DİŞLERİMİ KARIŞTIRIRKEN |
ithaf, itham ve ihtilaf günlükleri
mehmet çetin
ithaftır (!)
toplumsal -ve hatta muhalif- belleğimizin kıyısına köşesine atılmış, belki de silinmiş bir hatırlatmayla başlayalım söze.
geçmiş zamandır: generaller, politik iktidar erkine el koymuşlar. devlet sımsıkıyönetimli günlerle hayatımızı zehretmektedir. o vuremirli günlerde birinci ordu sıkıyönetim komutanlığı askeri savcısı -hadi belleğimizi yoklayalım- şu hayli ünlü süleyman takkeci bir çağrı çıkarır. uzun bir listedir bu; muhalifler tutuklanmakta, gözaltına alınmakta, işkence görmekte, zındana atılmaktadır. kimisi kaçmaya çalışırken (!) ya da işkencede öldürülürken kimisi de darağacına çıkarılmaktadır. bir de aydınlarımız, sanatçılarımız, sendikacılarımız vardır; bunlar için vuremri çıkarılmamıştır henüz; ama bunların da gelip birinci ordu sıkıyönetim komutanlığı askeri savcısına ifade vermesi istenmektedir.
derken, hepbirlikte selimiye’nin yolunu tutarlar. ama o kadar çoklar ki -ve daha önce hiç böyle buluşamamışlarken- sayın savcı bile şaşırır bu duruma; hepinizin bugün gelmesine gerek yok, kiminiz yarın da gelebilirsiniz..
gün devrilir, milenyumun eşiğine gelir. 12 eylül’ü önceleyen darbenin muhtıracılarından bir generalin oğlu yapıkredi yayınları’nın başına getirilir. derken bu oğul da şiirin ve sermayenin kendisine sunduğu olanaklarla -ki şair'dir kendileri- inceden inceye muhtırasını muhalif edebiyat ortamına da sürer. derken, yazanın yazdığına yabancılaşmasının tescili olan yayın haklarını satın alma, böyle bir mülk edinme devri bizim hayatımıza da kazandırılır. iş ‘profesyonelce’dir; telif, baskı, yayım, sunum.. eh, başka ne istenir bu çölde; pekçok ‘sol’cu şairimiz gölgelerini düşürüp önlerine, tutarlar yapıkredi yayınları’nın yolunu. kendileri giderler, geçmişteki karınca-kararınca muhalifliklerini bir suç gibi yaşamaya başladıkları için aracılar kullanırlar filan. ama az-buz değiller hiç; tıpkı birinci ordu sıkıyönetim komutanlığı askeri savcısına ifade vermek üzere sıraya dizilen sanatçılar, aydınlar, sendikacılar gibi dizilirler sıraya. ve hatta minnacık bir andır; şiirde muhalif bir enerjiyi biriktirmek için dergi çevresi oluşturan, verili şiir ortamındaki egemenlikçi duruşlara ateş püsküren bir zat-ı muhteremle tanıştırılırız bir kentte; birbirimizi dostlukla kaşımanın (!) ardından içinde bulunduğumuz çabanın ilgiye değer olduğu söylenir, mahçupluğumuzdan sözü hemen buluşmaya evriltiriz. heyecanlanırız. ve az sonra kursağımızda bir yumruk; bu zat-ı muhteremin kitabı da yapıkredi’de yayımlanmayı beklemekte imiş..
bu kadar.. değil; sistemin, muhalifleri üzerinden kendisini yeniden üretmek için izlediği çizgiyi görmezden gelen, görmezden gelmeyi düpedüz tercih eden, bunu iyi dağıtım, bunu iyi baskı, bunu iyi kağıt, bunu vitrin, bunu benzeri saikler üzerinden meşrulaştıran eski ‘sol’cu yeni yapıkredi müridi şairler ‘o’ yumruklarını çeksinler boğazımdan..
biraz abartıyor muyum.. evet, mümkündür. kuşkusuz ki her kişi, çevre, kurum gibi yapıkredi de yayıncılık yapabilir. sorun, yayıncılık yapmaları, ve hatta son derece ‘cici’ kitap/dergi yayınlamaları da değil; bunlar hepimiz için birer olanak olarak görülebilir. evet, yapıkredi bir ‘durum’dur, ve dert, sistemin ideolojik/kültürel hegemonyasının ifade aracı, sermayenin ‘vitrini’ olduğunun atlanması, para ve olanak ile muhalif enerjileri satın alarak ‘efekt‘ kıldığının görülmemesi, başka saikler üzerinden bu ‘durum’un bizzat kimi muhaliflerce meşrulaştırılmasıdır, diye düşünüyorum. sınırsız ve sınıfsız bir gelecek imgesiyle şiir pratiklerini özgürleşme mücadelesinin olanağı olarak görenlerin, nihai anlamda sermayenin bu örgütlenişiyle aralarına eleştirel bir mesafe koymamaları, koymayacak olmaları bu ithafın da meramıdır.
değilse, hayrını görsünlerden başka ne söylenebilir..
ithamdır !
abdurrahman çelebi meselini herkes bilir, tekrarın gereği yok. ama ağır bedellerin ödendiği bir hayatın, bir ideolojik/politik konumlanışın, onca işkence mapus ve ölümlerin -kötü niyet demeye dilim varmasa da- günümüzdeki abdurrahman çelebileri, muhalefet adına, daha ileri gidelim, ‘sol’ muhalefet adına, indirgeyelim, kültürel alandaki örgütlü bir varoluş, sol kültürel muhalefet adına pervasızlaşmakta, sistemin alana dönük hegemonyasının, ideolojik ve hatta örgütsel aygıtı durumuna dönüştüklerini görmemekte ısrar etmektedirler.
evet, ithamdır; ‘sol’ kültürel muhalefet adına örgütlenmiş olan kimi kurumlar kültür bakanlığı edebiyatçıları/kurumlarıdır! evet, ithamdır; kültür bakanlığının verdiği rüşveti -sağladığı kimi olanakları- ilgili kurum yönetimine geldiği zaman ilk işi kültür bakanlığı yayınları’ndan kitap çıkarmak olanların, iş takipçilerinin, yılsonu kitap alımı için hatırlı ilişkileri rüşvetle yoklayanların, yazdıklarından dahabüyük bir yetenekle kitap ihalelerini kazananların, dünya şiir günü metnini kültür bakanına yazdırıp, muhalif şair ve yazarları yazdıklarından ötürü kovuşturmalara uğratan, kitaplarını toplatan, zindanda kemiklerini çürütmek isteyen iktidarın katılımcısı olan kültür bakanlığı’yla dünya şiir gününü kutlayanların, vb. vb.. kazanım sandıkları, ün için, para için, istikbal için kültür bakanlığının danışmanı/kadrosu olmaktır.. ki onlar şimdi kültür bakanlığı edebiyatçılarıdır.
İthamdır; düşlerin ömürlerin ayrıldığı ve adandığı, ah etmeden bedellerin ödendiği bu hayatın, bir hayatın rantiyerleri artık sistemin ideolojik aygıtlarına dönüştüklerini itiraf etmek, ellerini o düşlerden, o hayatlardan çekmek durumundadırlar ya da -ki içtenlikle ve ihtiyacen de dileğimizdir- sistemle aralarına eleştirel bir mesafe koymanın gereğini yapmalıdırlar. evet, hiç yere söylenmediyse bu şarkı, evet, ithamdır!
bir de ithilaf var;
aklımın yetmeyeceği bir tartışmadır bu, sürer gider: yıllıklar, seçkiler, antolojiler, bunların kavramsal okunuşu, implikasyonları, komplikasyonları vs. vesairesi yazılmayı beklesin (mutlak bir reddiye olmadığına göre, bunu da tartışarak öğreneceğiz) de, şimdilik bir küçük kadraj yapalım:
hangi edebiyatçı vicdanıdır bu, hangi muhalif, hangi şair ya da eleştirmen vicdanıdır ki; bugüne kadar yayımlanmış bir tek yıllıkta, bir tek seçkide, bir tek antolojide, bu coğrafyada türkçe dışında bir dille yazılmış bir tek şiir, bir tek seçkiye, bir tek antolojiye, bir tek yıllığa alınmamıştır. iktidar, talep edeni olmadıkça iktidar olamaz, bu bilinir. m. h. doğan’a, ‘şu dergide yayımlanan şu şu şiirimde şu virgül eksik, şu nokta fazlaydı, yıllığa alacaksınızdır belki, o virgül eksik olmasın diye’ ayrıca şiirini pulundan hörmetle öptüğü zarfa koyup gönderen şairler oldukça, .... m. h. doğan'a birgün dahi bu kadar türk olmaktan rahatsız değil misin sorusu sorulmadıkça, m. h. doğan türk kalmaya devam edecektir..
sözün ortayeriydi; kültür bakanlığı edebiyatçıları diye, onların, o daha ‘sol’cuların çıkardıkları yıllık var ki bu m. h. doğan'ın çıkardığı yıllığa karşıt bir yıllık olarak hazırlandı. üstelik adı da “şiir coğrafyamız”dı. yani daha kapsayıcı ve muhalif! baş editörleri, editörleri var vs. vs. iyi, hoş. yıllığın adı “şiir coğrafyamız” ve şiir coğrafyalarında bir yıl içerisinde yayınlanan dergiler var, onların editörleri var, fakat bu şiir corafyası antolojisini hazırlayanların kafasında türkçe dışında bir dil asla ve asla yok. oysa sözünü edip bizzat şiir coğrafyalarının başına koydukları dergilerin bir çoğunda türkçe dışında kırmançca, lazca, kurmançca vb. dillerden de şiirler var. diyelim ki bu editörler bu coğrafyada türkçe dışında konuşulan başka bir dili bilmemektedirler ve dolayısıyla bu şiirleri değerlendirmek şansına sahip değiller. bu anlaşılır. ama bu hangi vicdandır ki bir dipnot olarak dahi olsa; incelediğimiz şu şu dergilerde türkçe dışında anlamadığımız tuhaf dillerden şiirler de var, e bi tuhaf oldukları için, e anlamadığımız için yıllığa alamadık, deme dürüstlüğünü bile göstermezler.
bilinir, “dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” denilmişti.
bunu, yıllığı hazırlayan editörler de iyi bilirler. bildiklerini biliriz. bu arkadaşların coğrafyaları da, anlaşılan o ki, sadece ve sadece türkçeyle sınırlı. İhtilaftır! bu coğrafyada içine doğdukları dille ilk seslerini çıkaran, o dilin içinde büyüyen, o dilin içinde kederlenen, türkü söyleyen, yazan, o dilin içinde sevişen ve o dilin içine ölen milyonlar var. sayı bir yana, ama ıbıhça gibi bir dil var ki artık laboratuar dilidir örneğin, ve bu biraz da sözkonusu şiir coğrafyacılarının vebalidir!. bu dillere coğrafyalarını kapatanlar, coğrafyalarını türkçe ile sınırlayanlar, örnekteki gibi ıbıhçayı laboratuara gönderenlerdir.
dipnot: lazcanın, gürcücenin, abhazcanın, kırmançcanın, kabartaycanın, arapçanın, ermenicenin, rumcanın, kurmançcanın, azericenin ve daha sayılabilecek pekçok dilin son konuşanları ölmedi daha. İhtilaf burdandır.
biraz da bu nedenledir ihtilaf.. bu nedenle kunduz.. bu nedenle, şiir, evet etnoşiir..
Kunduz Düşleri, sayı 4, nisan 2000
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder