Cezaevlerinin 1980'den sonra şiire ürünler getirdiği, ozanlar getirdiği bir olgu. Yeni tartışmalar getireceği de beklenir. Özellikle 1970 sonrasında alevlenen ''içerden/dışardan'' tartışması, yeniden canlanabilir.
1 Eylül 1981'den bu yana cezaevinde bulunan Mehmet Çetin'in Belge Yayınları'nda Yeni Sesler dizisinde çıkan Rüzgâr ve Gül İklimi kitabını okurken bir olgu ve olasılık vardı kafamda. Cezaevlerinin getirdiği bir yeni ses'i merak ediyordum. Şiir düzleminde tartışma açıp açmadığını da.
Hemen söyleyeyim, Mehmet Çetin'in kitabı beklentilerimi boşa çıkarmadı. ''Yeni ses''in açabileceği sorularla yüz yüze getirdi beni, yeni bir çabanın rüzgârını estirdi. Kitabı baştan sona ilk düz okuyuşta şöyle bir izlenime kapıldım: Bir değil, bir kaç şiir iç içe geçmişti sanki. Nedenini araştırınca şunu gördüm: Arayış içindeydi Mehmet Çetin. Şiirinin niteliğini, estetik arayış belirliyordu. Bir başka deyişle varışmış bir şiir yazmıyordu. Yazarken tartışmasını sürdürüyordu. Tartışmasını, yani hesaplaşmasını.
Bu hesaplaşmadan başarıyla çıkmış mı sorusunu yazının sonuna bırakmadan yanıtlamak isterim: Bence başarı, bu kitabıyla konuşulamaz. Bundan sonraki ürünleri belirleyecek sonucu.
Varışmış bir şiir yazmıyor, dedim. Arayış, dedim. Bunları derken, saptadığım kimi özellikler, yaptığım kimi gözlemler oldu. Önce şu söylenmeli: Mehmet Çetin, yaşadığını yazmak istiyor. Ama bunu, yaşananın ağır bastığı, gücünü sözden alan, bire bir anlamla yapmak istemiyor. İmgelerle söylendiğinde daha güzel olacağını, dahası şiir olacağını düşünüyor. Demek ki içine girdiği tartışmanın bir ucu bu: Gerçeklerden, yaşamdan, savaşımdan hız alsa da şiir imgelerle kurulmalı.
İkinci gözlemim, Çetin'in gerçeklikteki söyleyişlerden, dize kurma yollarından, eğretileme vb. söz sanatlarından kaçınmak istemesi.Hatta sözleri yenilemek, yeni tamlamalar, yeni takımlar kurmak istemesi. Sözcükleri birleştirerek yeni sözler, dolayısıyla yeni görüntüler elde etmek istemesi.
Üçüncü olarak, öykülemekten genellikle kaçındığını, örülmüş bir şiirsel yapı yerine yığılmış dize kümeleri oluşturduğunu, bundan (hiç değilse şimdilik) rahatsız olmadığını, şiiri dışarda bıraktıklarıyla kurmaya çalıştığını görüyoruz.
Bütün bu gözlemlerin sonucu diyebiliriz ki, içeriği oluşturan yaşantıdan, yinelenen kimi sözcüklerle serpintiler alabiliyoruz ancak. Bu sözcüklerin başında da, ozanın üstüne özel olarak bastığı ''akran'', ''gülüş'', ''kominar'' vb geliyor. İçeriğin yeniden üretimi, bu anahtar sözcüklerin yorumuna bağlı.
Mehmet Çetin'in bunca önemsediği imge konusundaki çabasına yakından baktığımızda şunu görüyoruz: şiirlerin bütününde bir imgeye ulaşmak yerine, daha çok benzetme ve eğretileme düzeyinde kalıyor bu çaba. Nerdeyse benzetmesiz, yalın kullanılmıyor hiçbir sözcük. Türkü ''barikat yürekli'' oluyor, yara ''idam cezalı'', ölüm ''dağbaşlı''. Bu arada imgenin bir araç olduğu unutuluyor, amaç durumuna getiriliyor sık sık. Oysa imge, hem kendi içinde güzel, çağrışımlı olmalı, okurun imgeleminde yansımalar bırakmalı, hem de şiirin bütününü açmalı, açınılamalı.
İşte okuru bir genişliğe çıkarmayan, tıkanık imgelere birkaç örnek:
''o vedasız andan bugüne özlemler de adressiz''
''susmanın ömrünü hangi menzile dağıttın''
''kaderli suratlar tümeninde acemi kimliğim''
''toygar yüceltisine kanat vuran bekleyişler''
''balerin sevgili düşler yaşında''
Buna karşılık, zorlanmamış, imge için imge yapmak yerine, yalın söylenerek yazılmış güzel dizeler de var;
''gülce solar kanlı cesedi kızların''
''o sulardan sana güneş taşıyan tayfa''
''bunca acıdan sonra soluk almaktı senin ağzın''
''yorulmaktan kurtar sesimi kat türküne''
''sürerler namlulara çocuk çığlıklarını''
Aynı örnekleri, ozanın birleşik sözcüklerle kurmaya çalıştığı yeni görüntülerde de gösterebiliriz. İki, hatta üç sözcükle yapılmış birleşik sözcükler içinde, gerçekten yeni görüntüler, yeni çağrışımlar getirenler var: ''ölümyaralı'', ''şafaküstü'', ''anadeniz'', ''yürekalkışı'', ''ışık sağnağı'', ''kardeşyürek'',''günyüzü'' gibi. Ama yan yana gelmeleriyle yeni bir görüntü, yeni bir kavram oluşturmayanlara da sık rastlıyoruz: ''Elektrikakımı'', ''gülbeden'', ''yarıminsan'',''sertadım'', ''iriel'',
Tamlamalar düzeyinde baktığımızda aynı ikilem çıkıyor karşımıza. ''Süttozu aydını'' getirdiği eleştiriyle, ''hasrete yakın yıldızlar'' içerdiği çağrışımla sivrilirken, ''harmanı kekeme hasatçı'', ''barikat yürekli türkü'' okura herhangi iletişim sağlamıyor.
Rüzgâr ve Gül İiklimi'nin, söyleyiş açısından da bir arayış içinde olduğunu belirtmiştim. Bu açıdan irdelersek, kitapta öykülemekten kaçınmanın yanı sıra, yerleşik bir söyleyişle güzel örülmüş parçalara rastlıyoruz:
dağıttın yeryüzüne, o ateşkessiz direnmeni/düştün günlüklerini göğsümüzün sol yanına/bir ömür gülümsettiğin yüze ölüm mü düşer/başkaldırdın ve aşkın künyesine yazdın seni/(Susumuyorsun-3)
birikmek değilse benimki sesinin tufanında/yüzünü yıkamadığın, akışsız sulara at beni/sürgün at beni o ayak basmadığın sokaklara/yurdunu yitiren halkım sanki unutunca beni/şarkıları sahiplerine dağıtmanın şafağında (Satır Araları)
Kuşkusuz söyleyiş tek başına önemli bir öğe değil. Onun önemi, bütüne katkısında. Bütüne söyleyiş/içerik uyumunda görüyorsak, söyleyişin içeriği bir oya gibi işleyip göz önüne çıkarmasını, bunun için de ses olarak içeriğin çağrışım dizgesine engel olmamasını istemeliyiz. Mehmet Çetin'in arayışında bunu savsaklayan örnekler de gözleniyor:
elbet aynı şarkıdır her cephede antifaşist/sözler biraz yangına benzer sesi yeryüzüne/avunmaksa o daima sarsan içkanamaya benzer/dehşetiz/o vedasız andan bugüne özlemler de adressiz (Eylül'de Giden)
''siz bilin ki şiir sıcağına atılan imzayım'' diyor bir şiirinde Mehmet Çetin. Güzel bir söylenişle ................
Mehmet Çetin'de okunaklı bir imza olmak için gerekli birikim de çaba da var.
TANIMAK
her gülü ilk görmüşçesine eğilip seni tanımak
aynı aşkla gül diye göğsüme taşımak istiyorum
sınayabilirsin
tanımlar yine adını, alıngan ve usanmaz ağzım
gülüşü hep tanımaktı seni
nerden gelir bunca kuş uçuşu sevinçti ay
ve acı: sessizliğin dağılması kalabalıklığına
hüzün: annemin yazıkladığı o tanrısızlığımdı
unutabilir misin
tanımak seni gözlerin hani'li şarkıyı sevmekti
her akşam kilitlendiğim iklim olurdu gözlerin
unutmabenili güncesi olurken yasadışı ömrümün
müebbeden sığınaktın kanayışıma ve zaferimdin
seni haziran tanır beni ağzın ve orda bir gül
tanımak seni öyle güzeldi
ve koynaklar sise gömülünce dersimdi tarihin
tanımak seni, aşktı
ve aşk: alnına doğrulan çocuk dudaklarıydı ve kumral
eylemi: sarıp yarasını paylaşmaktı ayrılıkları
işgalcilerin o çırılçıplak zulmünde
yenilgileri silmekte suskun ırmaklardan
komitelerin geceler boyu toplantılarında her söz
her göz anlatmak için birikti gözlerinin derinliğini
artık kapı altlarından suskunluğa düşülen kimliksin
ve başkaldırısı diye tanımlanırsın kuşatılmış aşkın
RÜZGÂR VE GÜL İKLİMİ /Mehmet Çetin /
Şiir /Belge Yayınları / 110 sayfa / Kod No: 0,16069
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder