MENZİLİMİZ MERCAN İDİ…
“o gümüşî sözlerle zaman söyler bunları/ sular mecrasını dağ gölgesini değiştirdi/
yitik düşler ağırlıyor uçurumda rüzgâr/ öyle, sitem ile minnet arası bir yerde...”
Baktım, meğermiş...
Seçtiğim hayatın bana ‘ev sahibi’ olma imkânı tanımayacağını biliyordum. Beis de yoktu buna dair, yeis de. Ama bir gün, bir evim olacak idiyse eğer, şöyle bir ev olsun, diye, düşlediğim evi anlatıyordum Defness’e. Araya zaman girmiş ve o güne kadar Dersim’i görmemiş arkadaşım ile Munzur Festivali sonrası Ovacık’a ve hatta doğum yerim olan Kurederşi mezrasına da gitmiştik. Yaklaşık yirmi yıl sonra ve artık yıkık da olsa, doğduğum eve bakmaya gitmiştik ve ben yıkıntılar arasında çocukluk anılarımı ararken, arkadaşım, “şimdi anladım” demişti; “sen, düşlediğin evi anlatırken, düpedüz doğduğun bu evi tarif etmişsin, bakar mısın..?”
Baktım, meğermiş…
Bir yamaca kurulmuş mezranın evleri ovaya, Ovacık’a, Munzur’a ve Mercan’a bakıyordu. Büyüklerimizin yüzlerini dönerek önce ‘der u cîran’a, ‘theyr u thûr’a, ‘dar u ber’e, ‘hewta u di milet’e, en sonunda da kendilerine iyilik diledikleri sabah güneşini ilkin Munzur ve Mercan dağlarında görürdük. Öğlen vaktini ya da ikindiyi, o dağlardan uzayan gölgelerden bilirdik. Şairin ‘göğe bakma durağı’ diye tanımladığı yer bizim için sıra sıra Munzurlara omuz veren kardeş Mercan dağlarıydı. Oradan ötesi ‘yasak mıntıka’ydı artık; yasak...