17 Ağustos 2019 Cumartesi

"Şiir, evet; ama etno şiir.." /Ahmet Telli


soluyorum

avluda soluyordu su: 
soluksuz kalıyordu kekeme
kokunu soluyordum ardınsıra
sigaranı içiyor teselli yerinden su
yıkanmıyor ki solsun istemiyor kokun
ayrılıkla solan uzak yurdunu soluyorum

soluksuz kaldım seni seslenip sesime gittin diyorum;
âhımı avuçlarıma akıtıp gittin avuçlarında soluyor vedâ
mecrasız kaldıkça akmak istiyor ardınsıra yoruldukça sol
solsoluğa çalıyor telefon rahatsız oluyor su o sarmaşıktan
indirmem gerek gözlerimi gittiğin uzak sağanaklardan çağır-
mam gerek kalbinin ağlarına terkettiğim çocuğunu susturmam



zakkumsan gölgemin suskunluk ağında zehrolduğunu
telefondaysan soluğunu duymam gerek cümlenin nasıl
kurulduğunu ve nasıl aşk dendiğini birine sormam gerek
ben yokum demeyi keşmir dağlarına çıkan bir sarmaşığım
kendime sarılıp ölüyorum solup susuyorum demeyi bilmem

bilmem gerek ki ben soluyorum
solduğum yerde susuyor su gitmiyor-
um hiçbir yere ne telefona ne de defor'a
gitmiyorum hiç yere. soluyorum sustuğun yerde
güz oluyor unuttuğun yaz kurêderşi sanıyorum ben
terkedilmiş kırlarda kendi kokusuna boğulan ot oluyor-
um. güz mü gelmiş soluyor su aşk bıçağıma soruyorum

sol
la sol mi ihtilalim
terkedip gidenin müziğini soluyorum
ardınsıra klam okuyor su diyorum yazılmamış
en acemi aşk şiirini sarmaşığın dallarında kuru-
tuyorum. kurudukça soluyor su soldukça siyanür-
-sularına terkedilmiş kunduzun aşk ağusu oluyorum

ki ol diyorsun sen başka bir rüya görüp geliyorsun
eğilip göğsündeki kırmızı kuşu ağzımda uçuruyor
öl diyorsun. şaşkın bir bademağacı bile
değilsen yan demek istiyorsun öl
diyorsun. bu müzikle mi
sol karanlık bu çirkin bu kekeme yüzümle mi

öl diyorsun vişnekunduz içerken de öl diyorsun
gosbel dinliyor yazeskisi saçlarıma dokunup öl
diyorsun çocukluğumdan kalmış o en eski
en acıyan yerinden öpüyorsun mezramı
avlunda solsun su ağzıma öl diyorsun

ö l m ü y o r u m
sol...
sol..
sol!

mehmet çetin

Mehmet Çetin'in yeni şiirlerini okurken bir şeyin ayırdına vardım: Çetin, dildeki yerleşik kuralları bozmaya özel bir önem veriyor; kakafoniden zarf olan sözcüklerle isimleri ilişkilendirmeye kadar hemen her yolu deniyor. İkinci Yeni'nin yapmaya çalıştığı dilde deformasyonu, onların bunalımcı algılayışlarından daha öteye, belki şizofreniye kadar dayandırıyor. Şairin bu edimi karşısındaki refleksim, bu aşırılık ile şiirin kaybolduğu ve böylece şairin okunurluğunu yitirebileceği noktasında idi. Şiiri hiçleyip, bir metne giden yolda yerleşik eleştiri ve algı düzeneğine saldırıydı bu örnekler. 
    
    Çetin'in yayıma hazırladığı dosyasını kendisine geri verdikten sonra, uzunca bir süre düşündüm. Şair, yaygın algı antenlerine yönelttiği parazitlerle, gerçekliğin egemen dolaşımına karşı bir tavırla tanımlanabilecek sanat pratiğine açıyordu kapısını. Bu dil Türkçe tutkunlarını öfkelendirecek, bunu biliyorum. Bilinçli bir edim olan bu tutum karşısında durup anlamanın daha doğru olacağını düşünerek, ilk şaşkınlığımı bir yana bırakarak, bu pratiğin poetik/politik olduğu kadar etik bir yanı olduğunu düşündüm. 
    
    Evet, iktidar, bir dille kurulabilirdi ve gerçeklik dediğimiz olgu, dil aracılığıyla yayılabilirdi. Öyleyse, iktidarın oluşabileceği alanlara saladırabilmek için belki de önce dile müdahale etmek gerekiyordu. Aslında anarşistlerin yapması gerekeni, bir şair gerçekleştiriyordu. Üstelik bunu, kendi etki alanını gerekirse daraltma pahasına… 
    
    Çetin, bu deneyimi, iktidarların üstümüze yürüdüğü dilin içinde gerçekleştiriyordu. Dil, kendi seslerinden aldığı ritme bir ivme kazandırmış, bu hız, giderek uğultuya, sonra da gürültüye dönerek üstümüze abanmışken, Çetin'in şiiri, şimdilik bir protesto olarak kekemeliği seçiyor. Bundan sonraki aşamayı merak etmiyor değilim. Belki bir dilsizlik olacak bu. Evet, gürültü bir yansıma olarak kendine döndüğünde, küçücük bir es, o gürültüden çok daha etkin olabilir. Olabilir mi, anlamaya çalısıyorum. Belki de tartışmak… 
    
    Çetin'in seçimi, bana kalırsa etno bir duruştur, onun kendisini tarif ettiği yerde okurun vicdanı ise etik olanı belirleyecektir." (…) "Şiir, evet; ama etno şiir.." 


**KEKOMEÇE
(Ahmet Telli'nin Mehmet Çetin için yazdığı şiir;
Barbar ve Şehlâ, s:14-16, Everest yay. Ekim 2003)
 
1/
Kekeme bir tarih perperişan
Aşkların nesisin sen şimdi ey
Ardına baktığında Munzur
Şimdisi gri bir okyanus olan
 
Ormanın yakıldı senin, köylerin de
 
Babası Kırmanç olanın payı
Etno hüzünler ve kekomeçe
Zaten kovalandıydın bunca ey
İşte o kadar ve bir ne ise
 
Su işte, Asmin ve nelerin
Kekemesi olan huzursuz oğul
Kovulmadığın ütopi kalsındı
Kovulmadığın bir ne ise
 
Ama sen terket bu dünyayı da
 
2/
Arkadaşlardan bir merak kalıyor sana
Bir de günbatımının kışkırttığı hâtıra
Sesin öteki'ne benziyor şiir okurken
Kekeme ıssızlığında aklın kamaşıyor
Newroz ateşini yakanlara cevap diye
Zağros'da yeni bir dergi çıkartıyorsun
 
Kalbinin batısı kadınların işgâli altında
Diğer yarısında arkadaşlar, bense oğlum
Demiyorum sen babam diyorsun, birden
Yasanın yasa boğduğu eski bir Kırmanç
Uzun bir mektup gibi düşüyor aklına
Bırakıp gidemiyorsun Pera sokağını
 
Sen kekeme ve Kekomeçe kal istersen
Ben oğlum diyeyim sesini duyunca



EK 1: Evet, Etno... / Ahmet Telli 
Kunduz Düşleri, Sayı IV, ss. 66-67

Hiç yorum yok: