14 Temmuz 2011 Perşembe

Şairin Seyir Defteri

Not: Birinci bölüm elimizde yok maalesef..

Şairin Seyir Defteri 2

     Hüseyin Kalkan: Mehmet Çetin iki dilde yazıyor. Kürtçe ve Tükçe. Ancak Türkçe yazılanları bütünü ile Türk edebiyatının içinde saymıyor. Beslenme kaynakları ve psikolojik iç bağlantıları dolayısıyla, bunları Kürt gerçeğinin bir parçası olduğunu söylüyor. Buna rağmen Kürtçe  yazmanın kendisi için olmazsa olmaz olduğunu vurguluyor. Anadilinde yazabilmek için cezaevinde 6 yıl gramer çalışmış. Çetin Kırmançki ( Zazaca ) şiirler yazıyor. Bunlardan birkaçını geçtiğimiz günlerde MED-TV'de okudu.


bêbextiyé 

piye mê tu oca dê zê jü koi merdayna xo bêpine
zê roca payızi zê varısé amnani ama şi omrê tu
qê khem nêbiye iştiriyane to ra xesreta to ocara
vana kê daa bêveso welêbıro bêqediro nu welat
e kê mano bewayır bêberbe serba bêbextiya mê

piye mê tu oca dê zê jü koi merdayna xo bêpine
kırmanciya xo bêpine ha gola dersima bêwayıré
ware xo bêpine veri koi dé hega u marabayna xo
xovıramekê tu anca koe muzır ra xızıré xo bêpine
veng u vac çino kê bêberbe serba bêbextiya mê

piye mê tu ocadê zê jü koi merdayna xo bêpine
tu zê tikma rezé tu zê koi berzi bêpine oca dê
milcıkane bırr bêpine cemé xo mezela qalki xo
e kê rıznaa seré sıma çe xo çe cirane xo bêpine
vılé xo çewtmeké zeré menci serba bêbextiya mê

piye mê tu oca dê zê jü koi merdayna xo bêpine
( orada bir dağ gibi ölümünü bekleyen, yakılan ormanının külünü, kuşları, ırmağı, büyüklerinin mezarını, içine doğduğu dili, köyü, ormanı terk etmeyen, bekleyen baba için; --- --- vefasızlık hüznünü içeren bir şiir )


Kürtçe ile edebiyat sürecine girilmiştir


    Mehmet Çetin: Bundan iki sene önce yazıldı, 'Kanı susturun' adlı şiirim. O anki durum gereği politik bir okuma sonrasında yer yer reformizm olarak nitelenebilindi. Ama ateşkes sürecine gelindiğinde bu kez başka bir okuma oluştu. Bu da başka bir tehlike ve kültür.
     Nasılki savaşsız sınıfsız bir dünya için savaşan bir gerillanın en büyü düşü barışsa. Öncü bir yaşam olan şiir, bu düşü her fırsatta üstlenir, yaşanan vahşete tanıklığı ertelemeden.


 ŞİİR POLİTİK GEREKSİNMELERE KURBAN EDİLMEMELİ

    -yani şiire politik öncelikler açısından yaklaşılmaması gerektiğini mi söylüyorsunuz?
    -Dahası, bir estetik beğeni konusu olan şiirin, politik gereksinim ve okumalara kurban edilmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Bizim algı düzeneklerimizden  başlayarak sistemden, sistemin ürettiği bilgilenme ve okuma biçimlerinden kurtulmamız gerekir. Kopuşu sağlamayı başarmamız gerekiyor.


    -şiirinle ilgili söylemek istediğin başka birşey yoksa tartışmalar konusundaki fikrlerini öğrenmek istiyorum.
    -Ben de tercih ederim, kendi şiirimle ilgili konuşmak pek kolay değil. Diğerini tercih ederim.

   -Kürt edebiyatı Türkçe de olabilir mi? Olabilir diyenler var, olamaz diyenler var.  Sen neler söyleyebilirsin bu konuda?
   -91 yazıydı ve İzmir'de bir panele katılmıştım konuşmacı olarak. Pek çok söyleşimde yaptığımca. ''Ben asıl olarak Türkçe yazıyorum, ama Ttürk edebiyatı yapmıyorum. Anadilimde yazmakta zorluk çektiğim için..'' gibi bir şeyler demişim konuşmanın girişinde. Panelde Ahmet Telli, Nevzat Çelik'in dışında Ahmet Necdet de var. Yıllar sonra Ahmet Necdet benim o konuşmamı eleştirerek  Türkçe yapılan her edebiyatı Türk edebiyatına dahil etti. Son derece yağmacı bir tutumla, egemen ulus ve dil sömürgeciliğiyle. Hayli bir tartışma yürüdü o konuda. Ama bir başka tartışma da Kürt kesiminde gelişti. Hatırlıyorsan Yeni Politik'da bir makalede -isim verirsek, Yılmaz Odabaşı, Hicri İzgören gibi ve kanımca Emir Ali Yağan için- Türkçe yazmaları  nedeniyle 'Türk şairi görülmeleri gerekir'  deniliyordu. Son derece sığ sayılabilecek benzeri yaklaşımlar süregeldi bugüne kadar. Ama neyse ki Özgür Politika'da yayınlanan makalesinde Ş. Çiziri'nin dediğince: ''Şerefname bile Kürtçe yazılmamıştı ki''. Şimdi hangi kategoriye sokulacak.. dahası kaba bir karşılaştırma olacak ama, Kürt politikası da, politik literatürde asıl olarak Türkçe yapılıyor. Buna Türkç politikası mı diyeceğiz şimdi..


 İNSANLAR İÇİNE DOĞDUKLARI DİLLE EDEBİYAT YAPMALIDIR

     Kürt edebiyatı, Kürtçe yazılarak yapılacak edebiyattır' deniliyor. Şimdi ben bunun doğru olmadığını öncelikle söylemedim. Bir dilin edebiyatı o dille yapılır. Bu çok genel bir doğru. Ancak, burada sanki atlanan bir şey var. Genel doğrulara kurban edilen bir durum var gibi geliyor bana. Evet bu çalışmalar Türkçe yapıldı. Ancak bunların beslenme kaynakları, kültürel coğrafyası ve refleksleri, renkleri, duyarlıkları ve ifade etme biçimleri Türk olmayan bunca ürünün Türk edebiyatı olarak değerlendirilmesi yanlış olur bence. En azından ben böyle hissediyorum. Altı yaşında kopartıldığım dilime dönüşüm ancak 80'lerin ortasına denk düşüyor. O tarihten sonra anadilimi  yeniden öğrenmek için hayli uğraş verdim cezaevinde. O tarihten itibaren Kırmancki de yazmaya başladım 1988'den itibaren bunlar parça parça yayımlanmaya başlandı. Ama Türkçe yazdıklarımla Kırmancki yazdıklarımın imgesel dünyası, kültürel coğrafyası ve atmosferi, renkleri ve duyarlılıkları  hiç de farklı değil. İçine doğduğum dille de yazsam, sonran yazdığım dille de yazsam, içinde doğduğum ve büyüyerek, çoğalarak geldiğim kültürel birikim asıl olarak aynı kaynaktır. Ayrıca  Trük edebiyatını aşağılamıyorum. Çok sevgi ile bakıyorum. Ulusal kimliğinden ziyade, onun olşuturduğu estetik bağlamında.


   Ve etkinliklerde bu iki dilde konuşuyorum. İki dilde şiir örnekleriyle insanlara ulaşmaya çalışıyorum. Kürt edebiyatı konusunda bu özgül durumu gerçekten atlamamak gerektiği kanaatindeyim. Yani doğru olan ve mutlaka ulaşılması gereken, Kürt edebiyatının Kürtçe yapılması gerektiğidir.


   Özetle, insanların içinde doğdukları, aşk yaşadıkları ve yine içine öldükleri dille, Kürtçe dille edebiyat yapılması bir hedef olmalı. Ancak bir  ----- dönemi yaşandığı da dikkate alınarak mevcut birikim Türkçe'dir diye yadsınmamalı ,yoksanmamalıdır diye düşünüyorum.


Cezaevi edebiyatı değil, firar denemesi


     Don atlet yaşandığı koşullarda, Metris özelinde olduğu gibi, kağıdın kalemin olmadığı koşullarda insanların gerçekten öfkelerini, özlemlerini duygularını şiire ya da benzeri sanatsal etkinliğe dönüştürmeleri, yeryüzü kalabalığına  her an karışmak için dur duraksız firar etmeleri önemli denemelerdi. Dışraıda ancak bu, iki biçimde çok abartılı karşılandı. Birinci abartı, toplumsal psikoloji, kitle psikolojisiydi. Faşizmin saldırılarına karşı, içerideki insanlara dönük çok fazla birşey yapamayan, özellikle belli bir aydın  camiada ya da  yığınlar nezdinde böyle bir psikoloji oluştu. Şiir dışı nedenlerle orada yazılanlar çok abartıldı. Bu abartının  kriteri dediğim gibi estetik kriter değildi. Toplumsal psikoloji, sosyolojik açıklamaları mutlaka vardır. Ama estetik değildi. O başka bir vicdandı. Sanki, yani o şiirleri orada yapılan faliyetleri üstlenmek aynı zamanda oradaki direnişe omuz vermenin, güç katmanın başka bir yolu aynı zamanda. İkincisi ise, yine şiir dışı nedenlerle, şiirden konuştuğumuzda söz ediyorum, ençok orada şiir öne çıktı. Şiir dışı nedenlerle onu yedi kat yerin dibine batırmak isteyen çevreler çıktı. İdeolojik kaygılarla, yayıncılık kaygılarıyla, çevre kaygılarıyla ve benzerleri. Bu da büyük bir haksızlıktı. Ve dolaysıylai doğrusu 80'li yıllarda cezaevlerinde üretilmiş olan, kanımca direnişin estetik anlamda yeniden üretimi olarak değerlendirilecek bu çalışmalar doğrusu iyi bir ideolojik ve estetik eleştiriden geçirilmedi. Bu büyük bir şanssızlıktır bizim açımızdan. Tabi süreç farklı uğraklara evrildi ve dolaysıyla böyle bir hesaplaşma yapılamadan farklı şeyler yaşandı

     -Bazıları artık neden yazmıyor ya da yazdıkları eskiden olduğu gibi neden ses getirmiyor?
     -O zaman yazan arkadaşlardan kimlerinin neden artık yazmıyor oluşları ya da yeterince o zaman kadar etkili olmayışları. Doğrusu ben bunun son derece anlaşılır olduğu kanaatindeyim. İçeriden yazan herkesin, dışarıda da mutlaka yazması gerektiği gibi bir zorunluluk yoktur. Nitekim dışarıda olup da yazmayı bırakan epey insan var. Dışarıda olup da zamanında çok parlak etkili şiirler yazarken, artık öyle yazamayan insanlar olduğu gibi, cezaevi sürecindeki insanlarda da bu fazlasıyla geçerli. İçinde olduğum, iyi izlediğimi sandığım için söylüyorum; belki birkaç isim dışında, büyük çoğunluğu yazma eylemini sürdürüyorlar. Ve üstelik bildiğim kadarla söylüyorum. Genel anlamda yapılamamış olan, o dönemdeki estetik üretim, estetik eleştirisini insanlar  kendi içlerinde yapmışlardır ve dolaysıyla  birçok arkadaşımızın şiirinde belli bir evrilme değişme, bana göre önemli bir gelişme yaşanmıştır. Şiir beslenme kaynakları olarak genişlemiştir. Sistemin tutsak kılmak istediği, daha dar alanlarda, daha geniş coğrafyalara açılmıştır. Özel örnek babında söylersek, Nevzat Çelik'i kastetmiş olabilirsin burada, daha sonra yazdıklarının etkisi neden öncekiler gibi değildi. Buda biraz önceki yaptığım açıklama ile çok ilgilidir. Bana göre Nevzat cezaevinden sonra çıkarmış olduğu iki kitabında da, yine Kunduz Düşleri ve 2 de yayınladığımız yeni dönem şiirleriyle de cezaevi döneminden yazdığından kötü yazmadı. Az önce ifade ettiğimiz gibi şiirinin beslendiği alanlar, hayata dair, hayata ait alanlar çok daha genişledi. Şiir coğrafyası daha genişledi. Ancak 80'li yıllarda Nevzat'ın şiirinin -daha özelde söylüyorum- üstlenişi de, daha sonra yerin 7 kat dibine batırılmak istenmesinin arkasında şiire ait nedenler yok. Daha farklı nedenler, yani daha farklı nedenlerle oluşturulan abartılar vardı. Değilse belki daha az üretken olabilir. Ama Nevzat şiiri sürdürüyor, kanımca da şiirinin eleştirisini yaparak da bunu sürdürüyor. Şiiri artık yazamayanlar da yazmaya katlanamayanlar da  çıktı aramızda. Geçen yıl Soysal Ekinci intihar etti. Ama son ana kadar şiir yazmayı sürdürdü.


   -Yani cezaevi bir süreçti, bir edebiyatı olmalıydı, ya da edebiyata yansıması olmalıydı.
   -Edebiyatı değil ama, edebiyata, sanata, hayata ve yaşamaya katkı sunan daha güçlü bir karşlığı olmalıydı kuşkusuz. Bunun çok olabildiğini sanmıyorum. Önyargılı ideolojik saldırılar da sakatlayıcı oldu bu noktada. Bizim yapmaya çalıştıklarımızsa yapılabileceklerin, yazılabileceklerin çok azına karşılık düşüyor ve ne kadar yetkin olduğu da tartışılabilinir. Belki zamanla, zamanla... Ama bu önemsenmeli; çünkü tutsak alışla birlikte ağır, en iğrenç biçimde teslim alış çabalarını sürdürüyor sistem. Binler, onbinler var cezaevlerinde; işkenceler, katliamlar ve kuşkusuz ki onurlu karşı koyuşlar, direnişler de sürüyor. Gelecek düşlerine ve projelerine katkı sunan müthiş bir direniş ve zenginlik var oralarda. Böyle bir yaşam pratiğinin, edebiyat ve sanatta da estetik yeniden üretim bağlamında kendi karşılığı oluşmaktadır. Bunu özlüyorum. Eğer yanılmıyorsam, kimi örnekler dışında şimdilik pek fazla örnek yok ortalarda. Olacağına inanıyorum. Dediğim gibi, bunu özlüyorum. Özellikle Kürt edebiyatına önemli bir katkının sunabileceğini umuyorum.


    -Cezaevi konusu kendiliğinden açıldı, iyi de oldu. Tekrar başa dönmeden önce sormak istiyorum; cezaevi edebiyatı isimlendirmesi yanlış mı? Ben cezaevindeyken sürekli bir tekrarlama ne kadar ilerleticidir?
   -Doğrusu, özgül durum nedeniyle böyle bir tanımlamanın son derece tehlikeli olduğunu yıllardan beri söylemeye çalışıyorum. Edebiyatın kendince yasakları vardı, yapılan bir şeyin öncelikle edebiyat olup olmadığı önemlidir, nerede yapıldığı değil. Dışarıda yapılan edebiyatın bir kısmı nasıl ki estetik örgütlenmenin yasallıkları bağlamında edebiyat değilse bu içerideki içinde geçerlidir. Ama bu tanımlamanın ideolojik deşifrasyonunu  yaptığımızda gördüğümüz odur, bir dönem önü kesilmeyecek kadar  yoğun bir edebiyat pratiği ''cezaevi edebiyatı'' tanımı içine sıkıştırılarak  etkisiz hale getirilmek. ''Asli'' edebiyat içine algılanmak istendi. Oysa ki, insan hiçbir tanımın, hiçbir mekanın içine sığmıyor, yapılan edebiyat da öyle oldu. Böyle bir tanım içine sığmadı. Çünkü cezaevi ile sınırlı bir yazma pratiği değildi. Ama önyargılı eleştirilerin  sakatlayıcı bir etkisi de olmadı değil. Yani yapılamadı, cezaevi gerçeğinde biriktirebilecek pek çok zenginlik edebiyata sanata yeterince kazandırılamadı.


  ''Ben cezaevindeyken'' tekerlemesine gelince, bunun son derece saçma olduğunu düşünüyorum. Fazlaca yapıldığını da sanmıyorum. Kimse için bir rant kaynağı olamaz cezaevi olgusu ve üstelik son derece toplumsal bir durum. Yapanlar varsa, olsa olsa içinde oldukları daha büyük cezaevinin farkında  olmadan fiziki cezaevi günlerini kimi masa sohbetlerinde çereze dönüştürenlerdir ki, konumuz dışındadırlar. Değilse edebiyat anlamında bir cezaevi edebiyatı yapılamadı. Örnekleri çok sınırlıdır...


    Şairin seyir defteri ( 3 )



İpi kopmuş uçurtma


uzun yolculukların halkıyım, görün
yurtsuzluğun rüzgarına tutunuşum bundan
bundandır her aşkı son bir yangınla yaşayışım
kürt sürgünü dağlarda her şarkıyla parçalanışım

eskidendi bilmezdim aşkı. öğrendim: görün
yola düşen her kuş sürüsüne katılışım bundan
bundandır çıldırdı  ömrüm aşk  ihtilali çağrısına
her yürekte bu çığlığa denk düşecek bir karşılığa


çok önceden yıktım ölümü kalbime, görün
korku düşse de kimi an sularıma ay bundan
bundandır ayışığı öptü yarasını dağyıldızının
sarısabır çiçeğiyle ağulanan şarkısını bir halkın

ateştir yakar dediler yaksın daha, görün:
dahası, onyedimde darağacına çıkışım bundan
bundandır geceleri kan sızsa da rüyama dağdan
yakar ateş erir kar güneşe  çıkar kırçiçekleri o an


uzun yolculuğun hançeri yaşamım, görün:
siyanürü ağızda aşk gibi taşımak sırf bu yüzden
ölüme giderken boynumdaki bu kahkaha çiçeği
bundandır ömrüm artık ipi kopmuş bir uçurtma


bundandır ömrüm ipi kopmuş bir uçurtma artık


     -Söyleşimizin bu son bölümünde, Mehmet Çetin'le Kürt edebiyatını tartıştık. Çetin, Kürt dili edebiyatı yapılma sürecine girildiğini söylüyor. Bu nedenle paniklemeye gerek olmadığını, nitelikli ürünlerin süreç içinde ortaya çıkacağını, önemli olanın sürecin başlaması olduğunu belirtiyor. ''Halka kavranmıştır. Üürn kanıtları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkçede yansımaları daha çok olan bu büyük alt-üst oluşun Kurmanci-Kırmancki dille yapılan karşılıkları da oluşuyor. Artık, paniğe ve paniklemeye gerek yoktur. Edebiyat günlük hayatın mutlak anlamada karşılığı olmadığı gibi, böyle bir gereksinmeye de kurban edilemez. Bunu başka biçimlerde karşılamakta yarar var: günlük gelişmeye karşılık veren Kürtçe literatürü geliştirmek biçiminde vb.'' diyor Çetin.


   -şiir ve romanın, öykünün dille çok bağlantısı var. Mesela şiir çevrilmez gibi bir yargı var. Kürt hayatına ilişkin imgelerin Türkçe ifade edilmesi bana çok zor gibi geliyor.
   -Yazınsal pratiğin dille ilişkisi çok açık; bunlar dille örgütlenen insansal pratiklerdir. Ama ulusal bir yaşayışa ait imgelerin başka bir dille ifade edilemeyeceğine katılmıyorum. Biçimleri, duyarlık tarzları farklı olabilir, ama bu mümkündür. Ama kuşkusuz doğru bellediğim ise, o hayatın o dille estetik olarak örgütlenebilmesidir. Ve bu çok yakın bir hedef olmalıdır artık. Kendi payıma, epeydir böyle bir yazınsal pratiğimin olması ve Kırmancki'yi de  yazıyor olmam ötesindei kurucularından olduğum Piya Kitaplığı'nda Kırmancki şiir kitapları da yayınlıyoruz. Bunu önemsiyorum.


  ''TÜRKÇE İÇİN ÇOK BEDELLER ÖDEDİM''


     -Bu noktada bir şey sorayım; bir gün tamamen sadece kendi anadilinde yazmaya başlamayı düşünür müsün?
    -Vallahi buna sömürgeciliğin psikolojik içselleşmesi diyebilirsin, ama Türkçeyi bırakmayı düşünmüyorum. Çünkü bu dili çok seviyorum.


   -Eleştirmek için söylemiyorum.
   -Rahatlıkla eleştirilebilinir. Bunun deşifre edilmesine ihtiyaç duyuyorum. Çünkü hissedişim şimdilik bu ve Türkç'nin bende neden vazgeçilmez gibi durduğu da bilinsiz istiyorum. Dediğim gibi; içselleşmiş sömürge epistemolojisi de olabilir bu... Ama düşünüyorum da: bu dil için de çok bedeller ödedim ben. Dayak da yedim, yıllar yılı kekeme de oldum. Ve gelinen noktada kendimi, meramımı ifade etmemin  bir aracı oluyorsa, bedel ödediğim bu dili neden kazanıma dönüştürmeyeyim, üstelik seviyorsam.



ANADİLİ İLE EDEBİYAT YAPMAK TOPLUMSAL BİR SORUMLULUKTUR


    Ne ki bir yazar, sanatçı için toplumsal ya da ulusal sorumluluktur ana dili ile edebiyat yapmak. Onun için olmazsa olmazdır. Yani Türkçe ile edebiyat yapmak olmazsa olmaz tarzda bir sorumluluk olarak yüklenilemez ama, ana dilimle edebiyat yapmak benim olmazsa olmazım olmak zorunda. Nitekim, Metris'te kalkıp 6 yıl Kırmancki çalıştım. Sadece gramatiğini anlamaya, anlatmaya çalıştım. Ve bu dille yazma çabamın arka planı bende budur. Birşey daha; az önce özgül durumdan söz etmiştim. Toplumsal ve ulusal süreçte, dönüp bakıldığında, sanatın hep değişik bir yorumu olmuştur. Ancak Kürt gerçekliğinde durum bu değildir.  Bu çağrıyı yapan, bu hatırlatmayı yapan daha çok politik mücadelenin kendisi olmuştur. Yani bu da Kürt gerçeğinde sanatın öncü yorumu, sınırlı oluşu bunun yerine politikanın böylesi uyarıcılığı ya da sarsıcılığı bize özgü bir durumdur. Dolayısıyla Kürt edebiyatı sorununa  yaklaşırken bu özgül durumların atlnamaması gerektiği kanaatindeyim. Ama moment şu noktada yakalanmıştır: Bu dille edebiyat, bu dille sanat yapılmak zorundadır. Yapılagelen denemeleri sevgi ile karşılamak gerekir ama bunların son derece yetersiz olduğunun altını çizmek gerekiyor.


   -Kürdistan'da büyük bir alt üst oluş yaşanıyor ve bu sanata edebiyata, şiire yeterince yansımıyor. Hayat sanatın önüne geçmiş durumda, bunun sanata yansıması için ne gibi süreçlaerin yaşanması gerekir. Yansımamasının nedenleri nelerdir?
   -Buna az önce değinmeye çalıştım. Bu bir durumdur ve tarih içinde benzeri özgül durumlar olanaklı. Ama dediğim gibi sürece girilmiştir, bunun bilinmesi gerekir. Yakalanması gereken ana halka buydu. Halka kavranmıştır. Ürün kanıtları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkçede yansımaları daha çok olan bu büyük alt-üst oluşun Kurmanci-Kırmancki dille yapılan karşılıkları da oluşuyor. Artık, paniğe ve paniklemeye gerek yoktur. Edebiyat günlük hayatın mutlak anlamda karşılığı olmadığı gibi, böyle bir gereksinmeye de kurban edilemez. Bunu başka biçimlerde karşılamakta yarar var; günlük gelişmeye karşılık veren Kürtçe literatürü geliştirmek biçiminde vb. Nitekim o alanda durum hiç de iyi değil bana kalırsa. Dergilere üstünkörü bir bakış bile yeterli bunu görmek için. Sürece girildikten sonra - bu hep kışkırtılmalı ama- beklenen sadece bu dille edebiyat yapılması değil, iyi edebiyat yapılması olmalıdır.  Dahası bunun ilk örnekleri oluşuyor. Murathan, sizinle yaptığı söyleşide 'niye Kürtçe rock yapılmıyor' diyor örneğin; doğru değil bu, iyi izlemiyor. Kürtçe müzik önemli bir safhaya sıçrıyor. Kürtçe rock deneyen ve kişisel beğenime hayli yakın duran birçok müzik grubu var.


   Müzikte de sanatta da şiirde de bu dil kendisini örgütlemeye başlamış durumda. Sürece girildiğini görmek gerekir diyorum. Roman denemeleri de var. Ama yaşanan trajedilerle kıyaslandığında çok değil. Fakat edebiyat sanki günlük hayata karşılımış olarak düşünülmemelidir. Politik mücadeleye ivme taşıyacak, edebiyat pratiği, sanatsal pratik ihtiyaçtır belki. Ama politika bu konuda yardımı başka yazı çalışmalarında, makalelerde, incelemelerde beklemelidir. Ben bu konuda iyimserliğimi ve sürece girildiğini söylemeye çalıştım.


   -Şöyle bir düşüncem var. Sen bu konuda ne söylersin öğrenmek istiyorum. Bu gün orada kavga edenler, bu kavga hafiflediğinde ya da bir biçimde sorun çözüldüğünde bazı insanlar bu işi yapmaya başlayacak diyorum. Biraz Yeni Ülke deneyimlerinden biliyorum. Böyle bir platform bulduklarında gazetecilik yapmaya başladılar ve öne çıkanlar oldu. Bu kavganın içindeki insanların arasında şair, romancı çıkacaktır gibime geliyır. Bunlar süreci doğrudan yaşadıkları için daha sağlıklı yansıtacaklar sanıyorum.
    -Kuşkusuz. Bu kuşkusuz ki olacaktır ve Kürt edebiyatı, sanatı için müthiş bir kazanım olacaktır. Özlediğimi de eklemeliyim.

   Aynı Yeni Ülke deneyiminden ben de bir tanıklığımı aktarmak istiyorum. O günlerde bir şiir yarışması düzenlenmişti. Ahmet Telli, Nevzat Çelik, Mustafa Doğan, Metin Sever'le bir jüri oluşturmuştuk. Çok önemli bir deneyimdi. Tabii biz jüri olmak kaygısıyla girmemiştik bu çalışmaya; bir toplumsal sorumluluk olarak görmüştük. Büyük acıların insanlarının, ürünlerini daha doğrusu ürün düzeyinde bunun örgütlenmesinin önü açılabilir mi diye düşündük. 2 bin küsür şiir gelmişti o zaman. Biz  o dosyaların, o şiirlerin altında ezildik. Nitekim arkadaşlara önerdim; biz Metin'le jürilik görevimizden istifa ettik. Şunu söyledik ama orada: bu gönderilenler şiir olmak ötesinde bir şey, insan çığlıkları bunlar. Orada yakılan insanların çığlıkları, orada direnen insanların çığlıkları. Şiirler dağdan da gelmişti, evdeki mutfaktan da gelmişti. Yani hayatın ehr alanından insanların çığlıkları gelmişti. Bunları kalkıp derecelendirmek, şu iyi şiir, şu kötü şiir demek, böyle bir rolü zaten hiçbir zaman kendimizde görmek istemedik. Arkadaşlara -gerekçeli olarak- bütün bu çalışmaları bir kitapta toparlamalarını önerdik. Sonra, yapıldı sanıyorum.


   Oradan bu yana anladığım bu benim: insanlarımızın şu an yazdıkları şiirler belki, belki romanlar, diğer sanatsal faaliyetler esas olarak hayat içindeki çığlıklarının ve direnişlerinin karşılıklarıdırlar. Bunlara estetik kriter ve kaygılarla yaklaşılamaz.


    -En azından bu gün için..
   -Ama yazmayı da, sanatı yapmayı da kışkırtmak gerekir. Yani bu sonradan yapılacak birşey de değildir. 'Mesele çözülsün, ondan sonra sanat yapılır' da denilemez. Politika, sorunu pratik çözümde belirleyicidir. Ama o insanların kendi psikolojisini, kendi yaşama biçimlerini, ilişki biçimlerini şekillendirmeleri gerçekten kültürel alandaki mücadeleden geçecektir. Dolaysıyla bugünden yapılması gerek yarına ertelenmeycek olan, 'dövüşenlerin aynı zamanda anlatmaları gerektiği' bir dönemdir. Kendini bir biçim ile edebiyata, sanata ayırmış olan Kürt arkadaşlarımızın da  olmazsa olmaz olarak bunu görmeleri gerekir. Dili bunca yıldır yasaklanmış, yazılı bir kültür oluşmamış gerekçesiyle, Türkçe yazmayı sürdürmemelidirler. Bunca yasaklanmaya karşın kanıtlanmış bir şey var; dil insanın karşısındaki ile doğa ile ilişki kurmasının bir aracı aynı zamanda. İnsanlar bu dille doğuyorlar, bu dille ölüyorlar. İnsanlar doğuşlarını, aşklarını, düşlerini -insanlar içinde doğdukalrı dili biliyorlarsa, içinde doğdukları dili sevebiliyorlarsa tekrar, bu dille herşeyi yapma olanakları vardır. Teknik olarak eksiklikler giderilebilir. Dil kendisini estetik olarak çok iyi örgütleyebilir, buna şiddetle inanıyorum. Kendi pratiğimde olabilirliği noktasında beni ikna ediyor.

Söyleşiyi yapan:  Hüseyin Kalkan
Özgür Politika

Hiç yorum yok: