17 Temmuz 2011 Pazar

Şimdi Yeniden Başa Dönmenin Zamanıdır: Mehmet Çetin

Mehmet Çetin

     Ütopya ve İdeoloji

     Bu yazı, kimi tartışmalardan biriktirdiğim bir satırarası okumasıdır. Devrimcileşmenin ideolojik olanaklarına ve evrenine dair bir okuma pratiği olarak bu yazı ütopya ve ideoloji konulu bir tartışmanın kimi parametrelerine işaret ederken, yeni bir ontoloji bağlamında eleştiriye de gereksinim duymaktadır.

     Devrimcileşmenin ideolojik evreni ve olanaklarını böyle bir tartışmanın satırarsından başlığa çıkarmamın bendeki açıklaması şu; bugünün ontolojisi bağlamında ütopyacılıkla yıkıcı bir ideolojik hesaplaşmaya gidilmedikçe sözkonusu yoksunluğumuz da  sürecek gibi.. zihniyet ya da hissiyatlarımızın da yaşantıda/fiili toplumsallıkta maddileşen ve ideoloji üreten bir yanı var. Kendilerini 'ideal, mutluluğu mutlak bir altın çağ' için mücadeleye ayırmışların bugünü devrimcileştirmekte neden atıl kaldıklarını, bir tür dinsel vaadler manzumesine dönüşen gelecek vaadine endeksleniş ve ertelenmişliklerini, yaptıklarıyla da kendilerini 'feda' ettiklerini düşünmeleriyle gelen yıkımın altından neden kalkamadıklarını, kimi söylemleriyle sistemin proseslerinin içine nasıl sıkışıp kaldıklarını, ve sistemle böyle bir ideolojik hesaplaşmaya gidememe sonrası verili politik iktidara karşı olmakla devrimciliğin nasıl eşitlendiğini, zihniyet ya da hissiyattaki romantizmin 'somut pratikler'de nasıl kekemeleştiğini, son-uçta da insanın kendi düşünün inkarına nasıl yığılıp kaldığını görebilmek, bunun eleştirisini yapabilmek ve eleştiriyi kendinin devrimiyle yürütebilmek için, vb. pek çok açıdan böyle bir tartışmanın, ve bu anlamda yeniden başa dönmenin kaçınılmaz olduğu kanısındayım.


     Nitekim, tarihsel ütopyacılık eleştirisinin bir katkısı burda da bulgulanabilir. Antik, romantik ve hatta modern ütopyacılıkta, kendi düşünün öznesi olamayan, düşünü arzu düzleminde tasarlarken onu kendi tarihsel an'ına çağıramayan, yani o düş o 'ütopya'dan yaşadığı an'a projeksiyon yapamayan ve faaliyetini böyle bir ideolojik/etik sınamadan geçiremeyen insan, böyle bir yenilgiyi yaşarken..

     Yaşandığı kadarıyla değil, ve böyle sürdükçe, yaşanacağı kadarıyla da tarih Dostoyevski'nin ütopist roman kahramanı Şigalef benzerlerini yalnız bırakmayacağa benzer. En masum söylenişiyle, gerek 'reel sosyalizm' pratiğinin hazin sonuçları, ve gerekse de mevcut örgüt, özne ve bunların ilişki diyalektiğine yaklaşış, politikayı tanımlama, anlamlandırma ve yapma biçimi, örgütsel hiyerarşi ve disiplin, iktidar, muhalefet ve bunların ilişki biçimine yaklaşış vb. bir çok özellikleriyle mevcut kimi örgütlenmelerin yaşadıkları, hüzün verici bir mükerer tarih olmaktan öteye gidemiyor.

     Bu sırada bir başka kasabada, bir başka ses duyulur: Karşımıza örgütlenmiş bir terör olarak çıkıyorken, kendisini örgütlenmiş bir özgürlük olarak vaadeden, eşitlik ve toplum mutluluğu adına bireysel eğilimleri ve değerleri geriye iten, ve Cioranescu'nun tanımıyla, vaadettiği mutluluğu da ancak 'ölülerin mutluluğu'na benzeyen ütopyacılığa karşı, tarih, distopyacıların bu eleştirilerine kulak vermeye başlar. Ne ki, ütopyacılığın ve benzeri pratiklerin eleştirisindeki haklılıklarını yeni bir sunuma kazandırmak yerine, eleştirilerini eldeki yıkıcı sonuçlar ve yenilgiler üzerinden  salt reddiye olarak dillendiren distopyacılar da 'deniz bitti'nin başka bir söylemini kurarlar. Huxley, Zamyatin, Orwel vb.'de vücud bulan distopyacılığın; ütopyacılık ve daha özelde marksist ütopyanın 'reel sosyalist' pratiğinin kendi tarihine yığılıp kalmasını görebilme yetisi üzerinden yükselttikleri haklı reddiye, bu kez 'mutlak gelecek'in 'mutlak geleceksizlik' olmasından öteye gidemez. Nitekim, 20.yy'a kadar ütopyaclığın iyi niyetle malül, statik 'mutluluk' fetişine, yeni bir tanrının krallığına ve muhtemel iktidarlarını şimdiden meşrulaştırmasına, insanı araçsallaştıran o 'ulvi' amaçcılığına haklı eleştiriler getiren distopyacılar, bunda saklıdevrimci olanakları açığa çıkarmak yerine, son-uçta yine ütopyacılıkla buluşan başka bir mutlaklığa, yani 'mutlak geleceksizlik'i fetişleştirirler.

     Gelinen yerdeki buluşma yeterince açığa çıkarıcı ve tasnif edicidir, diye düşünüyorum. Bir arkadaş, ilişkin bir tartışmamızda yanıtını içinde barındıran ve eleştirel tavrımızın altını çizen çok haklı bir soru sormuştu; nedir bu, demişti, ütopyalarla tarihin sonu mu tarif ediliyor yoksa.. evet açığa çıkarıcı ve tasnif edici buluşmayı da burada bulguluyorum: kendisiyle tarihin sonuna işaret eden, konjöktörel averajını zafer nağralarıyla taçlandıran, kimi politik muhaliflerini şimdilerde hayli yüksek entegre gücüyle iç eden ve onlar üzerinden kendisini yeniden üreten sistemle, vaadler menzumesine dönüştürülmüş, mutlaklaştırılmış, ve araçsallaştırdığı insanın geleceğini ipetek altına lamış (dini, politik, vb.) ütopyacılık ile, buna reddiye çıkarırken arzu düzelminde de olsa sunulan geleceğin ne kadar kötü olduğunu, böyle bir geleceğin sözkonusu edilmemesi gerektiğini söyleyen distopyacılık, niyetdışı da olsa aynıyerde, kendileri ve kendi özlemleriyle tarihin sonuna işaret eden bir son-uçta buluşurlar.

     Bundandır ki, devrimcileşmenin ideolojik evreni ve olanaklarından sözedildiği yerde; eleştirel şiddeti bir sistem eleştirisi, sistemi kutsayan ya da onu yeniden üreten nosyonlar ve eleştirisi olarak  gerekçelendirmek gerektiği kanısındayım.

     Şimdi, böylesi bir üst okumadan sonra, kavramsal kuruluş ve izlek sürekliliğinden hareketle -ve marksizmin kuruluş ortamı nedeniyle de zorunlu olarak Batı merkezli-  ütopyacılık eleştirisini  kimi ana uğraklarda sürdürmeye çalışalım. Öncelikle biraz geriye dönüp ütopya sorununu nasıl anlamamız gerekir diye bakalım istiyorum. Kendi tarihsel serüveni içinde bugüne kadar ki ütopyacılığı yanlış bir imge olarak değil, yanlış bir ontoloji olarak yorumlamak bana eldeki ilk doğru eleştirel anlamlandırma gibi geliyor. Bu durumda, ütopyayı, kavramsal eleştirisiyle tartışmaya hazırladığımızda; bir gelecek sezgisi, ve imgesel bir olanak olarak kendimize/bugünümüze çağırdığımız ütopya, yeni bir ontolojinin örgütlendirilmesinin ideolojik evreni ve olanağı olarak görülebilir sanıyorum.

     Kendi tarihselliği içinde ütopyacılığın kavranışı ve tanımlanışındaki kimi farkları açığa çıkaracak saptamalar, geliştirilecek eleştirinin zeminini olgunlaştıracaktır. Sürdürelim. İlk uğraklarına dönüp baktığımızda ütopyacılık /ki bu antik ütopyalar uğrağıdır/ bir ahlaki önerme, bir tür dinsel vaadler önermesi, toplumsal eleştirisinde bile mutlak bir arınma çağrısıyla geleceği ipotek altına alıcı bir yerdedir. Aydınlanma süreci ve romantik ütopyacılık uğrağında, ütopyacılık daha toplumsal bir  proje olma, eşitsizlikleri daha yüksek bir sesle eleştirme ve dahası ütopik sosyalizm döneminde de Weitling, Owen, Fourier, vb. kimi örneklerde görüldüğü gibi, ütopyalarını yaşadıkları güne çağırma gibi deneylerle karşılaşılsa da, tarihsel dinamik ve özneyi aradıkları yer sonrası bunun iyi niyetle malül bir ütopyacılık olduğu kısa zamanda deşifre edilebildi. Bu uğraktaki politik, dinsel vb. ütopya önermelerindeki senkronize, otoriter, eşitleyici ve düzenleyici ahlaki iktidar gibi izlekler modern ütopyalarda da değişen biçimlerde sürdüğünde, tartışmanın kapsam ve yönelimi artık değişiyordu. Nitekim, iyi niyetle malül söz konusu romantik ütopyacılığın eleştirisi özellikle marksizimde bir kopuşa denk düşebilecek kimi karşılıklar buldu. Ancak, ütopyalarının temel farkını 'bilimsellik' vurgusuyla dile getiren marksizmin kurucularının kimi determinist yaklaşımları, ve özellikle de devamcılarının 'reel sosyalizm' indirgemeleri sonrasında, üzerinde bir çok deneyin yaşandığı dünyayı yeniden anlama ve 11. tez'in içkin kılındığı bir anlamlandırma pratiğini gerekli kıldı, diye düşünüyorum. Dönüp bakalım..

      Serüvenimizde Seyrederken..
     ''Sosyalizmden sözetmek, bir ölünün ardından mersiye okumaktır.. Eylem gücü kırılmış, kaynak kurumuştur..'' demişti L. Reybaud, 1952'de; Ekonomi-Politik Sözlüğü'nde, 'Sosyalizm' maddesine karşılık olarak. Yaklaşık 145 yıl sonra aynı ölüm ilanının yazıldığı bu tarihsel kesitte; orada, dünyamızın Latin Amerika'sında kendisini fırtınada yitirmiş bir çocuk gibi duyumsayan E. Galeano, ölümilanı yazıcılarına şu yanıtı verdi:
     ''Günümüzde bürokratlar umudun adını kötüye çıkardılar; insanlık serüveninde o güzelim olanı kirlettiler; ne var ki.. (..) şimdi, yeniden başa dönmenin zamanıdır. Adım adım ve bedenlerimizin dışında başka kalkanlarımız olmaksızın.. Bulgulamak, yaratmak ve düşlemek zorundayız.. (..) Düşlemek bu gün, her zaman olduğundan daha çok kendini dayatıyor. (..) Benim en iyi dostlarım, bu hak için verilen kavganın içinde yaşıyorlar ve bu hak için birçokları yaşamlarını verdiler. Bunlar, (..) sosyalizmin ölmediğine inanan bir insanın tanıklığıdır: Çünkü bugün, onun yaşayacağı uzunca bir yaşamın daha ilk günüdür.''
     Çünkü sosyalizm denemesi tarihe devrimci bir müdahale olarak görülür, ve şimdiyse, yeniden başa dönmenin zamanıdır.
     Başa dönüyorum; geleceği gelenekle ilişkilendirerek söze başlamıştım.. ama, kendi özgül tarihimize indirgediğimizde marksist ütopya geleneği nerede.. sürekliliği önceleyecek ilk uğrak nerde.. izlek arıyorum; tarihsel/toplumsal değişmenin kapsam, yönelim ve birikeceği yer'den çok günlük pratiğin kendsiyle sınırlı kalmışız sanki; ideolojik öngörümüz ve hazırlığımız ancak eylem için attığımız son adımın burun ucuna kadar gidebilmiş.. ''somut koşulların somut tahlili'ni o kadar çok önemsemişiz ki (!) az ilerisinde ne olduğunu düşünecek zamanımız kalmamış hiç.. ama bunun da altından kalkamadğımız yerde; 'gecekondu sorunu devrim sorunudur.. kadın sorunu devrim sorunudur..' filan diyerek, hemen her sorunu devrime, devrimi de bugünden başlayacağı yerden bir belirsizliğe ertelemişiz. Bunu da determinist bir tarih yorumuyla meşrulaştırıp iman/inanca tahvil etmişiz. Böylece, gelecek imgemiz an'a her an ve yeniden çağrılmadıkça, adımlarımız birkaç adım sonra önü kesilen, önü kesildikçe de savrulup duran ve bir adım ileri iki adım geri'li mehter yürüyüşüne dönüşmüş.. sonrası, kahredici bir kekemeleşme!

     Ütopyacılığın İlk Uğrakları..
      Bilindiği üzere, Yunanca'da, etimolojik olarak, iyi ve yok takılarının yer'le bileşiminin karşılığı olarak ütopya'nın, tanım olarak ilkin T. More tarafından, 1516'da, yıkıcı sefalet koşullarında bolluk ülkesi düşünün görüldüğü İngiltere'de kullanıldığı söylenir. Platon'un düşsel/ideal toplum tasarımının yeraldığı Devlet'teki izleği yeni bir uğrağa taşıyan T. More, verili yoksulluk ve eşitsizlik eleştirisinin içselleştiği ahlaksal bir gelecek ve toplum tasarımını Ütopia Adası olarak tanımlar. Ancak, ütopyanın tanımsal çerçevesinden çok tarihselliğiyle ilgilendiğimizde göreceğimiz, bunun insanlık tarihi kadar eskiye uzandığıdır. Gelecekçi olan insanın, içinde bulunduğu yıkıcılık ve yıkıclıktan kurtulma/kurtarma özlemi, onun düş/düşleyiş eylemi ve ütopyacılığı olur. Ütopya, tarihselliği içinde hep böyle bir yükleme içinde  varlık edinir. İnsanın; masal, mit, düş, düşünsel önerme, dinsel vaad vb. dışavurumlarda örgütlediği ütopya fikri, yaşadığı tarihsel/toplumsal koşullara çıkardığı reddiye, verili koşulların meşruiyetini de tartışmaya kazandırır. Böylesi bir inanış, düş ve düşleyiş halinde geleceğe yapılan yükleme, ilişkin tarihsel uğraklarda altın çağ, ideal ülke, bolluk ülkesi, yeryüzü cenneti vb. ütopyalarda ilk biçimini bulur.
     Yine, bilgisine varılabildiği kadarıyla ilk antik ütopyalar kiminde varolanın ötesinde ayrı bir ideal, kiminde varolanın yetkinleştirilmesinde saklı, ama sonuçta salt akli ve ahlaksal, ideal birer gelecek önermesi olarak kendilerini çoğu kez yazınsal metinlerde ifade ederler. Yazınsal/sanatsal pratiklerin pek çok politik ütopyayı hazırlaması daha sonraları da yaşanan bir durumdur. Yine doğduğu ve içinden muhalefete başladığı toplumsal yapının sosyo-politik eleştireni de olan ütopyacı, öncelikle bir yazın/düşün insanı kimliğini verir. Verili toplumsal sistemin meşruiyetini tartışma konusu yapan ütopyacı, ütopyasını yaşadığı güne çağırma ve uygulamaya sokma çabasındaki kimi özel örnekler dışında, yiten ya da gelecekteki 'cennet'e çıkardığı çağrı ve vaadler menzumesinde, idealize edilmiş/fetişleştirilmiş bir eşitlik, mutluluk ve bolluk düşü görür. Düşü için bedel ödemekten de kaçınmaz.

     İlk ütopyaların antik kültürlenme içindeki önemlerine ve mevcut sistemlerin meşruiyetini tartışma konusu yapmalarına karşın, toplumsal bir gündem olarak önem kazanışları daha çok aydınlanma dönemine denk düşer. Kapitalizmin şafağında öncülleri kendisini ele vermeye başlayan insan-doğa yabancılaşması da süreci daha ağırlaştırdığında, verili yıkıma, yoksulluğa ve eşitsizliğe eleştiriyi içeren bu ütopyalar daha geniş etki alanı yaratma şansı bulurlar. Örneğin, T. More'dan sonra Tommasso Campenalla'nın Güneş Şehri adlı ütopyasının önem kazanmasının nedenlerinden biri de budur. Yanısıra Özgürlük Yasası adlı ütopyasındaki özgürlük vurgusuyla diğerlerinden kısmen ayrı bir yerde duran G. Vinstwanvey, ve Yeni Atlantis'iyle Bacon da bu kapsamda yorumlanır.
     Kendilerine özgü kimi farklılıklarına karşın bu tarihsel uğraktaki ütopyaların çoğu kendilerini genellikle ahlaki/ölümsüz doğrular, idealize edilmiş/değişmeyecek eşitlikçi bir toplum fikrinde ifade ederler. Kurulu toplumsal sistem ve değerlere eleştiriyi içermelerine karşın bunlar; koşullayan nedenselin, değişim ve dönüşümü sağlayacak yeni tarihsel dinamik ve öznelerin ayrımına varmakta yetersiz, iyiniyetle malül ve yeni bir tanrısal krallık türevi olarak kalırlar. Nitekim, sanayi devrimleri ve oluşan sonuçlarla sarsılışları da bununla açıklanır.

      Ütopik Sosyalizm Uğrağına Uğramışken..
      İdealize edilmiş bir toplum/altın çağ düşü ve iyiniyeti sanayi devrimlerinin daha ilk sonuçlarıyla sarsılır ve Fransız devrimiyle birlikte düşünsel/toplumsal gündem de farklılaşmaya başlar. Artık, insanın saf doğasına, mutlak eşitlik coğrafyasına dönüşü içeren ahlaki şarkı önceki yorum ve sözlerle söylenemez. Burdan başlayarak -siyasallaşma içerikleriyle- bir kopuş denemesi sürecine girilir. İlk ütopist sosyalistlerden Saint-Simon'un, altın çağ'ın asla geçmişte olmayıp önümüzde durduğu vurgusu da böyle bir farklılaşmanın  ifadesi olur. Ne ki, arzu düzleminde dile gelen bu kopuş denemeleri henüz kendilerini gerçekleştirebilecek bir olgunlukta değildir. Alman İdeolojisi'nde de vurgulandığı gibi; kurtuluş, tarihsel bir olgudur, zihinsel bir iş değildir ve bunu ancak tarihsel koşullar (..) meydana getirirdi. Böylece; yaşamın maddi ve çelişkin birliğinde karşılığını bulamayan geleceğe dönük toplumsal  projeler ütopik (!) kalırlar. Sanayi devrimleriyle birlikte tarih sahnesine kendi talepleriyle çıkan yeni sınıflar, içine doğdukları yeni ilişkiler ve üretim tarzıyla, eskiye dönülmezliğin kesin bir uğrağı olarak klasik ütopyacılıktan kopuşun olanaklarını bulgulamalarına karşın, bu koşullar ve yeni sınıf  ilişki/çelişkileri  köktenci bir kopuş için yeteri olgunlukta değildir. Bundandır ki, ütopist sosyalistler ütopyacılık ana izleğini romantizmle daha güçlendirir ve kimi sorunlarda ancak eleştirel bir mesafede durabilirler. Böylece de , o ahlaki/ideal şarkı terkedilmez, ancak yeni bir yorumla söylenmeye çalışılır. Saint-Simon örneğinde de görüldüğü gibi altın çağ izleği ve imgesi sürdürülür, ve beraberinde de mevcut kapitalizmin kazanılması, geliştirilmesi, insanlığın sözkonusu idealine sunulması yolu önerilir. Üstelik bunun da yine içini kapitalistlerin doldurduğu  çalışanlar tarafınfan sağlanacağını öngörür. Çünkü S.Simon'a göre 'halk edilgin, kayıtsız; hiçbir durumda ona danışmamak gerekir'. Saint-Simon'un, ütopyasının gerçekleştiricilerini aradığı yerdeki yanılgısı onun kimi düşüncelerinin mevcut koşullarla ilişkisini yadsımaz. Aksine, daha sonraki sosyalistlerin düşüncelerinin hemen hepsinin embriyon halinde de olsa onda mevcut olduğunu belirten Engels, bu gerçeklikte ''S.Simon'da engin bir görüş genişliğiyle'' karşılaştığımızı teslim eder. Yine, ekonomik koşulların, politik kurumların temeli olduğu bilgisi de onda öncül olarak vardır. Daha önemlisi de, insanlar üzerindeki politik düzenin, gelecekte, şeylerin yönetimine ve üretimin gözetiminee dönüşeceği düşüncesinde ütopyasını gerekçelendirmiş olmasıdır, vb. Ve bütün bu öncü yorumlarına karşın, tarihsel an'daki yeni sınıf ilişki ve çelişkisine yaklaşımıyla, ütopyasını iyiliksever ve akılcı kapitalizmin içinde, kapitalistler tarafından gerçekleştirilecek bir tasarım olarak sunmasıyla vb., ardılları tarafından bu sistematiğin tutuculaştırılmasının da olanaklarını daha en baştan barındırdığı söylenir.
     S.Simon'dan farklı olarak, ütopyasını kapitalizmin iyileştirilmesi ve yetkinleştirilmesinde değil, toprağa dönüşle gerekçelendiren C. Fourier de, aynı mecraya akan Fransız Devrimi'nin oğullarındandır.  Mutlu insan anaimgeli ütopyasını bir meydan okuyuşla ifade eder. ''Benden önceki insanlık doğaya karşı savaşmak için binlerce yıl kaybetti; ilk kez ben onun önünde dikildim, yasalarının organı olan 'çekim'i inceledim. O da kendisinin peçesini indiren tek ölümlünün yüzüne güldü, bana hazinesini sundu.'' Peçesini indirdiği doğa üzerinde kuracağı çiftliklerde kolektif yönetim ve mülkiyetin örgütlendirilmesini öngören Fourier, ücret yerine gelirden pay alınmasını ve organizasyonun üretici/tüketici birlikleri tarzında gerçekleşmesini de belirtir.
     ''O günkü toplumsal koşulların, Fransızlara özgü ve nükteli, ama hiç de üstünkörü olmayan bir eleştirisini de Fourier'de buluyoruz'' diyen ve, onu gelmiş geçmiş yergicilerin 'herhalde en büyüklerinden biri' olarak niteleyen Engels; onun, kadın sorunundaki oldukça ünlü 'kadına verilen özgürlüğün, genel olarak tanınan özgürlüğün  doğal ölçüsü' olduğu  yaklaşımını ilk kez açıkça söylenmiş olarak ona teslim eder. Bütün bunlarla birlikte Fourier'in en dikkate değer yanının 'toplum tarihi' kavramında görüldüğünü belirten Engels, burada Fourier'in, diyalektik yöntemi çağdaşı olan Hegel kadar ustaca kullandığını da belirtir.  Yine, insan soyunun eninde sonunda yok olacağı düşüncesini de tarih bilimine Fourier'in kazandırdığını ekler.
     Fourier, Cabet'ten farklı olarak, gelirlerin eşitsizliğini, katkıpayı oranında gelirden pay edinilmesi  ve evrensel mülkiyet ile, kimsenin karşılanmayan bir gereksiminin kalmaması yaklaşımıyla aşmayı önerir. Bu önermelerinin kanıtlanacağı bir falanj'ı kurmayı hep düşünen Fourier, kapitalistlere katkı çağrısı yapmayı da unutmaz. Ne ki, bu katkıyı yirmi yıl boyunca her gün öğlen vakti evine giderek bekleyen Fourier, tek bir 'iyiliksever' kapitalistin gelip kapısını çalmamasının nedenini tarihe açıklayamaz.
      Kopuş Sürecine Girerken
     Sosyalistlerin Amentüsü'nde L.Blanc, sosyalizm nedir sorusunu; ''Eylem halinde İncil'dir''. Sosyalizmin amacı insanlar arasında İncil'in özdeyişlerini gerçekleştirmektir'' diye yanıtlarken, bir gerçekliği doğrudan açıklamış oluyordu. Tarih, ütopizm çağıdır. Böylece, tasarlanan ütopyalar çoğunlukla başka bir tanrının krallığına çıkar.  Ve bu yeni sosyo-politik koşullarda henüz kendisi için sınıf olamamış proleteryanın tarihsel rolü/gücü ile bilinci arasındaki uçurumda bunlar kendilerine yer açmaya çalışır. Henüz kendisi için sınıf olamamış proleteryanın 'tarihi' rolünün geçmesinin az öncesinde böylesi bir sosyalizm doğal olarak farklılaşan maddi yaşamı karşılamaktan uzak, ama verili toplumsal koşulları da aşmaya çalışan, iyi niyetle malül bir ütopiklik olarak kalır. İdealize edilmiş bir eşitçilik, salt aklın rasyonalizasyonu, moralizmi olur bu; ya, halk ile burjuvazinin bir aileyi oluşturduğu söylemiyle sınıfişbirliği biçimli ya da proleterya vurgulu ama yoksullukta eşitlik indirgemelidir.  Ki, Marx-Engels'e göre bu da kaba kominizmdir, ve 'tasarlayabileceğimiz en aşağı hayat düzeyinden yola çıkarak, aynı düzeye indrime istek ve kıskançlığından başka bir şey' değildir.

     Marx, sosyalizmin; ne insanın yarattığı gerçek dünyadan kaçış, ne de uygarlığa düşman, kültürsüz bir basitliğe dönmek isteyen bir yoksulluk olmadığını söylerken; ütopyacılığın romantik içeriklenişini ya da Weitling örneğinde olduğu gibi yoksullukta eşitlikçi/anti-kültürcü tavrını eleştirirken, yakın dönem 'reel sosyalizm' rezaletlerinin zenginlikte değil yoksullukta eşitliği rasyonelize eden pratiklerinin de yüzyıl kadar önceden görüyor ve uyarıyordu sanki..
     Özetle; 1848 Devrimi'yle gerçekleşen kopuş denemesi ve pratiği, ütopik sosyalizmin gerek değinilen örneklerinde, ve gerekse de Babeufçülüğün pedagojik/ahlaksal ütopyacılığından anarşizme kadar, benzeri pratiklerde ve eleştirisinde biriktirir kendisini. Bu noktaya gelinene kadar, P.Benido'nun anlatımıyla; ''.. değişik öretiler ne olursa olsun, tüm çağ ortak bir sermayeden yararlanır: Özgürlük, ilerleme, idealin kutsallığı, bilimin onuru, gelecekteki insanın yaratıcıya ve dine inancı, hepsinin az ya da çok kabul ettiği, kuramda kimsenin reddetmediği'' bir değerler scalasıdır, dönemin ütopya izleği. Dahası, bilimsel sosyalizm de, özellikle geleceğe dönük toplumsal projesini gelenekten  devraldıkları itibarıyla ütopist sosyalistlerin önermelerinden, New Lanark deneyiminden, Weitling ya da Cabet'in Yeni İkarya pratiğinden biriktirdiğini yadsımaz. Nitekim, Cabet'in; 'ilk hak; yaşamak, ilk görev; çalışmak. Herkese ihtiyacı kadar, herkesten gücüne göre' ilkesel sunumuna bilimsel sosyalizmin kurucularının nasıl yaklaştıkları bile bunu kanıtlamaya yeter.  Yanılgılar ve yetersizlikler için de, Ütopik Ve Bilimsel Sosyalizm'de Engels, ''Bu tarihsel durum -diyordu- sosyalizmin kurucularını da etkiliyordu. Eksik kapitalist üretim koşulları, eksik teorilerle karşılandı. Toplumsal sorunların henüz gelişmemiş ekonomik koşullarda gizli duran çözümünü, ütopyacılar, insan beyninden çıkarmaya çalıştılar. (..). Onların hepsine göre sosyalizm, salt gerçeğin, sağduyunun ve adaletin dışavurumudur. (..) Ve herbirinin kendine özgü salt gerçeği, sağduyu ve adaleti, onun öznel anlayışı, yaşama koşulları, bilgisinin ve zihinsel eğitiminin ölçüsü ile belirlendiği için, bu salt gerçekler çatışmasında, onların karşılıklı olarak birbirini çelmesinden başka bir son olamazdı.''

       Olmadı. Ya da;
     ''O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler..''

     Değişme ve değiştirmeyi muhatabı dinamiklerle gerekçelendirme yerine, akli ve iradi kurgulamaların sonrasında ütopistler, gelişen ve değişen yaşamın maddiliği ve çelişkin birliğini karşılayamaz, kendilerini/ütopyalarını yeniden üretemezler. Engels'in yaklaşımıyla devam edersek; ''.. bütün zamanların en yüce düşünürleri arasında yer alan ve dehalarıyla, doğrulukları bugün bizim etrafımızdan bilimsel olarak ispatlanmakta bulunan sayısız şeyi önceden görebilen..'' yetileriyle, ve marksist ütopyanın bunalrın 'omuzları üzerinde yükseldiği'  gerçeğine karşın, sözkonusu ütopistlerin, özellikle de ardıllarının, sürecin gerisinde kalmaları sonucu, değiştirici dinamiklerinin eylemliliğine karşı durarak tutuculaşmaları, ve kiminde de egemenlerin safında durmaları sonucunu getirir.
     Bu yıkım sürecinde; kapitalist üretim tarzı ve ilişkileri sırrının ifşa edilmesi ve eleştirisiyle marksist ekonomi-politik, klasik Alman Felsefesi eleştirisiyle marksist felsefi materyalizm, ve ütopik sosyalizm eleştirisi akabinde geleceğe dönük toplumsal sunum olarak bilimsel sosyalizm bileşenli marksist ütopya, sözkonusu uğrakların eleştirisinde kendisini biriktirerek sistematiğine ulaşır, ve bunu edinmesiyle de ütopik sosyalizmi kendi tarihin ilişkin uğrağına emanet eder.
     Böylece insanın, gelecekçiliğinde, özgürlüğü ve nesnel koşulların farkındalığını başlığa çıkardığı kopuş uğrağındayız. İddia bu.. ve buna göre tarihin seyirdefteri insana yeni bir sayfa sunar. Dünyanın sadece/ve artık açıklanmasıyla yetinilmesi değil, değiştirilmesi eylemi örgütlü olarak kendisini gerçekleştirmeye hazırlanır.  Dünyayı yeniden anlama/anlamlandırmayla başlayan değişme, 11. Tez çağrısıyla değiştirme uğrağına işaret eder. Geleceğe dönük toplumsalsunum artık realize edilebilecek bir paradigma olarak ortaya konulur ve bilimsellik kanıtına özel bir vurgu yapılır. Gelenekten aldıklarıyla, geleceği düşleyen ve bilimsel kanıtlarda tasarlayan özgür, bilinçli insan, tarihsel gerekirlik olarak da kopuşu gerçekleştirmeyi  önüne koyar. Arzu düzleminde ifade edilen, kanıtlarıyla realize edilmeye çalışılan bu ütopya, 'birleşmiş bireylerin gücü' ile kurulacak olan sınırsız, sınıfsız toplum; kominizm olarak tanımlanır, vb.
     Bu uğrakta insan artık, kendisine biçim veren koşullar üzerinde etkide bulunabilen, değiştirme ve dönüştürme eylemini bilinçle gerçekleştiren tarih öznesidir. Bu özne, sadece akli olana sıkışıp kalmış insanın felsefi ve idealist retoriğinin koşullarca parçalanması sonrasında, çağın acklılığını sona erdirmeyi üstlenen insandır. Sadece biçim veren neden olmayıp , bu ontolojik önermesiyle aynı zamanda sonuç/biçimlenendir. Ve bu özne, o tarihsel kesidin uçurumundaki trajediye son vereceğini iddia eden öznedir.  Çünkü tarihin en büyük düşbazlarının 'eşitlik, özgürlük ve altın çağ' düşleri, derin bir acı ve sürecinin trajedileri olarak bu uçurumda duruyorlardı.

     ''Toplumsal koşullar işçi sınıfının militan bir sınıf niteliği kazanmasına olanak verecek kadar gelişmemiş olduğundan -der Marx- ilk sosyalistler (Fourier, Oven, Saint-Simon vb.) kaçınılmaz olarak geleceğin örnek toplumu üzerine düşler kurmakla sınırlı kalmak, ve işçilerin, yazgılarını birazcık iyileştirmek ereğiyle giriştikleri grevler gibi, güçler birliği ve politik hareketler gibi her türlü girişimini mahküm etmek zorunda kalmışlardı. Ancak, her ne kadar, kimyacıların kendi ataları simyacıları yadsımaya hakları olmadığı gibi bizim de sosyalizmin bu ilk pirlerini yadsımaya hakkımız olmasa da, gene de, onların yanılgılarına, biz işlediğimizde bağışlanmaz olacak yanılgılara düşülmesini önlemeliyiz.''
     Evet, marksist ütopyanın teorik/felsefi ve sistematik açıdan hazırlayıcıları, geleceğe dönük toplumsal önermelerinde ütopik sosyalizmden, sosyalizmin ilk pirlerinden öğrenmeyi aslolarak onların eleştirisiyle gerçekleştirirler. Onların, ütopük/spekülatüf projelerinin eleştirisini, diğer sonuçlarla birlikte örgütleyerek marksist ütopya önermesini ortaya koyarlar.
     Çünkü tarihsel koşullar farklılaşmış, ve bu tarihsel koşullarda önümüze koyacağımız problem de farklılaşmıştır. İnsanlık önüne ancak çözüme bağlayacağı sorunları koyarın (Marx) bu koşullardaki karşılığı Marksizim olarak önerilir, ve bu da kendisini önceleyen süreç/öğelerin yanılgılarına düşmemeyi gerekli koşul olarak öngörür. Ve bütün bunlardan sonra, öncekiyle kopuş tarihsel bir zorunluluk olarak addedilir.

     Bu yeni koşulları; doğayı, toplumu, ilişkin yasalarını tanıma ve deşifrasyonun karksizimdeki karşılığı, yeniden anlama/anlamlandırma ve değiştirme olur. Zorunluluğun farkında oluş onun bilincine varıştı ki, bu, vaddedilen yeni bir özgürlük alanı olur. Değişim için maddi koşulların olanaklı olmadığı uğrakta engin bir düşbazlıkla kendini ifade eden ütopik sosyalizm geçiş rolünü oynamıştır.  Artık tarihin dünya tarihine dönüşmesi sürecinde olduğumuz söylenir. Engels bunu Gotha Programı hakkında Babel'e gönderdiği mektupta da belirtir. Ve buna göre; mutlakiyetten burjuva demokrasisine, burjuva demokrasisinden de nihai olarak demokrasisizliğe geçiş zihinsel ve akli bir gerekirlik olarak değil, tarihsel koşullar ve toplumsal gelişim diyalektiğince olur. Marksist ütopya, bu sonuçların teoriye kazandırılması sürecinde kopuşu gerçekleştirmeyi başlatır.  Ne ki, bu kopuş süreciyle vadettiği özgürlüğün kendisini gerçekleştireceği 'o' tarihsel uğrak için şimdiden söylenebilecek çok şey de yoktur. Toplumsal örgütleniş, koşullar ve ilişkilere dair şimdiden kesin ve mutlak belirlemelerin yapılamayacağı  bir  gelecek önermesidir bu.. örneğin konut ve gıda sorununa iklişkin olarak Engels şunları söyler: ''Gelecek bir toplumun gıda maddeleri ve konut dağıtımını nasıl düzenleyebileceği konusunda spekülasyon bizi dolaysız bir biçidmde ütopyaya götürür. Yapabileceğimiz en fazla şudur: Günümüze kadar mevcut  bütün üretim tarzlarının temel koşulları  konusunda anlayışımızdan hareketle, kapitalist üretim tarzının yıkılışıyla birlikte bugüne dek toplumda varolmuş belirli mülkedinme biçimlerinin olanaksız hale geleceğini söylemek .  Alınacak geçişsel önlemler bile her yerde o anda var olan ilişkiler ile uygunluk içinde olmak zorunda kalacaklar..''
     İnsanın tarih dışına atılmışlığının son bulacağı bu alan, insanlığın ocukluk evresinin biteceği sözkonusu tarihsel an'la birlikte anılır. ''Gerçekte özgürlüğün alanı ihtiyaçların ve dünyevi endişelerin belirlediği emeğin bittiği yerde'' başlar diyen Marx, böylece insanın artık kendi tarihinin oyuncusu ve yazarı olacağı bir tarihe girileceğini de söylemiş olur.
     Vadedilen budur.

      Yakın Uğrak: Marksist Ütopyanın Reddi Ya da..
     İnsanlığın kendi geleceğini hazırlaması ve bugünden gerçekeleştirmeye başlaması senfonisinde ancak bir prelüd olabilecek sözkonusu pratiklerden  bugüne gelindiğinde.. evet, emperyalist kuşatma ve ideolojik yıkıcılığın etkisiyle, imgesel bir olanak olarak ütopya fikri ciddi olarak tahrip edilmiş durumda. Bu yıkıcılık 'reel sosyalizm'in kapitalizme ilticası ve bu yıkımlarla ideolojik hesaplaşmanın yeterince yaşanmaması, devrimcileşmenin olanaklarının yeniden anlamlandırılamaması vb. nedenlerle daha koyulaşmış durumda.

     Doğayı uykusundan uyandıracak insanın gelecekçiliği olarak tanımlanan marksizm, onun imgesindeki insan ve doğanın geleceği kötürümleştirilmiştir. Marksizmin 'reel sosyalist' yorumu sonrasında kapitalist yıkıcılık ve küstahlık önünde diz çökülmesi, egemenlikçi değer, yaşayış ve tüketim ideolojisinin içine bu 'cephe'den ilticanın alkışlanır olması, insanı özgürleşme ve kurtuluşun ufkunu daha karartmıştır.
     20.yy'da yaşadığı kimi pratiklerde bir olanak alanı oluşturmuş  marksist ütopyanın böylesine reddediliş uğrağında, hayatımıza yeniden çağrılmasının gerekli koşulu, yeniden başa dönmenin zamanı olduğunu görebilmektir. Yaşanagelen bunca pratikten oluşturulacak sonuçların yen bir ontolojiye kazanılması, ütopyanın kendisinin de böyle bir ideolojik eleştiri sürecinden geçirilerek yeniden tartışılması gerekmektedir. Özetle, daha çok kanama ve daha çok kanatma pahasına da olsa bu satırların üstü kazınmadıkça..
     Farkedilmiştir ki, yazı boyunca bir 'Marksist Ütopya' tanımı kullanıldı. İçine doğduğumuz sınıflı toplumlar dünyasından sınıfsızlığa geçişin, yani kominizmin karşılığı olarak kullanageldiğimiz Marksist Ütopya tanımı, kuramcılarının kullanmadığı, ve hatta 'ütopya' eleştirileri nedeniyle reddettikleri bir tanımlamadır. Mrksizmin kurucularının, 19. yy ortalarında gelişen işçi sınıfı örgütlülüğü ve eylemliliği sonrasında sınıfın karşısında yeralan, burjivaziden medet uman ve bu anlamda toplumsal eleştiri dinamiğini yitiren  ütopyacılıkla arasındaki farkı belirginleştirmek için kendi sosyalizm/kominizmlerine 'bilimsel' vurgusunu ısrarla yaptıkları bilinir.  (Benzeri durum, 20. yy marksistlerinin  distopyalar, ve hatta anarşist, feminist vb. ütopyalar karşısındaki tavırlarında da süregelmiştir.) Ne ki bu, marksizmin ütopyayı reddine değil, verili ütopyacılığın reddine, mevcut ütopyacılıkla aradaki farkı göstermeye dair bir reddiyedir, diye düşünülebilir. Çünkü bir gelecek imgesi/tasarımı olarak ütopya, marksizmde içkin bir durumdadır. Ütopyacılıkla arasındaki en temel ayrım noktalarından biri, bir gelecek tasarımı olarak ütopya noktasında değil, ütopyacıların başarısızlıklarının da ana nedeni olarak görülen, bir gelecek tasarımı olarak ütopyayı gerçekleştirecek tarihsel özne/güce doğru işaret edemeyiş, ütopyayı, salt akli/iradi bir tasavvur olarak, ve iyi niyetle malül bir toplum mühendisliğiyle projelendiriş biçimindedir, vb.
      Toparlanacak Olursa;
     a)- Marksizmin ütopyacılık eleştirisi bütün bu nedenlerle tarihsel anlamda doğru ve haklı bir eleştiridir. Ne ki, ütopyacılıktan devraldığı bir gelecek tasavvuru olarak ütopya fikri de yine tarihsel sürece yerinde yapılmış bir işarettir. 20. yy'ın şimdiye kadarki bütününe yayılan 'reel sosyalizm' pratiği marksizm'de içerili bulunan ütopya fikri/imgesini neredeyse tümden yadsımış, unutturmuştur. Bu anlamda da, marksizmde içkin bulanan  ütopya önermesi, hem ütopyacılık hem de reel sosyalizm eleştirisiyle yeniden açığa çıkarılmalı, varılan uğrakta yeni bir ontolojiye işaret eden pratiklere kazandırılmalıdır, diye düşünüyorum.
     b)- Marksizmde ütopyacılığa tekabül edebilen kimi determinist yaklaşımlar tartışılmalı, 'tarihsel kaçınılmazlık' olarak zamana endekslenen kominizmle sanki tarihin sonuna işaret ediyormuş gibi yaklaşımlar aşılmalıdır. Burda, genellemelerin yarattığı sıkıntıyı yeniden görürken, eklenmelidir ki; bu genel izleği kıran kimi doğru işaretler de yapılmıştır. Örneğin Mao, kominizmde sadece nicel değil, nitel kimi değişmelerin olamayacağını kim şimdiden söyleyebilir yaklaşımıyla, çok haklı bir eleştiriyi içerden geliştirebilmiştir, vb.

     c)-Değişen gerekçelerle de olsa, ütopyacılığın kendi tarihsel uğraklarına yığılıp kalması gibi, 20 yy'a yığılıp kalan marksizmin 'reel sosyalist' yorum ve uygulamalarına dair eleştiriler kazanıma dönüştürülürken, yine kendi tarihsel izlekleri içinden sınanarak gelen anarşist, feminist, ekolojist vb. farklı mecralarda biriken değer kazanımlar da yeni bir ontoloji bağlamına içerili kılınabilmelidir.
     d)- Bir imgesel olanak, bir gelecek sezgisi olarak arzu düzleminde varsayılan ütopyadan bugüne projeksiyon yapılarak, bugünden onun sunduğu olanak ve olanaksızlıklar açığa çıkarılabilmeli, hem mevcut verili sistemlerin meşruiyetini red, hem de yeni bir ontoloji bağlamında (ideolojik-etik bir leştiri olanağı ve yaşama pratikleri açısından) bugünün deneylerine çağrılabilmelidir. Nitekim marksizimde de bu yaklaşımın öncülleriyle karşılaşmak mümkün;  Engels, Anti-Dühring'de ''..yetkin bir toplumsal rejim sistemi bulmak, ve bunu propaganda ve eğer olanak bulunursa, model olarak deneyler aracılığıyla (abç) topluma dışardan vermek gerekiyor..'' diyebiliyordu, vb.
     e)- Tarihsel, toplumsal vb. gerekçelerle verili herhangi bir toplumsal sınıf ve zümreye , varsayılmış ütopyanın gerçekleştiricisi anlamında  'devrimci' bir 'tarihsel özne' rolü verilmesi, bunun mutlaklaştırılması gibi yüklemelere eleştirel bir mesafede durulmalı, yaşanan an'ın gerçekliini karşılayacak özgül yaklaşımlar  geliştirilmelidir.
     f)- An'a ve bu anlamda tarihe yapılabilecek her devrimci müdahale, arzu düzleminde bir farklı 'gelecek' imgesine sahip olmaya, ve an'dan başlayarak bunu gerçekleştirme pratiğine gereksinim duyar. Varsayılan ütopya da bugüne tanınan bir olanak olarak; verili sistemlerin meşruiyetini reddederken, mutlaklaştırılmış  ve mistifike edilmiş 'gelecek'le, her türden egemenlikçi ideoloji ve pratiklerle bugünden hesaplaştıkça, varsayılan gelecek bugünün kendisi, dayatılmış olanın dışında, değişe/değiştirile/bilir bir başka gerçekliğin gelecek ve bugün cinsinden olanağı olur.

     g)-Genel bir durum olarak  ütopyacılık (antik/romantik/dini/politik vb.) determinist bir tarih yorumuyla meşruiyet kazanmaya çalışır. Her şey tarihin/kutsal bir gücün yasalarınca düzenlenmiştir. Bize düşen o yasaları bilmek, uymak ve amacımız için araçsallaşmaktır. Ve oysa ne böyle bir geçmiş ne de böyle bir gelecek yok, sadece meşrulaştırma vardır, ve doğal olarak böyle bir determinizmin reddedildiği yerde, toplumsal bir sunum olması gerekçesiyle, gelecek imgesi/sezgisinin örgütlenmiş bireylerin bireysel özgürlük alanına müdahale demek olmadığına özel bir atıf yapılmalıdır.
     h)-Projelendirilmiş bir 'gelecek' için katarsize etme, büyüarınmayla o 'gelecek'e ulaşmak için (özne dahil) her şeyi araçsallaştırma, politik pragmatizm ve muhtemel iktidarları şimdiden meşrulaştırma, zamana tahvil edilmiş fantazma vb. gibi bir ütopya fikrinden farklı olarak, yinelenebilir; bugünün ontolojisine cevap vermek durumunda olan, bugünün varoluşlarını deşifre eden ve yeniden örgütleyen 'geleceğe' dair bir imge/sezgiler toplamı olarak varsayılan ütopya, statik değil, kinetik (değişken ve geçişken) ve an'dan başlayan bir fiili pratikler toplamı olarak düşünülebilir.
     i)-Bitireyim; sürekli bir devrim durumu olarak, tahvil edildiği bir zamanda değil, bugünden ve kendisinin de eleştirisiyle her an yeniden kurulan, ertelendiği zamanla kendisine bir ömür tarif etmeyen, kendisini taşıyacağı amacı kuruluş an'ına çağıran, bu anlamda 'kutsal' hiçbir amacı ve onun için araçsallaştıracağı bir öznesi olmayan, amacını kendi kuruluş ve yeniden kuruluş sürecine içerili kılan, yeni bir ontoloji olarak da daha bugünden kimsenin gelecek imge/sezgisini ipotek altına almayan ve bu anlamda bütüne dayatılmayan böyle bir ütopya fikri, devrimcileşmenin ideolojik evreni olarak, yaşam pratiklerimize çağrılması durumunda bir özgürleşme alanı ve olanağıdır..
     (...)
     x)-diye bitiriyorken,

     bütün bu gerekçelerle yineliyorum ki;
    ŞİMDİ, YENİDEN BAŞA DÖNMENİN ZAMANIDIR!
Kaynak: Ütopiya dergisi
www.mehmetcetin.info

Hiç yorum yok: