10 Ağustos 2019 Cumartesi

Ve Daha.. İlk ikrar ile ilk aşk ilanı: Mehmet Çetin

Düşe kalka da olsa, yani “edebi Kirmanckî” ile bir-iki paragraf yazmak bile bazen ayları bulsa da, hem yazma ve hem de kimi şiir ve metinleri anadile kazandırma süreci de başlar. Bu yazma ve çeviri denemeleri esasen anadili daha iyi öğrenme ve sentaksından semantiğine, morfolojisinden etimolojisine, anadilin felsefesini ve diğer dillerle tarihsel ilişkilerini de daha iyi anlamaya katkı sunar.
Mehmet ÇETİN
İlk ikrarı anadili olan ancak erken yaşta anadilinden koparılıp dayatılan dil/diller karşısında kekeme bırakılan çocuk gün gelir anadilinin yurduna döner, 1970’li yılların başıdır. Muhtemelen Hay emaneti bir ceviz ağacının yaz gölgesinde, çocukluktan gençliğe evrildiği ilk “ilan-ı aşk” uğrağındadır. İkisi de egemen dil eğitiminden geçirilmiş, ve aşk ilanı o dil ile yapılabilecekken dönemin popüler şarkılarından biri anadile çevrilir, ve aşk ilanı da o şarkı ile yapılır; “waştîya mi be tu mi re mekê nî najî..”(1)
Zamanın seyri ölüm-kalım uğrağındadır; 12 Eylül yılları; yakmalar, yıkmalar, sürgünler, zindanlar… Hücresinde bir tür “tanrısal” yalnızlığı yaşayan tutsak işkence ile teslim alınmasına karşı fiili direnişini her seferinde anadili ile seslendirdiği kilamlar ile karşılar… Sorar ardısıra; “o ki bu yaraları anadilin kilamları iyileştiriyor; o ki, ruhsal ve duygusal sığınağı anadilidir ve edebiyat yapmayı da niyet edinen bir süreç öngörüyor, “ma” neden anadil ile değil de… Gerçi anadili ile nasıl yazacağını henüz tam olarak bilmese de hücre duvarına kazınmış sloganların yanına bir slogan kazır ki anadili ile ilk kez yazdığı olur bu; “bira, serba ma waxte merdeno nika…”(2)

İlerleyen süreçlerde düşe kalka da olsa, yani “edebi Kirmanckî” ile bir-iki paragraf yazmak bile bazen ayları bulsa da, hem yazma ve hem de kimi şiir ve metinleri anadile kazandırma süreci de başlar. Bu yazma ve çeviri denemeleri esasen anadili daha iyi öğrenme ve sentaksından semantiğine, morfolojisinden etimolojisine, anadilin felsefesini ve diğer dillerle tarihsel ilişkilerini de daha iyi anlamaya katkı sunar.
Artık zindan sonrasıdır, ki 90’lı yılların başıdır; anadile dair anlama çabası sürecinde karşılaşılan tartışmalar, özellikle de anadilin aidiyetleri üzerinden yaşanan erken kırılmalar, yasaklar ötesi kimi “derin” müdahaleler de, anadilin, yani kadim Kurdî dil Kirmanckî’nin (Kirdkî, Dimilkî, Zazakî) yazılı külliyat oluşturma sürecini geciktirir. Yakın yıllarda sözlük, gramer, yazım kuralları gibi alanlarda yazılı kaynak ve şiir, roman, öykü gibi estetik yapıtlar belli bir birikim sağlasa da, bunun, dilin yakıcı ihtiyaçlarını karşılamaktan henüz uzak olduğu söylenebilir. Bir de bu yapıtların -doğal sayılabilecek- estetik düzeyi meselesi ve daha pek çok şey…
Çeviri kolektifleri mi?
Özellikle 90’lı yıllarda yoğunlaşan o, evlerinin, köy ve kentlerinin, ezcümle yurtlarının başlarına yıkılması, yakılması ve yine sürgünler sonrası, bu dilin evlatları dağıldıkları yeryüzünün pek çok dili ile yüz yüze gelir. Varoluşsal çaba bu dilleri olabildiğince iyi öğrenerek yaşama tutunmayı önceler. Yoksanmış ve en az yüz yıl öncesinde soldurulmak istenmiş, UNESCO’nun da tespitiyle “tehdit altındaki” bir dile dönüşmüş anadilleri, yaşadıkları hayatları karşılamaya yetmez hale gelir. Son yüz yıllık gelişmeler içerisinde sanatta, edebiyatta, teknolojide ve sayılabilir diğer alanlardaki gelişmeleri içeren bir literatür oluşturma gücünden yoksun düşürülür, kekemeleştirilir, solgun bir zamana hatıra bırakılmak istenir. Kurdî kurumlar öncelikli olmak üzere, diğer kimi Kirmanc-Zaza çevre ve şahısların gazete, radyo-tv, web vb. ifade araçları üzerinden dili geliştirme çabası sürse de tehdit altındaki bu dil ile ilgili, bu dilin “tham”ını ve tarihsel sözlü birikimini açığa çıkarmak, çağın ihtiyaçlarını karşılayacak yazılı halde dile kazandırmak için yeterli bir iklim henüz ve hala yaratılamamış olur.
Bunun için öncelikli ihtiyaç, yazmak; edebiyatın hemen her türünde yazmayı denemek, etimoloji ve karşılaştırmalar yoluyla dilin nüanslarını keşfetmek, son derece zengin sözlü geleneği yazılı yapıtlara kazandırmak, yeni söz ve söyleme biçimlerini belki daha bir “edebi” cesaretle önermek; bölgesel kimi farklılıkları -ağız ve hatta lehçe farklılaşmasını- ilk elden ortak kazanım kılmak, bu birikimi oluşturan emek ürünlerine ve özellikle de yazılı yayınlara katkı ve dayanışma sunmak ve daha pek çok şey…
Daha pek çok yol ve yöntem önerilebilir yazmanın yanı sıra. Ancak kendini dayatan bir gereksinim olarak “çeviri” üzerinden de düşünülürse, kimi dünya dillerini ana dillerinden daha iyi kullanır hale gelen ve o dillerde hayatlarını sürdüren, ancak etnik aidiyetleri üzerinden anadil sürecine de katılmak isteyen bu dilin evlatlarının emek, bilgi ve birikimini bir araya getirmek, birbirinden öğrenmeyi kolaylaştırmak, anadili “folklorik” bir görünümden kendi derinliğine kazandırmak gibi süreçler için “çeviri kolektifleri” önerilemez mi mesela?
Kastedilen şu olabilir; anadili öğrenme ve yazma denemelerine, bileşimini, çalışma biçimini kendilerinin belirleyeceği çeviri kolektifleri önerilemez mi, bir danışma ve dayanışma ağı ile beslenemez mi, teknolojinin ve iletişim imkanlarının vardığı yer dikkate alındığında -yapay zeka algoritmaları hariç değil- daha yaygın ve etkin ifade araçları yaratılamaz mı; bu dilin insanları “her vas koke xo ser beno kewe”(3) dediler her zaman ve hayat bunu her fırsatta doğrulasa da, çeviri yolu ile anadile kazandırılan ve belli bir estetik seviyeye tekabül edecek bu ürünler anadildeki derinleştirme süreçlerine de katkı sunmaz mı ve daha pek çok şey…
Ezcümle; on yılları bulan anadil ile edebiyat yapma ve çeviri denemelerinden edinilen kişisel bir çıkarsama olarak, Kirmanckî’nin yazılı literatürünü geliştirmek için, kardeş diller öncelikli olmak üzere, diğer dünya dilleriyle dillerin eşitliği düzleminde ilişkilenmek, “çeviri” üzerinden anadile yeni söz ve söyleme biçimleri kazandırmak son derece etkin bir imkan olabilir. Yine de bu mesele kişilerin niyet ve çabasıyla hallolmayacağına göre sürecin bir kurumsal karşılık da talep ettiği de açık olsa gerekir. Böylece çeviri kolektiflerinin yanı sıra benzer çabaları da ortak bir mecraya kazandırma imkanı da yaratabilir. Bu hem yazma ve yaratmaya dair bir cesaretlendirme olur, hem de bu birikimi toplumsallaştırmak için ihtiyaç duyulacak yeni ifade araçlarının birlikte yaratılmasına katkıda bulunabilir. Nihai önerme ise anadilin yurdunda yaşamak ve yaşatmak olur ki hatırlanabilir hemen;
“kotî mordemî bideco cane xo oca do, vane..”(4)
*
(1) Sevgilim gel sen bana yapma bu nazı.
(2) Kardeş, bizim için ölüm vaktidir şimdi.
(3) Her bitki kendi kökü üzerinde yeşerir.
(4) İnsanın neresi acısa, canı oradadır, derler.

Mehmet Çetin
Yeni Özgür Politika
02/07/2019

Hiç yorum yok: