13 Mart 2016 Pazar

'Modern hayat şiire hakkını teslim etmiyor''


Bejan Matur ile söyleşi../ Mehmet Çetin

    -İlk kitabın ''Rüzgar Dolu Konaklar''la ödül aldın, eleştirmenler övgüyle söz etti şiirinden. Medya da gereken ilgiyi gösterdi. İlk kitapla elde ettiğin başarı nasıl etkiledi seni?
    -Yazı yazan kimse sonuçta sözyleyecek sözü olan kimsedir. Dünyaya bir ses verir ve o sesin yankısını merak eder. Yalnız olmadığını bilmek istediği içindir bu merak.
     Şiirinize duyulan ilgiyi alıp onunla ne yapacağınız da sizin hayat kurgunuz, kişisel tasavvurlarınız ve tenezüllerinizle ilgili. Yazıyla kurduğunuz ilişki kendinizle meseleniz ve varoluş olgusuyla örtüşen bir derinlikten besleniyorsa, okuru zaten başlangıçta hiç hesaba katmıyorsunuz. Yani okurun gölgesi üretim aşamasında, kendi kuyunuzda beklerken ulaşamıyor size. Zaten  o gölgenin düştüğü şiirler hemen belli eder kendini.
    Fakat, şiirin sunumuna dair bir etkiden söz edebilirim. Özellikle ikinci kitaptan sonraki yoğun ilgi ve haset yazıyla ilişkimi etkilemediyse de basınla ilişkimde bir ürkeklik yarattı.  Fakat bunlar geçici bazı zorunluluklar diye düşünülünce şiirle ilişkinizi bozamıyor. Sorun hesaplamadığınız, aslında ihtiyacınız olmayan bir imgenin büyüsüne kapılıp onu gerçek sanıp yanılmakta. Gerçek değil çünkü. Şiirin etkileri şairinden hep fazladır.

   -Kürt ve Alevi olman medyayı çok ilgilendirdi. İçine doğduğun coğrafya ve kültür, kimi zaman şiirinin önünde yer aldı bu yüzden. Bu durum nasıl etkiledi şiirini?
   -İnsanlar karşılaştıkları bir kişiyi yabancı bulduklarında bir an önce onu tanımlı kodlarla yaftalayıp rahat etmek eğiliminde oluyorlar. Bu bir bakımdan ontolojik güvenlik duygusuyla ilgili olduğundan normal de. Yani şiirin kendisini analamak daha vakit ve bilgi ve hatta sevgi gerektirdiğinden kimliğinizi kategorize edip işin kolayına kaçıyorlar. Halbuki, Octavio Paz'ın Pessoa için söylediği ''Şairlerin hayat hikâyeleri yoktur, şiiri vardır'' cümlesinden çıkarak yazdığım şiirden o kimliğe gidilseydi bir anlamı olabilirdi bu yaklaşımın. Bu yaklaşım benim şiirimi etkiledi mi, hiç sanmıyorum. Çünkü ben şiirimde ne politik, ne sosyal, ne de doğal hiçbir kategoriyi kullanmıyorum.

   -''Onun Çölünde'' ve ''Ayın Büyüttüğü Oğullar'' Bejan Matur şiirinin hangi durağına işaret ediyor?
   -İlk iki kitabın verdiği ses daha içe dönüktü. Son iki kitapta ise, dilde bir açılma ve sertleşme gözlemledim. Ayrıca tematik bütünlük açısından daha yoğun şiirlerden oluştu son iki kitap. İlk kitapta uzağında durarak anlatılan acıların içine düşülmüş olmasının yarattığı dil duygusuyla yaratılmış şiirlerden.  Bundan sonrasında neyi haber verdiğini bilemem, ama uzun bir şiirden oluşan bir kitap yapmak isterim.

   -Türkiye'de hep bir şair enflasyonundan söz edildi. Bu gün de durum değişmiş değil. Ama kimi şairler, pop şarkıcılar kadar tanınıyor nerdeyse. Bu durumu, şiir için iyi midir sence?
   -Böyle oluşunun nedeni Türkçe'nin şiirsel söyleyişe yatkın olması. Fakat iyi şiir ahenkli bir söyleyişten ibaret değildir. Şiir bu enflasyona neden oluşturanların bildiğinden daha karmaşık kuralları ve dil yasalarını gerektirir. Ama en başından popiler alanla kaliteli edebiyat alanını ayırırsak bu durumun sonuçlarıyla da ilgilenmek zorunda kalmalıyız. Popiler sanatın farklı mekanizmaları ve işleyişi şiire dahi uzanabiliyor. Bundan iyi edebiyatın etkilenebileceğine inanmıyorum. Etkileniyorsa zaten hiçbir zaman iyi olmamış demektir.

   -Dosya konumuzun  ''.. seksen, doksan, yüz'' olduğunu öğrenen bir şair arkadaşımız, bu dönem şiirine eleştirisini  ''seksen, noksan, yüz'' diyerek dile getirmişti. Zeki Coşkun'da ''travesti şiir'' diye nitelendirdi bu dönem şiirini. Bu dönem şiiriyle ilgili sen neler düşünüyorsun?
   -Doksanların sadece Türkiye'de değil tüm dünyada verimsiz geçtiği bilinen birşey. Hele ki şiir gibi dünyada az okunan  ve üretilen bir alanın da bundan etkilenmemesi düşünülemez. Ama bazen şükran duygum bana dünyada bir tek iyi dize dahi yazıldıysa o hayat adına kazanımdır diyor.

   -İletişim alanındaki gelişmeler, etnik çatışmalar, globalizm derken yeni bir bin yıla girdik. Yani politik gerilimler ve teknolojik gelişmeler hiç hız kesmedi. Bugün yazılan şiir bu hıza yetişebiliyor mu? Dahası yetişmek gibi bir çaba içinde olmalı mı?
   -Sanatın kaynağı doğadır. İnsanın doğaya yabancılaşmasının insan ruhunda yarattığı etkiler tüm sanatlara bir biçimde yansır. Sanatta farklı arayışlar hep oldu ve olacak da. Şiirin geçmişteki yeriyle bugünkü dünyadaki yeri arasında ciddi bir fark var. Çünkü modern hayat şiire hakkını teslim etmiyor. Edemez de. Modernizmin doğası buna uygun değil çünkü.
    Şiirin zamanı modern dünyanın bize dayattığı zamanla örtüşmez. Bu nedenle  yaşanan anın sonsuzlaştırılması imkanını yaratmak gibi bir etki dışında hiçbir çabaya mahkum olmamalı.

   -Bir dönem sanatın/şiirin neredeyse ülkeyi/dünyayı kurtaracağı düşünülüyordu. Bu anlamda militan tutumlarıyla öne çıkan isimler oldu. Şimdi durum değişti sanki. Şairler, ideolojik değil belki ama politik mücadeleden koptu. Bunun nedenleri nedir sence?
   -Eskiden hayat da daha politikti. İnsanların ortak ütopyaları vardı. Ve bu ütopyalar adına savaşırken de kullandığı araçlar.  Voznesenki'nin yaptığı binlerce dinleyicisi olan şiir toplantıları yok artık. O hayatın ve heyecanın zemini yok artık çünkü.
    Diğer yandan her çağda olduğu gibi günümüzde de iki tür yaratıcı var. İlki içe dönük, kendi içinin kalabalığıyla uğraşan  ve yazıyla ilişkisini sosyalleştiremeyen türden olan. İkincisi ise, meydanlarda olmaktan, cemiyetlere aktılmaktan keyif duyan yazıyla ilişkisi daha neşeli kurulmuş olan yaratıcı. Ekim devrimi Rusya'sında dahi o heyecana uyum sağlamayıp köşesinde kalmayı denemişi yahut intihar etmiş pek çok sanatçı var.
    Şiirin insan ruhu üzerindeki etkisi bir arınma imkânı sunmasıyla olur. Bu etki dünyayı kurtarır mı bilemem?

   -Eleştirmenlerle aran nasıl?
   -Şiirimle ilgili pek çok  yerde bazı şair ve eleştirmenler (Dağlarca, İlhan Berk, M.H.Doğan, İskender Savaşır, Cevat Çapan...) kısaca değindiler. Daha çok beğeninin ifade edilmesi düzeyindeydi bu yazılar. Fkat kapsamlı bir inceleme olmadı. En son, Feridun Andaç Cumhuriyet'te bir yazı yazdı.
    Edebiyata insan ilişkilerinden değil, kitaplar aracılığıyla girmiş biri olarak eleştirmenlerin olumlu yorumları tabi ki beni sevindirir, ama kapsamlı bir inceleme bana da birşey öğrenme imkânı verebilirdi.

   -Eleştiri kurumunun Avrupa'dakine benzer bir yapılanmasından, etkisinden söz edilebilir mi?
   -Avrupa'yla yazı geleneği açısından epeyce bir fark var aramızda. Dolayısıyla orada kökleri yüzyıllar öncesine dayanan kurumların varlığı bizde yeni. Bunun nedenlerine girmeden diyebilirim ki, Türkiye'de eleştiri kurumunun düzgün işlediği söylenemez. Entelektüel hayatın örgütlenişi diğer alanlar nasılsa (demokrasimiz, şehirlerşme anlayışımız vs) öyle. Bir edebiyat ürününü değerlendirip hakkını teslim edebilecek objektif mekanizmalar (eleştiri kurumu, akademik çevre, kütüphaneler) oluşmadığından edebiyat dışı kategorilendirme ve yorumlar öne çıkıyor. Yaptığınız işle değil, görüntünüzle ve o işin dış dünyadaki etkileriyle ilgileniliyor.

   -Kürt, ama bilinen nedenlerden dolayı Türkçe yazmak zorunda kalan şairlerin  Türkçe şiire ne gibi katkıları oldu? Örneğin, senin şiirin de dahil, Kürtçe şiir mirasının izleri var mı Türkçe şiirde?
   -Şiir imgelerden oluşur ve imgelerin kaynağı bilinçaltıdır. Blinçaltını oluşturan ise çocukluk yaşantıları. Bu anlamda çocuklukta duyduğum seslerin şiirime etkisi tabi ki olmuştur.
    Kürtçe yazılı şiir mirasıyla karşılaşma şansım olmadı. Bu anlamda doğrudan yazılı gelenekten doğan bir etkiden söz edemem. Fakat Türkçe şiire farklı bir ses verdiğim ortada. Belki de bir dilbilim araştırma konusu. Buna en iyi örnek Ahmet Arif'in benzersiz sesidir. O ses kendi coğrafyasının yaşantılarından doğuyor olmalı.

Kaynak: kunduz düşleri

Hiç yorum yok: