-neden üzgün ağaç ağıdı, ve niye ağıt?
-“ağaç ki çiçekler arasında/o benim işte” demişti zahrad. ağaç ki ağıtlar arasında, o benim işte, diye okuyabiliriz bunu, içine doğduğum dersim gerçekliğinde. yani orada ağıt, tıpkı yakılmakla bitirilemeyen ağaçlar gibi bütün ömrümüzü çevreleyen bir hal. annemden bana kalan en belirgin izlerden biridir hatta. annenin o en içten ağıtlarını dinlediğimde onun kendini ifade edişi, tarzı, üslubu beni çok etkilemiştir. yani doğanın bu en eski hali bizde de ‘ağaç ağıdı’ halinde kendini özdeşleştirdiğini söyleyebiliriz. dersim ağıtlarında doğa da insan kadar yer tutar; ve zaten doğayla uyum içinde yaşamanın mümkün ve acil olması gerektiğini içimizden bir yerlerden biliyoruz.. doğal ki doğa toplumu içinde bir hayata doğmamız, kendimizi doğanın ‘karar ses’ olduğu doğal yaşam ile iç içe ağacın, ırmağın sesi ile özdeşleştirmemize olanak sağlıyor. yani “ilerleme ya da bugünü kurtarma adına, doğanın ve doğadaki ‘öteki’lerin emeğini, varlığını, geleceğini yağmalayan egemen insan, doğadaki örgütlü ve ‘meşru’ şiddetin tarihini de yazmaya devam etmektedir” diyordu, mehmet çetin. evet, orada yanan ormanlar, boğdurulan sular bizim hem kişisel hem de kolektif sorunumuzdur ve bu belirlenim buna itirazdır da. yeri gelmişken: ağıdın aynı zamanda hafıza da olduğunu, dersim soykırımı’nın birer aktarımcı işlevi üzerinden de anlayabiliriz. soykırım öncesi ve sonrası ağıtlara bakmak, buradaki kültürel kesintiyi görmek sonuçları açısından önemli veriler sağlayabilir bize. elbette yaşadıklarımızı anlatmak gibi bir ‘söyleme’ zorunluluğumuz var; yaşayanların bunu kabullenmeme ama aynı zamanda ona katlanabilme gücü de bir ağıt gibi çevrelemiştir bizi diyebiliriz.
-şiirinde geçmiş zaman ağırlıkta, aktüele ise
oldukça mesafeli gibi, ne dersin?