12 Ağustos 2019 Pazartesi

''SEVMEK EN İYİ ŞİMDİ? DÖĞÜŞMEK YİNE ŞİMDİ'': Sedat Yılmazsoy

Mehmet Çetin, sonunda, son altı yıla yaslanan şiiirlerinin önemli bir bölümünü ''Rüzgar/Ve Gül İklimi'' adlı bir kitapta toplayıp yayınlattı. 'Sonunda' diyorum, çünkü, aslında gecikmiş ( Ve sanırım biraz da bilerek geciktirilmiş) bir kitap bu. Yıllardır şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanıp duruyordu. Bu arada onun değişik konulardaki düz yazılarına da rastlıyorduk. (...) Yani M.Çetin gerek şiirleri, gerekse de düz yazılarıyla edebiyat ve sanatla ilgilenenlerin pek yabancısı olmadıkları bir isim. Bundan sonra da sık sık karşılaşacakalarını sanıyorum. Diyecek sözünün olduğu ısrarı bunu rahatlıkla ele veriyor.
     M.Çetin, sanat/edebiyat kavrayışını çeşitli yazılarında dile getirmiştir. Yine de, bu kitabındaki şiirlerini hakkını vererek anlamak için kimi görüşlerinin altını çizmek istiyorum. Böylece, onun şiirlerine yön veren anlayışın, yaratımına ne ölçüde yansıdığını (veya yansımadığını) anlama/kıyaslama imkanını da bulacağız.
     İlk elden,  onun 'dar ufuklu amatör bakış açısının aşılması' gerektiğine dair ısrarının altını çizmeliyim: ''Eğer -diyor- gerçekten bir sanatçıdan söz ediyorsak, hayatın ve kavganın sanat cephesini kurmak, yetkinleştirmek, yetenekleri bu cephede deltalamak, toplumsal muhalefete kültürel ivme taşımak.. kavganın bu cephesini yetkinleştirmek bazında, üzerine düşeni aktarmak zorundadır. Bu da, diğer işlerin yanısıra yapılacak bir iş değildir.''
     Böylesi bir sahipleniş, tavırlanış ve sorumluluk bilinciyle sanatsal faaliyetine perspektif tutan M.Çetin, şiirlerinde de bunu ifadeleyebilmenin uğraşındadır. Sanatın ve sanatçının amatör sınırlar içine hapsedilmek istendiğini, sanatı ve sanatçıyı küçümseyen eğilimlerin hâlâ önemini koruduğunu görmektedir. O, sanatı bir vakit doldurma, salt öznel haz, bireysel doyum için bir yan uğraş unsuru olarak görmemektedir. Aksine, hayatın her alanında olduğu gibi, bu alanda da toplumsal sorumluluklarla yetkinleşmeyi ve ihtisaslaşmayı savunmaktadır. Bunun için de sanatçının kendisini, esas ilgi alanı kuramıyla donatması, kuramsal bilgi ve estetik beğenisini hep geliştirmesi gerektiğine, ve 'dar ufuklu amatör bakış açısının' ancak böyle bir çaba ve tavırla aşılabileceğine inanmaktadır.. M.Çetin, sanatçı-politika ilişkisi sorununda tavrını 'en üst düzeyde taraflılık' olarak anlamlandırmakta ve bu anlamda da partizan sanatçı kimliğini tercih etmektedir. Ancak, böylesi bir tarafgirliği, partinin saygınlığına sığınarak, kendini böyle bir yolla 'öncü sanatçı' olarak lanse etme gibi bir yanlışa asla  prim vermemekten yana olarak anlamaktadır. Aslolan 'iyi' yazmaktır. 'İyi' yazmak içinse doğru bir ideolojik tutuma ve kavrayışa sahip olmak tek başına yetmez. Diğer yandan da çeşitli sapmalarla, ön yargılarla, gelişme ve dönüşmenin önündeki engellerle mücadele edilmelidir. Onun 'biçim/içerik'' üzerine tartışmaları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. ''Estetiğin salt bir biçim olayı olmadığını söylüyorum. Daha çok, ve aslolarak bir içerik eylemidir estetik, ve yapılanışı, içeriğin dışlaştırılması, içeriğe denk düşen ve etkileyen biçime damgasını vuran karekterdir diyorum.''
     Bu, sadece 'NE' söylendiğiyle ilgilenmek anlamına gelmiyor; 'NASIL' söylendiğinin öneminin ve yerinin  doğru olarak saptanmasıyla anlamlaşıyor. Ve ancak, içerik/biçim arasında söz konusu bu ilişkiyi kurmak pek o kadar kolay olamıyor. Doğal ki M.Çetin de bunun ayrımındadır. Bu ilişkiyi doğru olarak anlama ve sanatsal yaratıda kanıtlama, bunu yaparken basitlikten kaçınma ve özgün oluşu yakalama.. öyle hemen elde edilebilecek bir şey değildir. Basitliğe düşmeden yalın olabilme, kolay anlaşılır olmaktan çok, anlaşılmayı kolaylaştırma.. Sanırım başarmak istediği tam da bu, ve ancak bunun dur duraksız bir hesaplaşma ve emeği gerektirdiği açıktır.
     ''Yalınlığı kararlılıkla savunuyorum. Ama bu büyük bir olaydır diyorum. Basitlikle yalınlık arasında gerçekten de muazzam bir uçurum var, ve anladığımca bir yalınlığa ulaşmam için uzun yıllar gerekir sanıyorum.. Çoğunlukla yalınlık diye basitlik anlaşılıyor, işte buna şiddetle karşı çıkıyorum. Verili duyarlılık ve beğenilerin mutlaka geliştirilmesi gerektiğini, bunu ne popülistlerin ne de formalistlerin yapamayacağını, yeni öz'e yeni biçim kaygısını duyanlar olarak  bu alanda asıl görevin bizlere düştüğünü ve hakkını vererek bunu sahiplenmemiz gerektiğini düşünüyorum.''
     Haklılıktır ki basitlikle yalınlık arasında var olan söz konusu ayrımın altının ısrarla çizilmesi gerekiyor. Çünkü, çoğu kez yalınlık diye basitlik anlaşıldığı gibi, yalınlık da basitlikle suçlanabiliyor. Halk için sanat yapan tüm sanatçılar, yaptıkları sanatın yığınlar tarafından anlaşılarak kabul görmesini isterler. Yalın, ve bir o ölçüde de anlaşılabilir olma kaygılarının kaynağı buradadır. Kimi burnu büyük, kerameti kendinden menkul sanatçılar, sanatlarını 'ayağa düşürmek'ten, sıradan yığınların 'geri' düzeylerine indirgemekten sakınırlar! Bunlara göre, sanatçının yalınlık ve anlaşılmak gibi kaygılarının olması pek gerekmiyor, hem nasılsa anlayan anlayacaktır.. ya da bir gün anlaşılacaktır mutlaka!.
     M.Çetin, basitliğe karşı çıkarken yalınlığı savunmakla, bu tip elitist görüşlere de karşı olduğunu açıklıkla dile getirmektedir:
     ''Söylemde yalınlığı, en geniş yığınlarca anlaşılabilmeyi kuşkusuz ki amaçlıyorum. Ama halihazırda, daha çok halkın ileri unsurlarının dilini tercih ettiğimi de söylemeliyim. Bu çelişmiyor mu? Görünürde bir çelişmeye karşın gerçekte, ilerletici bir ilişki ve uyumun olduğunu düşünüyorum. Üstelik, öncü, geliştirici, dönüştürücü rol oynayacak bir sanat yapmayı hedeflemek,  bunu hem de bilinçli olarak estetik beğeni/kültürel vb. her cephede geri bıraktırılmış yığınlar somutunda yapmaya çalışmak.. İşte olay tam da burada düğümleniyor ve aşılması gerekende bu! Kekeleyerek ya da avaz avaz bağırarak, olmayınca susarak bazı şeyleri üst üste yığma ucuzluğunu halkımıza kendi, anladığı sanat diye  götürmeye kimselerin hakkı olmasa gerek.''
     Gerçekten de M.Çetin'in şiirleri öyle hemen, ve herkes tarafından istenilen ölçüde anlaşılıveren türden şiirler değiller. Hatta, hitap ettiği kesimin bile biraz zahmete katlanması gerekiyor sanıyorum. Diğer yandan da aradığı dil-söylemi yeterince bulamadığını, bu arayışını hep sürdürmek, hep öğrenmek zorunda olduğunu söyleyen, anladığınca bir yalınlığa ulaşması için 'uzun yıllar'ın gerekebileceğini belirten sanatçımız, demektir ki olgunlaşma sürecinde daha 'iyi' düzeyleri vadediyor. Bu olgunlaşmaya bağlı olarak da bugünkünden daha yaygın olarak geniş yığınlarca anlaşılmayı (ya da onların anlamasını kolaylaştırmayı) sağlayabileceğini düşünebiliriz sanırım.
     M.Çetin'in kimi düşüncelerinin altını böylece çizdikten sonra biraz da kitabındaki şiirleri üzerinde durmak istiyorum şimdi.
     TUTSAĞINI KURTARAN ŞİİRLER
     Yoğun bir emek/işçilik, apaçık bir titizlik M.Çetin'in şiirleriyle ilgili olarak sanırım ilk elden yapılabilecek değerlendirmelerdir. Bu özenli ve hesaplaşıcı tutum gereği bir şiiri yazdığı ilk haliyle yayımlaması  mümkün olmasa gerek. O, en iyiyi yakalama ısrarı ve telaşıyla dur duraksız çalışmak durumundadır. Böyle incelikli ve yoğun çağrışımlı dizeleri kurması, şiirinin imgesel örgüsünü bunca sık dokuyabilmesi biraz da bu ısrarla varlaşabilir. Kitaptaki şiirlerden de anlaşılacağı gibi, bize sunduğu en eski şiirleriyle en yenileri arasında bir uçurumdan söz edememek gelişememeyle değil,  bu sağlıklı tavrını daha ilk baştan oluşturmuş olmasıyla açıklanabilir. Eski/yeni, imgesel örgüsü güçlü kimi şiirlerinden verebileceğim kimi örneklerle bunu daha açınlamak mümkündür sanıyorum;

     ''susuyordu gün katildi eylül ve kalbimdi yanıyordu/küller küller''
     ''gülümseyen gözlerinden başka ülkem olmaz desen de''
     ''yanar yüzkırkyedi kominarın kurşuna dizildiği duvar''
     ''külettim ağıdı içtim gözyaşımı, acıları da tüketirim''
     ''güncesi, şakaktan sızan kandı sokaklara/ömrümüz''
     ''ölümyaralı sevgili niye leylak tanımasın hiç''
     ''başarısız intiharların sevincidir yüzündeki duruş''
     ''aşka yaraşan tarihe akran ses bu başkaldıran''

     Böylesi dizeleri çoğaltmak fazlasıyla mümkün, ve kimi şiirlerinden aramaya pek gerek duymadan aktardığım bu dizelerde de görüldüğü gibi, şiirin imgesel kuruluşu ve örgüsüne ısrarla önem vermesi M.Çetin'in en belirgin şiir tavrından biridir. Bunun önemsenmesi gerektiği kanısındayım. Ki, çoğu şiirinde sıklıkla karşılaştığımız 'kanama, gül, eylül, ölüm, gece' vb. sözcüklerin fazlaca kullanılması bile,  bu iyi örgütlenmiş dil/imgesel kuruluş gerçekliğinde yapay ve abartılı durmamaktadır. Bunların çoğunlukla şiire ustaca emdirildiği kanısındayım. Bu, açıktır ki ilham perilerine değil de, uzun ve yorucu bir çalışmaya yaslanmanın mükafatıdır. Duygu/bilinç/estetik beğeninin kesiştiği yeri yakalayabilmenin gerçekliğidir.
     İkincisi, ve belki de asıl dikkati çeken  nokta, yine H.Gedik'in de kitabın sonunda yer alan ilgiye değer yazısında belirttiği gibi, çoğu acımasız koşullarda geçen 6 yıllık cezaevi yaşamının M.Çetin'in şiirini sınırlayamamış olmasıdır. Yaşadığımız dönemin bir gereği olarak da hapishane ve işkence edebiyatı boy vermeye devam ediyor. Bu da bir gerçeklik ve gerekliliktir. Ve doğal ki, M.Çetin de bunu yapsaydı kimsenin bir şey demeye hakkı olmazdı. Yapay bir duyarlılıkla değil, en yalın ifadeyle yaşamının izleklerine yaslanmış olacaktı. Bunu yoksamıyor M.Çetin. Ama daha iyisini yapmayı da elden bırakmıyor; tutup şairini de şiirini de tutsaklıktan kurtaran şiirlere daha geniş ölçüde yer vermekte ısrar ediyor. O, bedeni içerde, bilinci ve yüreğiyle dışarda, üstelik en gerekli yerlerde volta vuran bir sanatçı tavrını bilinçli bir tercih sonucu olarak sahipleniyor.
     Örneğin, sekiz sekiz.. dokuz dokuz ölen akranlarının ölüm haberleri bir kan sağnağı halinde yağarken içerdekinin avlusuna, o alnı demirde zafer türküleri söyler acısını bastırmak ve ölümlerle de koşullanan geleceğe olan iyimserliğini/inancını haykırmak için. Çünkü o yürek diye bir ülke taşımaktadır göğsünde..
     ''ve bir rüzgara tutunan türkü olurum da
      geçerim o çatışma alanından
      menzile düşer kalbim''
     Bu, çatışma alanındaki şair yüreği/duyarlılığıdır. Ve an gelir kafa tutar sağırlıklara/duyarsızlıklara. Hiç kabullenemez. Diyelim ki değerli bir evladını yitirmiştir Türkiye halkı, binlerce evladından birini yitirmiştir işkencede.. Fakat suskunluk korkunçtur. Düşmanı şaşırtan, ama daha da fazla korkutan bu suskunluk şairde bir sorgulamaya ve anlama çabasına dönüşür hemen;
     ''hayır, görmedik duymadık bilmedik demeyin sakın
      yalan olur, hepimizindi sürmanşet ölüm günleri''

     Gerçekliğin yoksanmasına tahammül edemez. Ve gerekçelerini anlamaya çalışır; ayıplamak değil, sadece sormaktır onunkisi. Bu, eleştirelliği, düşünmeyi ve sorgulamayı koşullayıcılığı da içeren bir sorma ve anlama tavrıdır. Ama çeşitli etkenlerle kulakları gibi vicdanları da sağırlaştırılmış insanlara duyduğu tepki de değildir bu, üretken bir sorgulamadır. Yürek karartmaya değil, karanlıkları alt eden aydınlığa bir çağrıdır.  Kırk günlük uzaklıkta kımıldayan bir yaprağın hışırtısını duyabilen ozan yüreği, halkın bir büyük suskunluğu karşısında onca acıya nasıl dayanabiliyor? O, popülistler gibi halkı olduğundan farklı olarak görüp göstermez. Halk neyse odur; yani yaratan ve dönüştüren büyük bir güç, korkak, cesur, cahil, hakim ve çocuktur. Bazen düşmanı meydanda koyup kaçarlaaar evlerine ya da uyup hainin iğvasına sancakları elden yere düşürürler, bazen de bir nice mürtede hançer üşüşürler. ''En iyi bildiği yara sarmaktır halkın'' derken, yığınların gerçeğine bu bakışla yaklaşmaktadır. M.Çetin, ve kuşkusuz ki yığınlara ve geleceğe olan inancını bu nesnel tutumuyla da asla yitirmez. Ona göre sonunda olacak olan kesindir;

     ''gelir gün değişir rüzgar ülkem olur gül iklimi

     Bunun içindir ki 'kahreden ahları kül ederek' karşılar Didarların ölümünü. Tutsakların böylesi döğüşken anne.. abla.. kardeşlerinin ölümünü elbet ki kabullenemez. Ve 'elbet ki hükümranın günü de sola'caktır artık. 
     ''kanadıysak çok şafak gül karanfil
      kahreden ahları kül ettiysek artık
      yitirilen oğul.. kardeş.. kızların
      anıları yanına o döğüşken annenin
      adını yazdıysak ey didar.. didar
      sar yaranı ey kesikdamar yas yok
      elbet ki hükümranın günü de solar''

      Tavrı açık ve kesindir; ölen/öldürülen Didar'ımızın yerini yenileri alacaktır ve hükümranın günü soldurulacaktır. Gül kuruyunca alnına kan düşen, Dolares suretli biçare annesini de kavgaya çağırmasının ve dökülen kanları silmesi için sokağa çıkmasını istemesinin açıklaması da burdadır. Sadece annesini mi? Hayır! Tüm insanları kavgaya çağırdığına göre.. Ki, açlık grevinde bile yaş gününü kutlamayı ihmal etmediği, 'zindanla gül arasında büyüyen' oğlu Pir için şiirlenen şair duyarlılığı  bu özgüle sıkışıp kalmaz. Yani aynı olay burda da görüldüğü gibi özel bir tutum olmaktan öteye genel bir tavıra ve sahiplenişe dönüşür. Açıktır ki muhabbeti ve sınırsız sevgisi tüm çocuklaradır. Zaten M.Çetin şiirinde çocuk izleği önemli bir damardır. Yine, bir başka kıtada ve bir başka ülkede, hiç tanımadığı bir şair asılırken, başka bir şair buna nasıl kayıtsız kalabilir? Doğal ki onun yüreği ve bilinci sadece ülkesinin dağlarında, kentleri ve caddelerinde dolaşmaz, gerektiğince ta Afrika'ya kadar uzanır;
     ''biliyor ve unutmuyoruz afrikası şairin
      yaramıza sarıyoruz şiirini arkadaş benjamin'' diye şiirlenir.
     ...
     Uzatmayalım.
     M.Çetin'in şiirinin özneleri, sevgili..çocuk..anne..kadın..savaşçı..akran..mülteci..mahpus..şair..sözün kısası tüm bir halktır. Edilgen değil, dirençli/direnen insanlardır. Açlık grevleri yaparlar.. kırda ve şehirde çatışırlar, içerde ve dışarda yaşamı savunurlar ve gerekirse de ölürler.. Böylece o, çağının insanını döğüşken tutum ve savunmalarıyla anlar ve  tanımlar. En üst düzeyde yantutarlığının gereğince de tavrını  belirler. Umutludur, kararlıdır.. Yaşadığı çağın özelliklerini ve geleceğin anlamlılığını bilen bir etnik gözlemiyle ve şair duyarlılığıyla şiirlerinde ideolojik/estetik bütünselliği yakalamanın kavgasını verir. Onun şiirindeki ''gül adının direnmeye yaraşması'' biraz da bundandır.
     M.Çetin, çağın ve şafağın şiirlerini yazmak ısrarını korudukça bundan şiir adına da önemli bir sevinç duyacağımıız açıktır. Rüzgar Ve Gül İklimi'ni biraz da bu yaklaşımla ele alıp tartışmakta yarar var sanıyorum.
Sedat YILMAZSOY

Hiç yorum yok: