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Kahkaha attı. Yarım dakika sonra tecritte dolaşmaya başladı. Yüz ifadesi durmaksızın değişiyor değişiyordu.
Mehmet Çetin
( Arşivi tararken.. Hangi yıl olduğu not düşülmemiş. 12 Eylül sonrası)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder