13 Mart 2016 Pazar

aşkının yaşındayım

frezya şarkısı bir devrimi sevdim ben
alıp sesimi serdim mavisine birdenbire

dış/gece: bir aşk için anakara şimdi ankara
kargüneşi altında küçük bir sevgili şimdi

sen. küçücük mavi ve baktıkça yüzüme

bişey oluyor sanki kırçiçeği esmerliğine
bir ırmak kopuyor dağından bir yaprak
dalından
akıyor sana kalbim düşüyor sana kalbim
bir şeyler oluyor mavi. sanki sevdim ben
frezya kokulu bir devrimi ay koksun mavi

iç/gece: ay koksun mavi sertab’ın rüya’sını
özlerken biz ankara'da: ürkek küçük sevgili 
tedirgin sevdi mi sevecek mi arada üçüncü
şahsın şiiri mi geçzaman çocuk zamanların
sevişmesi mi arada nedense o mahur şarkı
şimdi mahsur bir susuş gibi ağız kıyısında

ithaf, itham ve ihtilaf günlükleri

DİŞLERİMİ KARIŞTIRIRKEN


ithaf, itham ve ihtilaf günlükleri
mehmet çetin

ithaftır (!)
toplumsal -ve hatta muhalif- belleğimizin kıyısına köşesine atılmış, belki de silinmiş bir hatırlatmayla başlayalım söze.

geçmiş zamandır: generaller, politik iktidar erkine el koymuşlar. devlet sımsıkıyönetimli günlerle hayatımızı zehretmektedir. o vuremirli günlerde birinci ordu sıkıyönetim komutanlığı askeri savcısı -hadi belleğimizi yoklayalım- şu hayli ünlü süleyman takkeci bir çağrı çıkarır. uzun bir listedir bu; muhalifler tutuklanmakta, gözaltına alınmakta, işkence görmekte, zındana atılmaktadır. kimisi kaçmaya çalışırken (!) ya da işkencede öldürülürken kimisi de darağacına çıkarılmaktadır. bir de aydınlarımız, sanatçılarımız, sendikacılarımız vardır; bunlar için vuremri çıkarılmamıştır henüz; ama bunların da gelip birinci ordu sıkıyönetim komutanlığı askeri savcısına ifade vermesi istenmektedir.
derken, hepbirlikte selimiye’nin yolunu tutarlar. ama o kadar çoklar ki -ve daha önce hiç böyle buluşamamışlarken- sayın savcı bile şaşırır bu duruma; hepinizin bugün gelmesine gerek yok, kiminiz yarın da gelebilirsiniz..
bu, geçmiş zaman mıdır?

'Modern hayat şiire hakkını teslim etmiyor''


Bejan Matur ile söyleşi../ Mehmet Çetin

    -İlk kitabın ''Rüzgar Dolu Konaklar''la ödül aldın, eleştirmenler övgüyle söz etti şiirinden. Medya da gereken ilgiyi gösterdi. İlk kitapla elde ettiğin başarı nasıl etkiledi seni?
    -Yazı yazan kimse sonuçta sözyleyecek sözü olan kimsedir. Dünyaya bir ses verir ve o sesin yankısını merak eder. Yalnız olmadığını bilmek istediği içindir bu merak.
     Şiirinize duyulan ilgiyi alıp onunla ne yapacağınız da sizin hayat kurgunuz, kişisel tasavvurlarınız ve tenezüllerinizle ilgili. Yazıyla kurduğunuz ilişki kendinizle meseleniz ve varoluş olgusuyla örtüşen bir derinlikten besleniyorsa, okuru zaten başlangıçta hiç hesaba katmıyorsunuz. Yani okurun gölgesi üretim aşamasında, kendi kuyunuzda beklerken ulaşamıyor size. Zaten  o gölgenin düştüğü şiirler hemen belli eder kendini.
    Fakat, şiirin sunumuna dair bir etkiden söz edebilirim. Özellikle ikinci kitaptan sonraki yoğun ilgi ve haset yazıyla ilişkimi etkilemediyse de basınla ilişkimde bir ürkeklik yarattı.  Fakat bunlar geçici bazı zorunluluklar diye düşünülünce şiirle ilişkinizi bozamıyor. Sorun hesaplamadığınız, aslında ihtiyacınız olmayan bir imgenin büyüsüne kapılıp onu gerçek sanıp yanılmakta. Gerçek değil çünkü. Şiirin etkileri şairinden hep fazladır.

5 Mart 2016 Cumartesi

Memo: Muzaffer Oruçoğlu

Memo’yu ilk kez, anamın ağlayışını hayal ettiğim hüzünlü bir ziyaret gününde, demir parmaklıkların arkasında gördüm. Gençti. Parmaklıkların arasına sıkışmıştı bakışları; merakçıl, berrak, boşluğun akıl almaz devingen kudretine bakar gibi... Konuşmaya başladığında, dili dikkatimi çekti. Düzenli kurulan, yalın, pürüzsüz bir dil olarak algıladım onu. Kendi dilini, çok güzel konuştuğu egemen yasakçı dilin içinde ustaca gizleyip inceltmiş, zenginleştirmişti.

Sonra Memo gitti, ben kaldım. Merdivenleri çıkarken, insanın devrimi, hep devirerek değil, bazen devrilerek de yapılabileceğini düşündüm. İktidarın zirvesinde oturan bir adam canlandı gözlerimin önünde. Adam, tek kişilik bir devrim yapmaya karar verdi birden. İyi bir lider değildi herhal. Haddinden fazla dürüst ve kişilikliydi. Kendisini cesurca eleştiren kitleleri, kendisine tapınan kitlelere tercih etti ve tapınanlar tarafından devrildi. Koğuşa girdiğimde kulaklarım uğulduyordu. Ranzama uzandım, turna avazlarını dinledim. Akşama doğru yağmur başladı. Şimşekler, pencere parmaklıklarına çarptı peş peşe. Parmaklıklar kırıldı, ben firar ettim. Jandarma kulelerinin ötesinden gelen toprak kokusu, çimento fabrikasının bacasından maltaya yağan toz zerreciklerinin kokusunu bastırdı. Koku, bastırıldığı yerden yarıldı. Bir ateş girdi dilime. Ateş de değil, gizil bir dil. Benim hissedebildiğim ama anlayıp konuşamadığım bir dil. Evreni saran gizil müziğin dili gibi bir dil.