Voltadayız. Vehbi tahliye olacak. Bizi unut diyorum. ''Olur diyor''. Gülüyoruz... Bizi unutup unutmaman değil aslında vurgulamak istediğim aslolan senin 'dışarda' kendini konumlayışındır, bundandır ki koşulların elverirse bir kez olsun gl diyorum. Bir tepenin yamacında olmalıyız ve nicedir dorukların uzağına düşük. Çık tepeye hiç değilse bir uçurtma gönder diyorum. Oğlun Cansın'ın yüzünü çiz renkli kağıtlara gönder sınırlandırılmış maviliğimize. ''Olur mu?'' diyor. Hayır... Hemen vazgeçiyorum. Nedendir, ''Uçurtmayı vurmasınlar''* geliyor aklıma. Olmaz diyorum. Güzel çocuk Cansın'ın hayat kadar güzel yüzünü gönderme buralara. Götür onu el konmamış bir maviliğe;
Uçurtmayı vurmasınlar!
...
'Uçurtmayı vurmasınlar' aylardır elimin altında tam olarak 6 aydır okumuyorum. Okuma zevkimin yeterine gelişmemiş olduğundan söz edilebilir. Her ne kadar bu sürede -notlarıma baş vuruyorum da- bir kaç çarpı on kadar kitap ve daha pek çok şey okumuşsam da, bu kitabı değil! Neden? Mutlaka ki bunun bir açıklaması vardır ancak bir konuda fazlaca bir şeyler yazmak istediğimden emin değilim. Hem çok önemli nedenlerde olmayabilir. Alırım bir kitabı ve okumayıp başucumdaki kutuda aylarca saklı tutabilirim. Neden olmasın?
...
Oğlum 9 yaşına girmek üzereyken tutup okudu bu kitabı. Ve sonra da alıp bana getirdi. Düşünüyorum da, bu yaştaki oğlum bir şeyleri benden önce okuyor ve paylaşma sınırımızı böylesini geliştirip okuduğu kitabı okumam için tutup bana getiriyor. Ve böylesi bir çağıltıyla ırmaklanıyorken yüreğim nasıl olur da alır hemen okurum? Okumadım! Böyle davranmakla birazcık işin hilesine kaçıyorum, kabul ama bu daracık olsun öne geçmeye hakları yok mu çocuklarımızın? Hiç değilse 6 ay kadar beklemek istedim. İşte bu gerekçem bir okumama nedeni olabilir. Hem de ikna edici bir gerekçe bu sanırım...
Değil!
...
Daha önce kaldığım koğuşta bu kitabı kaç kişi okudu bilmiyorum. Kimseye de özel olarak önermedim.Nedenleri vardı. Ancak son iki aylık sürede -ve sayımızın 30 kişi dolayında olduğu bu yeni koğuşumda- nasıl oldu bilmiyorum, elden ele dolaşıp durdu bu kitap. Sözün kısası 'Uçurtmayı Vurmasınlar' bir aydır ki bu koğuşta liste başı. Bu anlamda best-seller değilse bile herhalde 'best-redder' olduğu kesin. Politik hükümlülerden, kaçakçılık suçundan hükümlü olanlara dek yaşlı-genç pek çok arkadaş, bu kitabı okudu da ben hala okuyamadım. Bu kadarı da olamazdı artık! Bu kompleks teferruatıyla renklendirilebilecek bir okuma nedeni olabilir mi?
Değil!
...
Bugün, Gramsci'nin 'Hapishane Mektupları'nı okuyor, notlar alıyorum. Bu sıra kibrit kutusunu andıran havalandırmanın beton zemninde ve plastik bir topla da olsa top oynama önerisi getiriyor arkadaşlar ve içim gidiyor ya yine olmazlıyorum. Çünkü okuyacağım kitapların en alt sırasına kim bilir kaçıncı kez alıp yerleştirdiğim 'Uçurtmayı Vurmasınlar'ı görüyorum ki bu kez tek başına duruyor orada. Tek başınalık hep altı çığlıkla çizilmiş anlamlılıklar duyumsatıyor bana. Bu kez dayanamıyorum ve hemen okuma kararı veriyorum. Bu da önemsenebilir bir okuma gerekçesi olamaz mı?
Değil!
...
Daha önceleri dayanamayıp yan gözlerle didiklediğim bu kitabı alıp seriyorum ufkuna gözlerimin. Önce susuyorum. Uzunca susuyorum. Ve sonra tüm açık yürekliliğimle bunca zaman kendisini neden okumadığımı dobra dobra anlatıyorum. Sesimde biriken çocuklar kadar güzel bir türkü, ağzımın kıyısındaki sitemi ve suskunluğu siliyor. Ancak, uzun sürmüyor bu, ikna oluyor hemen, hak veriyor bana.Neler anlattım da böyle hemen ikna oldu? Bu artık aramızdaki özel bir söyleşi. Çünkü böyle olacağına dair arkadaşça sözleştik aramızda ve arkadaşça sözleşmelerin anlamlılığını bir de ben anlatacak değilim elbetteki! Daha önceden getirdiğim gerekçeler ikna edici görünse de onları pek palyatif buluyorum artık. Bu onlara saygısızlık etmek istediğimden değil, asıl gerekçenin derinliği anlamlılığındandır. Bundandır.. Ve şimdi kitabın Akdeniz gülüşü ilk sayfalarını aralıyorken, notlar düşmeyi bırakıyor, Barışla birlikte yola koyuluyorum.
...
Okuyorum bir solukta bitiyor. Yetinmeyip yeniden okuyorum. Bir kez katılmışım Barış'ın safına, artık yansız olamam! En iyisi koğuşta dolaşıp kitap hakkında görüş biriktirmek. Okuyanlara soruyorum, neler denilebilir kitap hakkında, susup dinliyorum. ''Kurgu sorunu var'' ''Kitabın olay örgüsü Barış çocuk ekseninde kurulurken, bir tam'lık duygusu veremediği oluyor'' diyenler var ve yine ''Biraz da Exupery'nin Küçük Prens'i anlatan biçimini çağrıştıran bir söylemi var'' diyenler de. Görüş toplarken, getirilen eleştirilerin ne ölçüde haklı ya da haksız olduğu o an çok ilgilendirmiyor beni. Ki zaten genel yargı kitabın ''şirin mi şirin dili yalın, anlaşmalı, rahat okunur'' vb. bir kitap olduğu yönünde. Ayrıca, kaçakçılık suçundan hükümlü yaşlıca birinin ''Kitap bitene kadar hiç elimden düşürmedim. Yemek yemeye bile gitmedim. Abartma hiç yok gibi. Gerçekler anlatılıyor. Sert mizaçlı bir insanımdır ama kitabın kimi yerlerinde ağladım. Hele de çocuğun, uçurtmayı vurmasınlar diye yakardığı an...'' değerlendirişi bir başka açıdan ilgimi yoğunlaştırıyor. Bir an için bunları bir yana bırakıp düşünüyorum da, içerde, gözsularına hükmü geçmeyenin vay haline gözevlerinin demekten alıkoyamıyorum kendimi. Sanığı olunan yaşanmışlığın sarsıntısını yazamazken deprem yazarlar.
Hele de, ''Çocukları güneş koka enselerinden koklaya koklaya ısırmak...'' isteminin uzamında olunca insan!
...
Kitabın yazımsal önemi pek tartışma konusu olmuyor benim için. Kurgusuna, diline dair vb. kimi sorunlarının olması, benzeri aksamalar da çok önemli gelmiyor bana. Barış'a ''Benim ağzımdan yazmaya çalışmışsın olmamış. Keşke kendi ağzından yazsaydın''ı dedirterek kendi kaygılarını da verme gereği duyan kitabın yazarıyla bu kaygıyı paylaşıp paylaşmadığımı da bu notlarımda tartışma gereksinimi duymuyorum. Ve sonuçta 'moda bir değerlendiriş'le nitelenmek de ürkütmüyor beni. Bu kitabın anlamlılığını daha tayin edici gördüğümüz (ki başat rol tartışması değil bu, yaşanılanın gerçeğine işaret etmektir) bir alanda buluyorum. Yazarın önemsediğim edimini oslolarak şöyle anlıyorum:
''Eğer bir Yunan trajedisi oynuyor olsaydık, olayların başka türlü gelişmesinin olanaksız olduğunu düşünerek her hangi bir değiştirme girişiminde bulunmayışımızı haklı gösterebilirdik. Ama durum böyle değil''(**) Durum böyle değil ve işte kitabın yazarı, Barış çocuğun incecik seslenişiyle bunu haykırdığı için durumun böyle değil deyip, çocuklarımız gerçeğin de duyarllığı ayaklandırdığı için.
Çocuklarımız!
...
Gerçekten de, çocukları güneş kokan enselerinden koklaya koklaya ısırmak isteyenlerin uzamında olunca insan, olay çocuklarımızın böylesine yoğun acılar ve hasretler içinde büyümek kavgası verdikleri bir dönem de daha da anlam kazanıyor. İçerde büyüyen Barış çocuk ile anne baba ya da diğer yakınları içerde olunca bir yanları hep içerde kalan çocuklar aynı acı gerçeğin ortak paydasını oluşturmuyorlar mı? Harçlıklarını biriktirip çatpat alarak cezaevini bombalamak isteyen veya evdeki tüm anahtarları toplayıp cezaevi kapısına dayanan, olmazsa, düşsellerinde sahip oldukları 'Galaktika'larla gelip bu 'simitçinin bile olmadığı' uzamdan, cezaevinden yakınlarını kurtarıp götürmye ayaklan çocukların çığlıkları ile içerdeki Barış'ın hasret yangını aynı düzlemde buluşmuyor mu? Unutmanın mümkünü yok, beni bir arabanın bagajına saklayarak veya askerlere göstermeden, arkasına gizlenip böylece cezaevinden kurtarıp götürmek isteyen oğlum, bu düşlerinden bir sonuç alamayınca en son artık bir ''Düşman askeri'' olmaya, beni böyle bir yoldan kurtarmaya karar vermemiş miydi! Unutmanın mümkünü yok... İçerde büyüyen Barış'ın çığlığı ile dışarda olup bir yanlarıyla hep içerde kalan çocuklarımızın çığlıkları böylesine içiçe, böylesine yürek dağlayıcılıktayken, hayat işkenceler, zindanlar, vur emirleri ve darağaçlarıyla böylesine amansızca ve hayasızca susturulmaya çalışılıyorken;
Birilerinin, bir yunan tragedyası oynamadığımızı yazması gerekmiyor muydu?
Durumun böyle olmadığını he anlatmaya çalışması...
...
Yazdıydım.Ve bir yazarın öznel izlenimlerinin evrensel bağlamda da geçerliğini sağlamasıyla kıvrılan estetiğin, işlevi itibarıyla bu kitapta gelişkin olmadığını düşünüyorsam da, amacım bu kitabın estetiksel-yazınsal değerini vb. tartışmak değil. Anlatmaya çalıştığım:
Yine bir açık görüş anındayız. Soluk soluğa söyleşiyoruz sevdiklerimizle durup durup kucaklaşıyorum oğlumla. O, döne döne bir soruyla dikiliyor karşıma, Baba neden içerdesin? Yıllardır ve hemen her fırsatta bu soruyu yanıtlamaya çalışıyorum. Ve yine anlatıyorum, insan, inandıklarını savunurken kekeme değildir. Munzurlarca bir sevdayla anlatıyorum, sonra sözler giriyor araya, gülüşler ve hasret giriyor araya. Yeni baştan kucaklaşıyoruz oğlumla ve ine, Baba, neden içerdesin? Anlatıyorum(...)(...) ''Baba, neden içerdesin?'' Artık telaşlanıyorum. Ve tam da bu sıra gül gibi tanıdık bir ses giriyor araya, anlatıyor, hani okuduğun o kitap vardı ya, hani ''Uçurtmayı Vurmasınlar'', işte, o kitaptaki... Konuşuyor bu şafak tadı güzelliğindeki tanıdık ses, ben susuyorum, izliyorum. Ve oğlumun gözbebeklerindeki soru işaretlerinin bir bir silindiğini görüyorum. Çocuk yüzü bildiği bir şeyleri anımsamanın, bundan yola çıkarak anlayamadığı bir duruma açıklama getirebilmesinin eşsiz hazzıyla gülleşiyor. Kurtuluyorum telaşımdan ve tekmil bedenimi ayaklandıran sancılanma yerini usul usul bir coşkuya terkeyliyor...
Soruyorum, anladın mı? ''Hı... hı...'' diyor. Oğlum o an neyi anladı tam olarak bilmiyordum ya, benim defalarca deneyip de başaramadığımı bir kitabın böyle bir çırpıda başarmış olması ssıcı bir etkide bulunuyor. Bir kitabın ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------(buralar okunmuyor)
*********
aydınlatıcı-bilgilendirici-eğitsel işlevini bu kadar yakından, bu kadar somut ve elle tutulur ölçüde tanık olduğum hiç de çok değil! Bu kitabı o sıra henüz okuyamamıştım.
Ve sanırım daha o günden sevmiştim.
Mehmet Çetin
1 Kasım 1986, Bursa
*Uçurtmayı Vurmasınlar. Feride Çiçekoğlu. Yön Yayınları
**Protesto. Kavram Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder