adalya, bir daha bitti yaz. ağla.. I. ben: eski bir yalıçapkını adımı bulutla değiştirdiğim aşk çağımda imgemi aramaya çıkıyorum. paramparça
yaz bitmeden sana geldim adalya kentlilerin o rüsva yalnızlıklarından ordaki sonsuz erkek uğultusundan geliyordum ve erguvanları geçince: sen
şaşırmıyorum..
ne zamandır kesikti ellerim omuzbaşımdakine yaz- dırıyorum bunları. ellerini istiyorum diyecektim ki tut ellerimi ve gel adayla gözlerinle gel me- nekşeler de gelir ardınsıra ırmak kuşları ile şarkılar eflatunlar dar gelir yeryüzü çünkü sıradağlar gelir okyanuslar gelir çocuklar ve artık aşk zamanıdır eskir o mor ıslık işkence eskisidir ki yeniktir ki kesik yerlerinden sürgün verir ellerim
Mehmet Çetin'in yeni şiirlerini okurken bir şeyin ayırdına vardım: Çetin, dildeki yerleşik kuralları bozmaya özel bir önem veriyor; kakafoniden zarf olan sözcüklerle isimleri ilişkilendirmeye kadar hemen her yolu deniyor. İkinci Yeni'nin yapmaya çalıştığı dilde deformasyonu, onların bunalımcı algılayışlarından daha öteye, belki şizofreniye kadar dayandırıyor. Şairin bu edimi karşısındaki refleksim, bu aşırılık ile şiirin kaybolduğu ve böylece şairin okunurluğunu yitirebileceği noktasında idi. Şiiri hiçleyip, bir metne giden yolda yerleşik eleştiri ve algı düzeneğine saldırıydı bu örnekler.
Çetin'in yayıma hazırladığı dosyasını kendisine geri verdikten sonra, uzunca bir süre düşündüm. Şair, yaygın algı antenlerine yönelttiği parazitlerle, gerçekliğin egemen dolaşımına karşı bir tavırla tanımlanabilecek sanat pratiğine açıyordu kapısını. Bu dil Türkçe tutkunlarını öfkelendirecek, bunu biliyorum. Bilinçli bir edim olan bu tutum karşısında durup anlamanın daha doğru olacağını düşünerek, ilk şaşkınlığımı bir yana bırakarak, bu pratiğin poetik/politik olduğu kadar etik bir yanı olduğunu düşündüm.
Evet, iktidar, bir dille kurulabilirdi ve gerçeklik dediğimiz olgu, dil aracılığıyla yayılabilirdi. Öyleyse, iktidarın oluşabileceği alanlara saladırabilmek için belki de önce dile müdahale etmek gerekiyordu. Aslında anarşistlerin yapması gerekeni, bir şair gerçekleştiriyordu. Üstelik bunu, kendi etki alanını gerekirse daraltma pahasına…
Çetin, bu deneyimi, iktidarların üstümüze yürüdüğü dilin içinde gerçekleştiriyordu. Dil, kendi seslerinden aldığı ritme bir ivme kazandırmış, bu hız, giderek uğultuya, sonra da gürültüye dönerek üstümüze abanmışken, Çetin'in şiiri, şimdilik bir protesto olarak kekemeliği seçiyor. Bundan sonraki aşamayı merak etmiyor değilim. Belki bir dilsizlik olacak bu. Evet, gürültü bir yansıma olarak kendine döndüğünde, küçücük bir es, o gürültüden çok daha etkin olabilir. Olabilir mi, anlamaya çalısıyorum. Belki de tartışmak…
Çetin'in seçimi, bana kalırsa etno bir duruştur, onun kendisini tarif ettiği yerde okurun vicdanı ise etik olanı belirleyecektir." (…) "Şiir, evet; ama etno şiir.."
Mehmet Çetin'in şiirini bilenlen biliyorlardır, Asmin’den, Rüzgâr ve Gül İklimi’nden. Türkçeyi, kendi coğrafyasındaki başka dillere değdiğinde ucundan kavrulur, kızarır gibi gösteren bir dil. Son yıllarda (90 sonrasında) beliren yeni bir "şairanenin" de dili. Çetin’in farkı, bu etkileşimi, sadece komşu diller arasında değil, uzak türler ve kültürler arasında da yürürlüğe koyabilmesi. Tom Waits ile kekêmeçe, umarız rûzgârlı bir avluda çok kalmazlar. Kitabın en güzel şiirlerinden biri, "söylence": ki suyun toprağa aşk sunduğu yere düşüp ısırganotu toplamaya çıktılar sonra şaşkın, dağın iki yüzüne ama kadın, mor başaklı bir gülümseyişken erken bir hıçkırık oldu çocukların sesiyle eksik bırakıp kendisini öte yüzüne gitti dağın, açığa çıkan yalan oldu erkekte rüyaya aşinaydı riyaya da kuşkusuz kadınlar mı, tırnaklarını erkek etinde kırıp ırmak olmaya alıştılar sonra kahkahayla kendilerine mektup oldular zarfı erkek tanrıça oldular tütsüleyip geceleri ''kadınlar mı, ah ha o çın çın çinko susuş imlası aşk duası söz kumkuması ayyüzlü gecelerde kalp krizi sayıklaması düş sanrısı ve, ellerini çekince hane harap vardı bir bildikleri ki biraz entrikaydı hayat gelmiştir o an: yani yakan yıkan ahh eden o eski söylence çen çen çinko çın çın kadınlar erkek, baltaya da kazmaya da aşina kuşkusuz kazar bahtını çıplak ellerle gömer gözlerini görmez bir vazgeçiş olduğunu kalbinden ecelini dokur her kadının iççekişiyle incitmiştir onu incinir yine sonsuz oka da aşina yaya da kuşkusuz'' erkekler mi, tın tın yürüyüp otağlarına lades ağacına belkisiz darağaçlarına hiç bir tetikçi gibi taşırlar saldırgan eğiklerini kahramanlar gibi doluşarak yatak odalarına şamara da aşinalar kuşkusuz savaşta ağlayıp kendi şakaklarında patlayan küfür olmaya uçurum da olmaya parçalanmış ruhlarına aşk değirmenine su dolmaya dön gözüm dön dolapçı beygiri gibi suçlarıyla tahrik kalmaya hah ha teneke onlar tın tın erkek olup solmaya sonra, zamanın aklandığı bir söylenceden çıkıp erkek ve kadındık ki yalandık diye yazdılar insan serüveninin seyirdefterine söylencedir Virgül, Ekim'200 Mehmet Çetin/Ke ke me ce /piya yayınları
âbiler sesi tüyler ürpertici bir çığlık olarak bana tam da 1970'de kayseri'den gelip çarpmıştı.. ece ayhan'la söyleşi / mehmet çetin -ece ayhan şiirinde, bizler hep farklı bir ‘hayat bilgisi’ olduğunu düşünegeldik. şiirinizin varolması ve beslenme kaynakları konusunda özel bir anlam ifade eden bu bilgileri nasıl bir yol ve yaklaşımla edinip, şiire dönüştürdünüz? - kimi zaman ‘şair değil, tarihçi’ olduğunuzu, ve hatta ‘şiir yazmasaydım balıkçılık yapabilirdim’ dediğinizi hatırlıyoruz. resmi tarihi, dil ve ideolojiyi kendi şiirinizle kırarken, bizler böyle bir ‘tersten okuma’ya giderken, tarihle gündelik olan konusunda -ve şiirinizin kendi serüveni içinde- neler söylemek isterdiniz? -’devlet ve tabiat ya da orta ikiden ayrılan çocuklar’dan bugüne; devlet o devlet, tabiat o tabiat, varoşlar o varoşlar mıdır? ya, o ‘kürt çiçekleri?’ -şiirinizdeki ‘toplum kötülüğü’ eleştirisi, çoğu kez radikal bir biçimde kendisini gösteriyor. bu yüzden de şiirinizde sürekli bir yıkıcı tarih algısı ve toplumsal eleştiriyle karşılaşıyoruz. yanılıyor muyuz? -son bir soru; ‘ütopiya’ adlı ‘mevsimlik hayatbilgisi kitabı’mızın ilk sayısının dosya başlığını ‘aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler’ olarak düşündük. dönüp baktığınızda, yazıldığı günden bugüne ‘mor külhani’ ve özelde de bu dize nelere işaret etmeye çalıştı, bir de niye ve özellikle ‘abiler’?