26 Kasım 2019 Salı

MENZİLİMİZ MERCAN İDİ…: MEHMET ÇETİN

MENZİLİMİZ MERCAN İDİ…


 “o gümüşî sözlerle zaman söyler bunları/ sular mecrasını dağ gölgesini değiştirdi/
yitik düşler ağırlıyor uçurumda rüzgâr/ öyle, sitem ile minnet arası bir yerde...”

Baktım, meğermiş...
Seçtiğim hayatın bana ‘ev sahibi’ olma imkânı tanımayacağını biliyordum. Beis de yoktu buna dair, yeis de. Ama bir gün, bir evim olacak idiyse eğer, şöyle bir ev olsun, diye, düşlediğim evi anlatıyordum Defness’e. Araya zaman girmiş ve o güne kadar Dersim’i görmemiş arkadaşım ile Munzur Festivali sonrası Ovacık’a ve hatta doğum yerim olan Kurederşi mezrasına da gitmiştik. Yaklaşık yirmi yıl sonra ve artık yıkık da olsa, doğduğum eve bakmaya gitmiştik ve ben yıkıntılar arasında çocukluk anılarımı ararken, arkadaşım, “şimdi anladım” demişti; “sen, düşlediğin evi anlatırken, düpedüz doğduğun bu evi tarif etmişsin, bakar mısın..?”

Baktım, meğermiş…
Bir yamaca kurulmuş mezranın evleri ovaya, Ovacık’a, Munzur’a ve Mercan’a bakıyordu. Büyüklerimizin yüzlerini dönerek önce ‘der u cîran’a, ‘theyr u thûr’a, ‘dar u ber’e, ‘hewta u di milet’e, en sonunda da kendilerine iyilik diledikleri sabah güneşini ilkin Munzur ve Mercan dağlarında görürdük. Öğlen vaktini ya da ikindiyi, o dağlardan uzayan gölgelerden bilirdik. Şairin ‘göğe bakma durağı’ diye tanımladığı yer bizim için sıra sıra Munzurlara omuz veren kardeş Mercan dağlarıydı. Oradan ötesi ‘yasak mıntıka’ydı artık; yasak...

17 Kasım 2019 Pazar

HERMENİ: Mehmet Çetin

Dersim’de, Ovacık’ta..
7. Munzur Kültür ve Doğa Festivali dolayımıyla bir hafta kadar Dersim’de kalıyorum. Kalmıyor, kadim arkadaşlarımla dağ-nehir Dersim’i geziyorum. Hasret dinmiyor. Oysa kışın da dağ-nehir-kar dolaşmıştık yine biz buralarda: MASAP’ın organize ettiği ve belediyelerimizden derneklerimize, ilgili her çevrenin katkısını kendince esirgemediği Dersim Kış Günleri’nin ilk etkinliği için de bir hafta boyunca dolaşmıştık Dersim’i; klamlarımız, şiirlerimiz, değişik dillerimizle. Sevgili Hrant Dink’e adadığımız ve biraz da bu nedenle Dersim ve Ermeniler meselesine özel vurgu yaptığımız bu etkinliklerin Ovacık uğrağında Firik dedemizi de ziyaret etmiş, yüzyıla karşı söylediği klamları dinlemiştik onun ‘tarikat sırrı’ dediği bilgeliğinden. Bu yaz aramızda değildi artık ama Munzur Gözeleri’nde bu kez onun adına gerçekleştirdiğimiz divandaydık..

16 Kasım 2019 Cumartesi

''Şiir, Sözcüklerin Rüyasını Görmekse''

MEHMET ÇETİN İLE 'KEKEMECE' SÖYLEŞİ
Fadıl ÖZTÜRK / Murathan MURADOĞLU

“şiir, sözcüklerin rüyasını görmekse..” 

fadıl öztürk/murathan muradoğlu:bir yarıgece kapısına dayanıyoruz mehmet çetin’in. düşleri bile kirletilmiş bir dünyada kekeme olmayı anlamak mümkündü de, kekemece’yi bir itiraz diline çevirmek nasıl bir şeydir diye sormak istedik. yalan yok; bir hayatı en yakın siperlerde yaşayanlar olarak anladığımızla kalmamak için, okuyucu kalıp zor sorular sormak istedik. mehmet çetin’in piya şiir kitaplığı’nda yayımlanan kekemece adlı şiir kitabının gördüğü rüyayı konuşmak istedik. sehpada siyah çakmağı, sigarası bir de bir çift gamze duruyordu. bizimse yüzümüzden yaramazlık akıyordu. yarıgeceydi. sorduk. sabaha az kala bir zamandı alacağımızı aldık, üstü başka bir şiire kalsın..

-şiirin veresiye defteri var mı? dünyada memur olmadan yaşamak nasıl bir şey?
-ikinci soruya geçelim; estetik için çok şey söylendi ya, kekemece üzerinden estetik için ne söylersin? ya da estetiğin kekemecesi nedir?

-anlaşılmadı herhalde; hegel yazmadıysa bunu, yani sen yazdıysan ki yazdın, söyle o zaman; bir taamüd durumu yok mu yani?
-bizi konuşturup durma; eylem ifa edilmiştir mi diyorsun böyle susarak?

-eylerin gereği zaten mücellitten çıktıktan sonra yerine getirilmiş, şiirin rüyasındaki gerillalar yazılması gerekeni yazıp yarabere içinde de olsa üslerine dönmüşlerdir mi demek istedin yoksa?


-allaallaah, bütün yanıtları biz verdik ya..


    -şiirinin kekemece’yle evrildiği dil evrenini, bu uğrağı nasıl anlayabiliriz?
    -meçe: "şairin hayatı şiire dahil" demişti c. süreya; şiirimin giderek başka bir dil dünyasına evrildiğini söylerken, hayatım için de bunu söylemiş olmalısınız diye anlamak istedim. daha da ileri gidip o. wilde ya da bizim neyzen tevfik gibi "ben dehamı hayatıma verdim, yazdıklarım sadece yeteneğimdir" demek isterdim. yani hayatımızın dahil olmaya çalıştığı şiirimiz bir yolculuksa eğer, seyirdefterinde sürekli yeni uğraklarla karşılaşmak, bu anlamda başka dil dünyalarına evrilmek biraz da böyle bir şiirin doğasında aranmalı gibi. burda benim kişisel hızım bir kaplumbağanınkinden ne kadar fazladır, bilmiyorum, ama bu serüvende ana vurguyu sahicileşmeye yaptığımız hatırdadır herhalde. bu da, serüvenimizin etik/estetik tercihinin bizzatihi kendisidir. ve böyle bir tercihin asli yönü galiba hep "gitmek"tir; nereye? aradığımız yere! aramak dediğimiz de yüzyıllar öncesinden söylenmiş bir cümlenin sırrı ya da kıssadan hissesi: "arayanlar belki bulamazlar ama bulanlar mutlaka arayanlardır!"

15 Kasım 2019 Cuma

Hatıradır, yak bu fotoğrafı: Önder Kızılkaya


Mehmet Çetin’in şiirlerini yeniden okumaya başladım bugünlerde. Elime hemen “Hatıradır, yak bu fotoğrafı”yı aldım. Mehmet’in en çok sevdiğim kitabı! Bu kitabın bir “gaz bulutu” olduğu zamanları biliyorum… Kitap yoktu, kitaptaki şiirler de yoktu… Mehmet vardı!

Fotoğraf: Akın Yanardağ
Mehmet vardı! İçeriden yeni çıkmıştı. Birinci Piya, Sanat Hareketi, İkinci Piya… Yoksulluğu filan hiç dert etmediğimiz, çareler ürettiğimiz, cesur ve umutlu zamanlardı… Yoldaşlık ve kardeşlik günleriydi…

Asmin
“Birinci Piya” yıllarında Mehmet’in öykü kitabı “Asmin” çıkmıştı. “Öykü kitabı” dense de şiir gibi bir kitaptı bence. Asmin’i çok sevmiş ve çok etkilenmiştim. O günlerde Asmin hakkında bir yazı yazmıştım. Yerimiz olursa o yazıyı da bu yazının arkasına ekleyelim*; sevinirim. Mehmet de sevinir… Aslında hepimiz sevinebiliriz, göğe bakalım…

Sanat Hareketi
Bakalım: “Birinci Piya”yı altı şiir kitabı yayınladıktan sonra kapadık. Kapanış kutlamasını Beşiktaş İnönü Stadı’nda yaptık; bir Beşiktaş maçı izleyerek: Mehmet Çetin, Nevzat Çelik, Ayşen Türkmen ve ben… Daha sonra Sanat Hareketi günleri başladı. Bu süreçte ideolojik metinler ürettik: müthiş öğretici bir süreçti. Tartıştık, öğrendik, dönüştük. Sanat Hareketi, hepimizi değiştirdi. “İkinci Piya”yı, buradan öğrendiklerimizin üzerine kurduk. Bence en iyi şiirlerimizi bu süreçten sonra yazdık: Mehmet’in “Hatıradır, yak bu fotoğrafı”, benim “Ben kulunuz arsenik”, Nevzat’ın “Sevgili yoldaş kurbağalar” kitabı, bu süreçten edindiklerimizle şekillenmiş kitaplardır…

13 Eylül 2019 Cuma

ütopiya için sunu - otorite: mehmet çetin




ütopiya bu kez “devlet bıyıklarını hayatımdan çeksin metaforu dolayımıyla “otorite”yi konuşmak istedi. ulusal, sınıfsal, cinsel vb. hertürden egemenlikçi ideoloji, ordan üreyen yaşantı, örgütlenme ve kültürlenmeyle tartışmasını sürdüren ütopiya’nın bugüne kadarki bütün dosyalarında kuşkusuz ki “otorite” de konuşuldu. yüzleşme dosyasında da belirtildiği üzere; “biliniyor ki ütopiya, daha en baştan, her örgütlenmenin kendinde içerili hiyerarşik, disipliner, yaptırımcı yapısıyla arasına eleştirel bir mesafe koymak istedi. bu anlamda bir örgüt olmadığını, böyle bir örgütlenmeyi özlemediğini söyledi. aksine; anti-hiyerarşik, anti-otoriter, öznenin düşe yabancılaşmadığı, örgütün kutsal çıkarları için araçsallaşmadığı, yaprıtımcılık yerine kolektif katılımcılığı ve, karar alma mekanizmasında da bu kolektivite gereği azınlık/konsesüz demokrasisini seçen bir örgütlenmenin ifade aracı olmayı istediğini” söyledi.
geçelim..
ütopiya’nın o günden bugüne söylemeye çalıştıkları, kendi söz, davranış ve etki pratiğine de çağırmak istedikleridir. bu çaba ‘ayrıntıda saklı olduğu’ söylenen ‘şeytan’ı bulma ve anlama çabası olarak da görülebilir. bu bağlamda, ütopiya’nın bu dosyasında da nüansın ardına düşen yazılar var; ayrıntıda kurulu, ayrıntıda kendisini örgütleyen ve yeniden üreten, egemenlikçi varoluşların ayrıntıya saklı tekabüliyetlerini deşifre çabaları var. tarihteki en örgütlü otorite olarak devletten, ve bunun “sosyalist” biçimlenişinin eleştirisinden, edebiyatta ve sanatta, estetik beğenide, hukukta, ekonomide ve globalizm olarak örgütlenişinde, cinsellikte, etnisidede vb. saklı otorite’ye dair önemsenebilir ve tartışma yaratabilir metinler var. İdeolojik hegemonyanın sözerkinden başlayan ve yaşantıları teslim alan hertürden mikro/makro iktidar oluşumuna, yaşam/yaklaşım ve varoluşa dair deşifre çabaları kuşkusuz ki yaşantılarımızın, ilişki ve muhalif konumlanışlarımızın da eleştirisinden geçirilerek biriktirilmeye çalışılanlardır.

İnsanın aşkhali olarak romantik vicdan

Mehmet Çetin


Sunu yerine:
vicdanın diktatörlüğü” adında bir oyun tekstini okuyordum. şatrov’un sözkonusu tekstinde bir karakter, geleceğin tek diktatörlüğünün ‘vicdanın diktatörlüğü’ olacağını öngördüğünde ilkin irkildiğimi hatırlı­yorum. hayli zamandır vicdan kavramını hayatına ve söylemine daha farkında çağırmış ve bunu en kişisel olandan en toplumsal olana, haya­tın her alanındaki egemenlikçi ideolojilerle hesaplaşmanın bir olanağı olarak görmüş birinin, kassandravari bir söylemle geleceğin tek dikta­törlüğünün vicdanın diktatörlüğü olacağını duyduğunda irkilmesini an­lamak mümkündür sanırım.

daha öncesidir; yirmi yılı aşkın bir zaman öncesi uzunyayla bölgesinde bir çerkez köyünde, saygın bir çerkez yaşlının evinde, onunla tartışma halindeyim. dünyanın halini yorumlamayla başladığımız sohbetin gelip dayandığı yer sınırsız ve sınıfsız bir dünyada yine de bir tanrıya gerek­sinmemizin olup olmayacağı.. tasavvufçu yaşlı çerkez’le anlaşamadığımız tek sorun neredeyse bu. tanrı gereklidir, diye ısrar ediyor yaşlı çerkez: insanlığın hayvanlaşmaması için, tanrı korkusuyla insanın nefsini ter­biye etmesi, vicdanını yitirmemesi için tanrı gereklidir ki ancak o vic­dandır öyle bir dünyayı yaşanılır kılacak olan..


ütopiya, altıncı kitabında romantik vicdanı dosya konusu yaptığında yine yine hatırlanıyor bunlar; ya da ütopiyanın böyle bir dosya konusu hazırlamasını biraz da bunlar hatırlatıyor..

“...vicdan satınalan..” sistemle arasına farkında bir eleştirel mesafe koy­mayı daha ilk sayıdaki sunu’sunda denerken; “yeni bir mevsimin, yeni bir hayat bilgisinin yoluna düşen ütopiya; kolektif bireyden bir düş’e, imgeye gidişte bugünden bir olanak olduğunu düşünüyor, bunu yaşa­mak ve benzeri pratiklerle buluşmanın araçlarından biri olmak ve böyle bir karşı saldırı için birlikte ‘hayır’ demek istiyor!” diyen ütopiya; izlek sürekliliği içinde, kolektif bireyden kolektiflere, oradan yabancılaşmaya ve yabancılaşmanın yıkıcı sonuçlarından biri olarak intihar uğrağına geldiğinde, bunu hazırlayan durumlardan birini bu kez romantik vic­dan’ı dosya konusu yapıyor.

18 Ağustos 2019 Pazar

Dara tekê.. / verindbi: verdraşî..: Mehmet Çetin


dara tekê..
"heya nîya bî.. ayan u beyan o kê nîya bî.. par u perar nu hewn bî.. zımıstan u amnanî de nu.. nıka ancîya raya a dara tekê.. ya xızır.. ez her roce bız u bızekan dıma na raye do çend serrîyo.. zana kê endî thalîya.. kes çîno.. yenî-menî yî çîno.. nêzon ke çı mana vecîrî nî hewnî ra..


"nê daye tu naye re sê vana?"

reyna veng da zernê, "nê daye tu ça gos nıdana nî hewne mı ser?"

destê xo sanay ra mawe, demdîye çe vıstewrîye xo ser.. yînan ra ber kes çînî bî endî.. juyo nêm çe mand bi mezra ra dıma.. baxo teyna.. çena teyna.. lac teyna.. pî, bêxeber...

weey... aye kokımî ara pîne.. mêxecelî..  endî zaf xo ser nîye.. 

a waxt bî, teselîye xo gurete mawa xora zernê, bız u bızekane xo dıma şîye..

17 Ağustos 2019 Cumartesi

giderim: mehmet çetin

nefti ağaçların ordan geçiyordum
bilirdim bunu önceki hayatımdan
 
geçtim geçmesine elinden ilinden
ve o ellerinle davrandım kendime
filin olup daldım korunaksız içime
kalbime: züccaciye dükkanıma yani
daldım.. ve bu bir soygundur dedim
 
dedim ama neyim kalmış ki alacağın
benden: aşkı mı vefa mı hayat diye
daha neçok namluyu dikip üstüme
 
zeytinlerin ordan geçiyordum ki
sabah gölgesinin yanında susup
soluğunu dinliyordum oğlumun
kederiyle heder oluyordum ahı
göldeki balıkçının tanvakti bile
işlediği cinayetlere kanıyordum
boğazımda o zoka ile fısıldayıp
zeytin ağacı dikmek istiyorum.. 
 
-diyorken: bıçağını bileyliyor aşk 

"Şiir, evet; ama etno şiir.." /Ahmet Telli


soluyorum

avluda soluyordu su: 
soluksuz kalıyordu kekeme
kokunu soluyordum ardınsıra
sigaranı içiyor teselli yerinden su
yıkanmıyor ki solsun istemiyor kokun
ayrılıkla solan uzak yurdunu soluyorum

soluksuz kaldım seni seslenip sesime gittin diyorum;
âhımı avuçlarıma akıtıp gittin avuçlarında soluyor vedâ
mecrasız kaldıkça akmak istiyor ardınsıra yoruldukça sol
solsoluğa çalıyor telefon rahatsız oluyor su o sarmaşıktan
indirmem gerek gözlerimi gittiğin uzak sağanaklardan çağır-
mam gerek kalbinin ağlarına terkettiğim çocuğunu susturmam

12 Ağustos 2019 Pazartesi

BİR ŞAİR BİR KİTAP: KEMAL ÖZER

Cezaevlerinin 1980'den sonra şiire ürünler getirdiği, ozanlar getirdiği bir olgu. Yeni tartışmalar getireceği de beklenir. Özellikle 1970 sonrasında alevlenen ''içerden/dışardan'' tartışması, yeniden canlanabilir.
     1 Eylül 1981'den bu yana cezaevinde bulunan Mehmet Çetin'in Belge Yayınları'nda Yeni Sesler dizisinde çıkan Rüzgâr ve Gül İklimi kitabını okurken bir olgu ve olasılık vardı kafamda. Cezaevlerinin getirdiği bir yeni ses'i merak ediyordum. Şiir düzleminde tartışma açıp açmadığını da.
     Hemen söyleyeyim, Mehmet Çetin'in kitabı beklentilerimi boşa çıkarmadı. ''Yeni ses''in açabileceği sorularla yüz yüze getirdi beni, yeni bir çabanın rüzgârını estirdi. Kitabı baştan sona ilk düz okuyuşta şöyle bir izlenime kapıldım: Bir değil, bir kaç şiir iç içe geçmişti sanki. Nedenini araştırınca şunu gördüm: Arayış içindeydi Mehmet Çetin. Şiirinin niteliğini, estetik arayış belirliyordu. Bir başka deyişle varışmış bir şiir yazmıyordu. Yazarken tartışmasını sürdürüyordu. Tartışmasını, yani hesaplaşmasını.
     Bu hesaplaşmadan başarıyla çıkmış mı sorusunu yazının sonuna bırakmadan yanıtlamak isterim: Bence başarı, bu kitabıyla konuşulamaz. Bundan sonraki ürünleri belirleyecek sonucu.

''SEVMEK EN İYİ ŞİMDİ? DÖĞÜŞMEK YİNE ŞİMDİ'': Sedat Yılmazsoy

Mehmet Çetin, sonunda, son altı yıla yaslanan şiiirlerinin önemli bir bölümünü ''Rüzgar/Ve Gül İklimi'' adlı bir kitapta toplayıp yayınlattı. 'Sonunda' diyorum, çünkü, aslında gecikmiş ( Ve sanırım biraz da bilerek geciktirilmiş) bir kitap bu. Yıllardır şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanıp duruyordu. Bu arada onun değişik konulardaki düz yazılarına da rastlıyorduk. (...) Yani M.Çetin gerek şiirleri, gerekse de düz yazılarıyla edebiyat ve sanatla ilgilenenlerin pek yabancısı olmadıkları bir isim. Bundan sonra da sık sık karşılaşacakalarını sanıyorum. Diyecek sözünün olduğu ısrarı bunu rahatlıkla ele veriyor.
     M.Çetin, sanat/edebiyat kavrayışını çeşitli yazılarında dile getirmiştir. Yine de, bu kitabındaki şiirlerini hakkını vererek anlamak için kimi görüşlerinin altını çizmek istiyorum. Böylece, onun şiirlerine yön veren anlayışın, yaratımına ne ölçüde yansıdığını (veya yansımadığını) anlama/kıyaslama imkanını da bulacağız.
     İlk elden,  onun 'dar ufuklu amatör bakış açısının aşılması' gerektiğine dair ısrarının altını çizmeliyim: ''Eğer -diyor- gerçekten bir sanatçıdan söz ediyorsak, hayatın ve kavganın sanat cephesini kurmak, yetkinleştirmek, yetenekleri bu cephede deltalamak, toplumsal muhalefete kültürel ivme taşımak.. kavganın bu cephesini yetkinleştirmek bazında, üzerine düşeni aktarmak zorundadır. Bu da, diğer işlerin yanısıra yapılacak bir iş değildir.''

UÇURTMAYI VURMASINLAR: Mehmet Çetin

İkindi üstüydü:
     Voltadayız. Vehbi tahliye olacak. Bizi unut diyorum. ''Olur diyor''. Gülüyoruz... Bizi unutup unutmaman değil aslında vurgulamak istediğim aslolan senin 'dışarda' kendini konumlayışındır, bundandır ki koşulların elverirse bir kez olsun gl diyorum. Bir tepenin yamacında olmalıyız ve nicedir dorukların uzağına düşük. Çık tepeye hiç değilse bir uçurtma gönder diyorum. Oğlun Cansın'ın yüzünü çiz renkli kağıtlara gönder sınırlandırılmış maviliğimize. ''Olur mu?'' diyor. Hayır... Hemen vazgeçiyorum. Nedendir, ''Uçurtmayı vurmasınlar''* geliyor aklıma. Olmaz diyorum. Güzel çocuk Cansın'ın hayat kadar güzel yüzünü gönderme buralara. Götür onu el konmamış bir maviliğe;
     Uçurtmayı vurmasınlar!
     ...
     'Uçurtmayı vurmasınlar' aylardır elimin altında tam olarak 6 aydır okumuyorum. Okuma zevkimin yeterine gelişmemiş olduğundan söz edilebilir. Her ne kadar bu sürede -notlarıma baş vuruyorum da- bir kaç çarpı on kadar kitap ve daha pek çok şey okumuşsam da, bu kitabı değil! Neden? Mutlaka ki bunun bir açıklaması vardır ancak bir konuda fazlaca bir şeyler yazmak istediğimden emin değilim. Hem çok önemli nedenlerde olmayabilir. Alırım bir kitabı ve okumayıp başucumdaki kutuda aylarca saklı tutabilirim. Neden olmasın?
     Yine de birkaç gerekçe getirmeyi denemeliyim.

11 Ağustos 2019 Pazar

İnsanın yüreğini acıtan şiirler: Cevdet Yüceer

uzun yolculukların halkıyım, görün:
yurtsuzluğun rüzgârına tutunuşum bundan
bundandır her aşkı son bir yangınla yaşayışım
kürt sürgünü dağlarda her şarkıyla parçalanışım
 
eskidendi bilmezdim aşkı. öğrendim: görün
yola düşen her kuş sürüsüne katılışım bundan
bundandır çıldırdı ömrüm aşk ihtilali çağrısına
her yürekte bu çığlığa denk düşecek bir karşılığa
 
çok önceden yıktım ölümü kalbime, görün:
korku düşse de kimi an sularıma ay bundan 
bundandır ayışığı öptü yarasını dağyıldızının
sarısabır çiçeğiyle ağulanan şarkısını bir halkın
                          (…)
                                                   "İpi Kopmuş Uçurtma," Aşkkıran
                                                    s.52, Piya Kitaplığı, 2. Baskı, 2002.

“insanın görülmemiş derecede küçümsendiği ve çaptan düşürüldüğü günümüzde kişinin en ivedi ve en soylu görevi olayları şarkılaştırmak olmalı. Kuşkusuz bu gerçeğin bilincine varacak, insanın insanca sözüne ve onun bülbülleri  bile susturabilecek orkestrasına katılma yürekliliğini gösterecek hayli insan var.”
Louıs Aragon (gerçekçiliğin boyutları-toplumsal dönüşüm yayınları)

Aragon’un  bu sözleri söylediği dönemi hatırlayacak olursak olayları şarkılaştıran yürekli insanları  tahmin edebiliriz. Aragon da o insanlardan biriydi. Bu sözler hala güncelliğini korumaktadır.Günümüz Türkiye’sinde bu gerçeğin bilincine varan,insanın insanca sözüne ve onun bülbülleri bile susturabilecek orkestrasına katılma yürekliliğini gösteren insanlardan biri de şair Mehmet Çetin’dir.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Ve Daha.. İlk ikrar ile ilk aşk ilanı: Mehmet Çetin

Düşe kalka da olsa, yani “edebi Kirmanckî” ile bir-iki paragraf yazmak bile bazen ayları bulsa da, hem yazma ve hem de kimi şiir ve metinleri anadile kazandırma süreci de başlar. Bu yazma ve çeviri denemeleri esasen anadili daha iyi öğrenme ve sentaksından semantiğine, morfolojisinden etimolojisine, anadilin felsefesini ve diğer dillerle tarihsel ilişkilerini de daha iyi anlamaya katkı sunar.
Mehmet ÇETİN
İlk ikrarı anadili olan ancak erken yaşta anadilinden koparılıp dayatılan dil/diller karşısında kekeme bırakılan çocuk gün gelir anadilinin yurduna döner, 1970’li yılların başıdır. Muhtemelen Hay emaneti bir ceviz ağacının yaz gölgesinde, çocukluktan gençliğe evrildiği ilk “ilan-ı aşk” uğrağındadır. İkisi de egemen dil eğitiminden geçirilmiş, ve aşk ilanı o dil ile yapılabilecekken dönemin popüler şarkılarından biri anadile çevrilir, ve aşk ilanı da o şarkı ile yapılır; “waştîya mi be tu mi re mekê nî najî..”(1)

Kırmanc müziğine dair bablar:1: Mehmet Çetin

Açıklama Babı:
"Kırmanç Müziği" tanımıyla söze başlamamız kimi itirazlarla karşılaşabilir. Mümkündür. Ancak, dil birliği esası ve daha yaygın tanımı üzerinden ‘Zaza’ demeyişimiz, bu yazının tartışma konusu dışındadır. Kırmanç oluşa dair vurgumuz aslolarak kültürel kimlik ve aidiyet bağlamındadır. Yani kullandığımız anlamıyla Kırmanç kimliği bir yanıyla etnik bir tanımlamayı karşılasa da, diğer ve asıl yanıyla inanç ve yaşama kültürü vb. bağlamlarda daha geniş bir buluşmayı içine alan kültürel bir kimliktir. Böylece, Kırmanç tanımının yazı özgülünde tarihsel, coğrafi ve kültürel tekabüliyetleriyle (Kırmanç, Alevi-Pagan vb.) Dersim Kırmançlarını kastettiğini söylemiş oluyoruz. Bu anlamda da, kendilerine ‘Kırmanç’ diyegelmiş Dersimlilerin müziğindeki gelişmeler üzerinde fikir yürütecek olan bu yazı, özgül bir konu bağlamında bu tanımı kullanmaya gereksinim duymuştur.