3 Ekim 2010 Pazar

Dérsim'in Yası Hâlâ Tutuluyor: Mehmet Çetin

Mehmet Çetin ile Söyleşi / Roni Yıldırım

CHP’li Onur Öymen’in 10 Kasım 2009’da, Kürt sorunun çözümüne dair Dêrsim 38 katliamı yöntemini önermesiyle, 70 yılı aşkın bir süredir tabu olan bir mesele daha tartışmaya açıldı. Konuya ilişkin ilk kez kapsamlı konuşmalar yapıldı, yazılar yazıldı ve yeni mağdurlar hikayelerini anlattı. İşte yazar Mehmet Çetin, bu tartışmaları içeren yazıları ‘Yas Kitabı / Dersim 38’i Yazdılar’ adlı kitapta topladı. Yazar Çetin’in amacı, kamuoyunun konuya dair bilgilenmesine katkı sunmak. Kitapta; geçtiğimiz aylarda yaşamını yitiren yazar Evrim Alataş’tan Cengiz Çandar’a, İsmail Beşikçi’den Hasan Cemal’e kadar birçok Kürt ve Türk yazarın yazıları yer alıyor. Yazar Mehmet Çetin ile Yas Kitabı’nı konuştuk.
Neden Yas Kitabı?

Kitabın girişinde „cehennem, acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir“ diyen Hallac-ı Mansur, neredeyse bin yıl öncesinden Dêrsimlilerin, en azından son yüz yıldır yaşadığı derin yalnızlığı tanımlıyordu sanki, derken de bunu anlatmaya çalışmıştım aslında. Yani sözlükler ‘yas’ için “ölüm veya bir felaketten doğan acı ve bu acıyı belirten davranış, matem...” gibi açıklamalar yaparlar, bilinir. Ama Osmanlı’dan Türk egemenlerine, Dêrsim’e onlarca sefer düzenleyenlerin açtığı yaraların, hele de ‘38 Dêrsim Jenosidi’nin herhangi bir ölüm veya acıyla açıklanamayacağının ötesinde, 70 yılı aşkın bir zamandır bu derin acının duyulmamış, bu yaraların sarılması için hiçbir şey yapılmamış olması, bu coğrafyadaki pek çok halk gibi Dêrsimlilerin de yaslarını tutmaya devam ettikleri gerçeğine işaret ediyor.

7 Eylül 2010 Salı

Biz çekildiğimiz dağdan inmedik-Söyleşi: Surêdar


Doğanın boğmak istenen karar sesine bir itiraz: Sûredar
“Derler ki; ağaç ateşte yandığında, karınca ağacı bırakmaz, kaçmazmış. O da ağaçla birlikte yanarmış, zamanın birinde derler, ağaca ikrar vermiş karınca; ‘Beni kendinde sakla, ateşinde sakla, külünde…’ ”
Şiir ve müzik buluşması Suredar, raflardaki yerini aldı. Suredar sadece şiir ve müzik albümü değil; aynı zamanda karıncanın ve ağacın damarlarına bırakılan ateşe de bir isyan. Çok sayıda sanat insanının çıktığı kentin yetiştirdiği şair ve bir grup müzik insanının bir araya gelmesiyle, dağın, taşın ikrarını ifade eden kolektif bir ürün olarak ortaya çıktı Suredar. Ekip, şair ve yazar Mehmet Çetin’in yazdığı şiirlerin müzikle harmanlandığı albümlerini, “Dersim’de yapılan barajlarla doğanın boğmak istenen karar sesine bir itiraz” olarak tanımlıyor.
Albümün öyküsünü, sözleri yazan Çetin ile müzikleri yapan Umut Akar, Eyüp Hanoğlu ve Şahin Okay’dan dinledik.

24 Ağustos 2010 Salı

Yas Kitabı Dersim 38'i yazdılar: Mehmet Çetin

Önsöz yerine / Mehmet Çetin
“Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir” diyen Hallac-ı Mansur, neredeyse bin yıl öncesinden Dêrsimlilerin, en azından son yüz yıldır yaşadığı derin yalnızlığı tanımlıyordu sanki.
Nitekim tespit edilebildiği kadarıyla ‘38’e kadar Dêrsim’e yüzü aşkın‘sefer’ düzenleniyor. (1) Yani sadece 20.Yy.’da Mazgerd, Qırgan, Qoçgiri, Pılemori, Qocan ve en sonunda da ’38 Jenosidi’ni yaşayan Dêrsim, zaman zaman vicdani tanıklık sunan kimi yaklaşımlar dışında, çektiği acılardan kimsenin pek söz etmediği bu cehennemi hep birbaşına yaşıyordu.

’38 Dêrsim Tertelesi hatırası kurşun, süngü veya sürgün yaralarıyla insanlar hala yaşıyor, muhatapları bunları kitaplar, dergiler, belgeseller, albümler, eylemlilikler yoluyla anlatmaya çalışıyor olsalar da, tuhaf bir şekilde duyulmazdan, görülmezden gelinen bu ‘trajedi’, CHP Grup Başkanvekili Onur Öymen’in ‘Kürt Açılımı’ dolayımıyla 10 Kasım 2009’da TBMM’de yaptığı konuşma(Ek:1) sonrasında, Kasım-Aralık 2009’da, yüzlerce makaleye konu oluyor, Dêrsim meselesi, yetmiş yılı aşkın bir suskunluğun ardından, önemli bir gündeme dönüşüyordu. Butün bu sefer ve katliamlar bugüne kadar, ‘eşkiyalık’, ‘asayiş’, ‘isyan’ gibi gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılıyor, ‘kamuoyu’ vicdanından ses çıkmıyor, dahası ülkenin komünist partisi bile neredeyse devlet ile aynı gerekçelerle bu katliamları destekliyorken (2) nasıl oluyordu da birden böyle bir ‘vicdani tanıklık’ sunuluyor ya da ‘vicdan terennümü’ yapılıyor, ülkenin başbakanı dahi hem ‘Dêrsim’, hem de ‘Dêrsim Katliamı’ diyebiliyordu.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yücel TUNCA / Mehmet ÇETİN: Söyleşi

Bir Yol Hali: Düşte Yitenler, Düşe Birikenler

-Mehmet Çetin:Yücel, kardeşim, bir söyleşi için geldiğinde tanışmıştın Piya Kolektifi ile; yola düşmenin daha ilk uğrağında. Aradan on yılı aşkın bir dünya zamanı geçmiş ve bu kez ben soruyorum sana; Döne’nin o muhteşem gülüşünü şimdi nerede aramalı?
-Yücel Tunca: Nostaljiyle çıkmıyorum yola. Öte yandan, özlem baki; onu da ayrı yere koyabilmek lazım. Piya, hiç abartmıyorum, bir aydınlanma süreciydi, benim için. Aklın, sürüp gidenle hesaplaşma olanağı yakaladığı, duvarlarımı mümkün olduğunca yıkıp, kendime ve yan yana durduklarıma bir aynadan bakabilme olanağıydı. Ayna değil belki, bir prizmaydı Piya. Hepimizi tayflarına ayırıyor, renklerimizi deşifre ediyordu. Asıl önemli kısmı, o renkleri dönüştürme çabasını desteklemesiydi. Değişime, yenilenmeye açık, bunu deneyen bir akıl ortaklığıydı Piya. (Sonuçsal başarının peşinde olmamayı da Piya’da öğrenmedim mi?) Ortaklaşılmış bir arayıştan ne kaldı geriye, diye bir soru sormuyorum. Piya Kolektifi’nde düşünülmüş, pişirilmiş, hazmedilmiş, hazmedilememişlerle varım bugün içinde bulunduğum tüm pratiklerde. Döne’nin o muhteşem gülüşüyle de, aklıyla da açıklayabilirim bugünkü beni. (Hala yapageldiğim hataların izleriyse saklı kalsın bende.) Galata Fotoğrafhanesi’ne, BabilPhotos’a, Fotoğraf Vakfı’na ya da İstanbul Fotoğraf Derneği’ne bakabiliriz bunu görmek için. Ortak aklın ve vicdanın yeniden örgütlenmeye çalışıldığı bu fotoğraf temalı alanlardaki buluşmalar, Piya pratiğinin temelleri üzerinden gelişmiyor mu?

11 Ağustos 2010 Çarşamba

mutsuzların da çirkini: mehmet çetin



 


 













 
mutsuzların da çirkini

bugün mutsuzların da çirkiniyim du'da

çünkü bir sarışının rüyamda gezdirdiği
bir tuhaf buldok kadar güzelim bugün
güz haliyim yaprak yaprak dökülmekte
anı silmekte yanıt vermekte aşk dileyip
hızla iç çekmekteyim eski sızılar içinde

çok mu derdindeyim defor'da öldürülenin
ki inceden inceye sürmenaj tehdidiyim de
unutmak istedim soğuktu ölüm, hadise bu
kilise bahçesi yalnızlığını unutup inanana
uzaklaşıyorum du'dan afrikanca suretimle

yine kırılmalar var gezindiğim fayhattında
ölenler var beşnoktasekiz sarsıntısında bile
akşama kanayanlar var geldiğim gezegende
ama bu canıcehenneme boşluğuma defolan
gelip de benimle çirkinleşen yok bu aynada

gidip kiminle konuşsam sanki kendimim de
alıp gezdiremiyorum hiç halka takıp buruna
evlerini bekleyen evlibarklı kekler gibi mi ne
kek pişirsem fırçalayıp dişlerimi terlik giysem
diner mi bu ayak sızılarım biter mi bu iççekiş

kavmim nerede benim kederimdi onlar kavlim
bulsalar beni alıp götürseler yine unutmak için
çalıp kâbusumdan çağırsalar beni rüyalarına
zencefil koklatsalar omzuma dokunurken ay
geçip güz güz sokağından bakarım ki heyvax

ben bugün mutsuzların da çirkiniyim du'da

mehmet çetin

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Yas kitabı-Dersim 38'i yazdılar: mehmet çetin

YAS KİTABI
Dersim 38’i Yazdılar

“’Cehennem acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir’ diyen Hallac-ı Mansur,
neredeyse bin yıl öncesinden, Dérsimlilerin en azından son yüz yıldır yaşadığı derin yalnızlığı tanımlıyordu sanki”
diyordu M. Çetin, kitabın girişinde.

Hatırlanacağı üzre, 10 Kasım 2009’da Onur Öymen’in, TBMM’de yaptığı konuşmada, ‘Kürt Sorunu’nun
çözümüne dair ’38 Dersim Katliamı yöntemini önermesinin ardından, 70 yılı aşkın bir zaman sonrasında,
denilebilirse ilk kez bu kapsamda konuşulmuş, yazılmış, tartışılmıştı.

18 Temmuz 2010 Pazar

mehmet çetin: dêwrese nêçariye


dêwrese nêçariye

efendêm efendêm canım efendêm
vano dêwres, ma endi kam savaco
(...)

awazê theyr u thuri vazê dar u beri
amê têlewe, canê mı de ca gureto
vano dêwrese nêçariye ma savaco
weşiya xo dên cêno, decanê xo ra
ağuyo derkeno khulê ra hazar serio

vatena rae nexsê zerrê ni feqıri bo
vano dêwres, nıxka mê namê laci

kelê xo bıneno cao kê laco torno
herdisa se serriya vano çê adıri ra
qale qeredeşi mekê rê endi thaliâ
roê mê deceno kardia mıxenetiya
des u dı koyi de phepugê wanenê

sızdê va u puki, decê zav u zêçi
vano dêwres, roê mı de fetelino

ya dêwres camal nu sênê tecelio
zılmeto zerrê pi de laci vêsneno
vano sırdarê ni themburi lâlê ra
çê mı ra ame têare, vatê ni deci
zımê zımıstani de vanê çherexinê

(...)
efendêm efendêm canım efendêm
vano dêwres, ma endi ez savaco

guciga'07i, pulur

şiir: mehmet çetin
müzik: umut akar
Mehmet Çetin 'in 20 yıllık Kırmancki (Zazaca) şiirlerini okuduğu ve Umut Akar 'ın müziklerini yaptığı SUREDAR şiir albümü Kalan Müzik tarafından yayımlandı. Suredar'ın basın bülteni aşağıdadır.

İçeriğiyle, siir ve müzik olarak, kayıp seslerin izini süren Suredar, referanslarını Dêrsîm-Kırmanc geleneğinden alan bir anlatı albümüdür. Kırmancki (Zazaki/Dımılki) dilinin ve içinde yaşam bulduğu kültürün kayıp hafızasına, arkaik seslerine ulaşma çabası, gah sözle gah tınıyla kadim olanı duymaya, hatırlamaya ve bunu vesile kılarak hatırlatmaya dönüşüyor. Türkçe’de "ağacın kızıllığı ya da kızıl ağaç" anlamına gelen Suredar; yasaklamaların, yoksamaların, modern dünyanın kuşatmalarının içinde kaybolmaya yüz tutan bir dilin, kültürün ve varoluşun hafızalardan silinmek istenen engin okyanusuna bir damla iyimserlik taşıma çabasıdır.
Kollektif bir çalışmayla üç yılda ortaya çıkan albümün şiirleri hatırlama hatırlatma izleğini, sanat ve edebiyatın etik-estetik olanakları içinde doğanın aklından da beslenerek sürdüren Mehmet Çetin tarafından yazılıp okundu. Müzikleri ve düzenlemeleri ise; kadim ve orjin olana ulaşma çabasıyla "Raa Sure" adında kendine özgü bir akort düzeni ve çalım tekniğiyle yola düşüren Umut Akar tarafından yapıldı.

Bir ateşinin başında, eski bir söylenceden esinle başlayan albüm, sözü/anlatısı ve sound’uyla, dinleyiciyi; gerçek ile düş, geçmiş ile gelecek ve dün ile bugün arasındaki sınırların kalktığı bir iklim ve ruh haline sürüklüyor. Albüm boyunca bazen kederli bazen iyimser; gah bir ırmağın kenarında, gah bir dağın yamacında; yanık bir meşe ağacının kederini, yeşil bir yaprağın, börtü-böceğin sesini veya bir dervişin, bir kavmin çığlığını duyarsınız. Orada Suredar kolunuza girer ve sizi masalımsı bir dünyanın içinde dolaştırır.

www.suredar.com

mehmet çetin: çigan












çigan

adımız ki çiganmış her nasılsa
öyle kalsın esmer kalalım zaten
ruhun efendisi bedenimizin kölesi
rüyamızla, bir bir suçlarımızla yine
her nasılsak öyle karşılayalım geceyi

girelim yasak bahçeye öyle bilsin herkes
en arkaya tarayalım saçımızı ıslık eşliğinde
kayıp kıta atlantis’ten emanet bir kavim isek
çigan desinler yasak bahçede sofra kurmamıza
açalım öyleyse komşu dalları unutmadan açalım
çalalım öyleyse ravel’in bahçesinden gül çalalım

dalı ırmağa düşürelim dağı geceye güneşi aya
çalıp kendimizi vuralım hasretimiz her kıyıya
çigan dediler bize adımız çıkmış her nasılsa
çalalım çırpalım kendi darımıza duralım
detone olalım yargılasın bizi aryacılar
çerkes lavtası olalım kendi sesimize
sesimizden şarkısını çalsın herkes
her nasılsa sayılmışız çigana

vondelpark’ta biz iki saksağanız sanki
sekip duralım birbirimize kedilerimizle
bahar gelsin yaz gitsin güz günü yine biz
kış korkusu bilmeden ısınalım birbirimizde
ki nasılsa görmez bizi kimse bilmez kederi

sen çigan kal öyle ağacın da olurum ben
dalımda büyütürüm seni ay zamanına
yasak bahçende som ağular içmeye
boynunda gölgeler büyütmeye
gölgende çigan ile hatta
ölmeye, huşu ile..

mehmet çetin


Resim: PİNA BAUSCH TANZTHEATER

Mehmet Çetin: Sonia



"Mehmet Çetin 'in 20 yıllık Kırmancki (Zazaca) şiirlerini okuduğu ve Umut Akar 'ın müziklerini yaptığı SUREDAR şiir albümü Kalan Müzik tarafından yayımlandı. Suredar'ın basın bülteni aşağıdadır.


İçeriğiyle, siir ve müzik olarak, kayıp seslerin izini süren Suredar, referanslarını Dêrsîm-Kırmanc geleneğinden alan bir anlatı albümüdür. Kırmancki (Zazaki/Dımılki) dilinin ve içinde yaşam bulduğu kültürün kayıp hafızasına, arkaik seslerine ulaşma çabası, gah sözle gah tınıyla kadim olanı duymaya, hatırlamaya ve bunu vesile kılarak hatırlatmaya dönüşüyor. Türkçe’de "ağacın kızıllığı ya da kızıl ağaç" anlamına gelen Suredar; yasaklamaların, yoksamaların, modern dünyanın kuşatmalarının içinde kaybolmaya yüz tutan bir dilin, kültürün ve varoluşun hafızalardan silinmek istenen engin okyanusuna bir damla iyimserlik taşıma çabasıdır.
Kollektif bir çalışmayla üç yılda ortaya çıkan albümün şiirleri hatırlama hatırlatma izleğini, sanat ve edebiyatın etik-estetik olanakları içinde doğanın aklından da beslenerek sürdüren Mehmet Çetin tarafından yazılıp okundu. Müzikleri ve düzenlemeleri ise; kadim ve orjin olana ulaşma çabasıyla "Raa Sure" adında kendine özgü bir akort düzeni ve çalım tekniğiyle yola düşüren Umut Akar tarafından yapıldı.


Bir ateşinin başında, eski bir söylenceden esinle başlayan albüm, sözü/anlatısı ve sound’uyla, dinleyiciyi; gerçek ile düş, geçmiş ile gelecek ve dün ile bugün arasındaki sınırların kalktığı bir iklim ve ruh haline sürüklüyor. Albüm boyunca bazen kederli bazen iyimser; gah bir ırmağın kenarında, gah bir dağın yamacında; yanık bir meşe ağacının kederini, yeşil bir yaprağın, börtü-böceğin sesini veya bir dervişin, bir kavmin çığlığını duyarsınız. Orada Suredar kolunuza girer ve sizi masalımsı bir dünyanın içinde dolaştırır.


http://www.mehmetcetin.info/
http://www.suredar.com/

19 Haziran 2010 Cumartesi

sürgünler..: mehmet çetin

evsizler sürgünler sümbüller

kuşlar olsun üşümez mi
şu kirli şu soğuk paris göğünde
sımsıcak uyuyacakken su göğsünde
üşümez miyim düşşüz gülüşsüz sokakta
evsizler gibi sürgünler ve sümbüller gibi

göğsün demiştim daha özlemez miyim daha
unutulsaydım orada dağlara eşkiya çıkarıp
alıp kaçırsalardı seni getirip mağarama
bir çocuğu saklarca gözlerine baksaydım
babamı unutmadan yakıla eviyle mezramda

yorgunum şimdi kuşlar olsun üşümez mi
yağmur yağarken şu kirli paris göğünde
yorgunum ve esmerliğim hüzün değil
tutsak etmek mümkün değilse de
eski bir tutsağı aşka tutsak
hazz diye sokağa atmak da hüner değil

kırkıncı baharımı karşılarken paris'te
salak bir bademağacı oldum yine şaşkın
erkenci çiçeklerimi bir bir gömerek kalbime

mutsuz değilim

tam da kalbimi koyarken ortayerine paris'in
bağıraçağıra eski hatıramı opera'nın önüne
dört dersimliyi bir de seni kıpkızıl bir gül diye
yoksulluğumu koydum masanın en yoksul yerine
joelle sızısını ve başarısız intiharını bir arkadaşımın
yaşlı cezayirlinin anlattığı metro öyküsü bonnesuar'ı

söylencedir: metro inşaatı başlayınca getirmişler ya
cezayir'den binlerce benim kadar karayı çalıştırmışlar
tutsak alırca günler aylar aylarca: bakmışlar ki ölüyor-
insanlar bakmışlar ki kaçıyorlar bakmışlar ki cazip değil
bir şey yapmak gerek dahha bir şey yapmak gerek diye
tünel çıkışlarına her bonnesuar vakti badem ağaçlarından
tünel çıkışlarına her bonnesuar vakti badem ağaçlarından
tünel çıkışlarına her bonnesuar vakti badem ağaçlarından
koparılan çiçekli dallar gibi kadınları koymuşlar akşamımıza

şimdi bir irlandalı kalbinin ortayerine yıkılan paris için
şiir okurken, yeraltında biz binlerce kara çalışıp durduktan
sonra üç kuruşa günyüzü diye karşılaşıverdik her bonnesuar
vakti tünel çıkışında badem çiçekli kadınlarla. aç kaldık ama
seviştik.. seviştik.. seviş..

seviştik onlarla: yurtsuz kaldık ama seviştik: yetmedik. ama
bütün cezayirimizi çağırdık o yeraltına. sevişmek için daha
daha o kadınlarla. öldük sonra bir bir. öldük sonra bir bir..
öldük sonra bir bir..
bir bir ölülerimizi
gömdük içinden gelip geçtiğiniz tünellere üstünden gelip
geçtiğiniz ince bilekli ayaklarınızla çiğnediğiniz kalbimizi
gömdük paris'in ortayerine. son görüldüğümüz yer
alexandır dumas'tır..

yetmedi: belki de ben bir gostarmê goçerê'yim

gostarmê bir goçerê'yim: alıp kalbimi gitme-
liyim göçerlik dağlarımın kekik kokusuna:
sabah vaktinin simit kokusundan: git

ağlayıp gitsin paris kendi göç yollarına
bağışlamasın bunu mallarme ağlatsın
beatrice'i ağlat gecenin yalnız yerine
mavi köşe bir kez daha mağlup

mavi köşe bir kez daha mağlup böylece
ağlatınca mallarme, düş beatrice'ini
en imkânsız yerine gecenin
demek ki bahar gecikiyor:

bahar gecikiyor. muhteşem alçak kadın ile
cohen'in kahreden hüznü boğdular birlikte
benim ellerimle bir kadını daha.

benim gözlerimle bir kadını ağlattıktan sonra
kutsaldır diye üç defa üstüste: sonra git dedik:
yolcu bile ettik. anladım dedi; istenmiyor
ve gidiyorum kendi cehennemime
demek ki gecikiyor bahar:

oturduk sonra cohen gecesine
adını bile bilmediğimizi zıkımlandık
ölesiye: ağladık sonra fauntes'i hatırladık
o büyülü gerçekliği o imkânsızı o imkânsızı
ağladık onun hatırası kalemle okuyup yazdık:

kırkıncı baharımı karşılarken paris'te
salak bir bademağacı oldum yine şaşkın
erkenci çiçeklerimi bir bir gömerek kalbime

mutsuz değilim
diye..

mehmet çetin

3 Haziran 2010 Perşembe

aşk..: mehmet çetin

aşk, eksik bir şarkıdır

yorumlasan ne olur bu ay bu aşk
sen mi susuyorsun şarkılar mı eksik
susup bozuyorsun gece serinliğini
insafı yokmuş gibi kuşların
göç oluyorsun o uzak ay oluyorsun

gözlerime sürüyor yıldızlarını gecenin
yokluk gibi kalbin sanki kum vahşeti
gecenin rüzgarında köy yangını
küllerimle bile dalga geçen

berlin güncesine sakladığın şu yüzün
tapınak öncesi sanki yasak ve ebru
dokunsan iyileştirirdin amma
geciken yazçileği oluyorsun bana
ve sana ürken elimde kayakınası

sorumlusun sesindeki serçelerden
sözlerime sürerlerken o şarkıları
gece rüzgarında unutmuş gibi
çiçeklerini dökebileceği, ah
sustuğum lal ağacının

ki lal aşkım eksik bir şarkıdır: bak
kuşlar ve eksik gülüşler prensesi

mehmet çetin
hatıradır, yak bu fotoğrafı


30 Mayıs 2010 Pazar

Mehmet Çetin ile söyleşi: Murat Gür

Şiir, sözünde duruyor; taş oluyor!


-Murat Gür: "Zamana Çigan" şiirini her okuyuşumda tiyatral bir dans gösterisi geliyor gözümün önüne. Şiirlerindeki bu yalın, ve gizlerle kuşanmış lirizmin köklerinden söz eder mısın, söze bununla başlasak?
-Mehmet Çetin: Şiir, sözünde duruyor, sır kalıyor ..
-Peki .. yakın dönemde yayımladığın Taşa Hatıra'daki şiir izleklerinde dağ, taş, kaya, yani bütünüyle bir doğa adeta zamana çarpıyor ve baska bir tarih aralanıyor. Özellikle coğrafyamızda çocuklarımızın elinin uzantısı olan taş, şiirde kendine yurt buluyor gibi. "hiç örseleme dağı taşı, hiç" diyorsun ya, bu coğrafya nereye giderse gitsin şairin sivri tepesi mi?

- "Bu dünyanın insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür" diyordu Adorno. Mesela 'çocuklarımızın elinin uzantısı olan taş'ın bir meramı var ama egemenler buna o çocuk elleri kırılmakla, çocukluklarını zindanlarda soldurmakla yanıt verirken, vicdan ya da şiir bunu nasil ' olağan ' görebilir, anlamak mümkün değil. Ki, egemenlerin şiddetini meşrulaştıran da bu 'olağan' görme hali, yani bu vicdansızlık, yani bu kötürümleşme değil mi zaten? Nasil ki talep edeni olmadıkça hiçbir iktidar sur-git gidemez ise; toplumsal vicdan, ve bu anlamda şiir de kendi dili ve olanaklarıyla 'hayır' demezse, bu 'olağan' görme hali, yani bu meşrulaştırma da amacına ulaşmış olmaz mi?
Trajedi tam da burada saklı, kanımca.

28 Nisan 2010 Çarşamba

''zamana yani dağa uza mecrasında'': taşa hatıra

Mehmet Çetin ile söyleşi / Hüseyin Şahin

“Taşlarda ne saklı değil ki! Bilmiyoruz! Bilemiyoruz henüz... Kendi iktidar hırsıyla doğayı ve doğadakileri temellük eden ve giderek de tüketen egemenlikçi insanın bunu anlama ve açıklama şansı yok...”

Uzun yıllardır hem Türkçe hem de anadili Kirmançkî ile yazan Mehmet Çetin’in ‘Taşa Hatıra’ adlı yeni Türkçe şiir kitabı ile, 20 yılı aşkındır anadiliyle yazdığı şiirlerden seçilmiş ‘Surêdar’ adlı şiir kitapları Sur Kitaplığı’ndan çıktı. Çetin’in Kirmançkî yazdığı ‘Surêdar’, 20 yılı aşkın yazma serüveninden izler taşıyor. “Taşa hatıra kalan Haziran’a’ adanan kitap ‘rüya, taşa hatıra: heyya dedim” dizesiyle başlayan ‘Taşa Hatıra’ ise doğanın ve doğadakilerin birbirleriyle muhabbet mecralarında seyrediyor, hatırlıyor ve hatırlatıyor. Mehmet Çetin ile ‘Taş Hatıra’yı konuştuk.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Savaş kararını kim verdi: Mehmet Çetin

-----''Ecevit şiir yazıyormuş, ozanmış, öyle mi? diye soruyor.
------Evet, diyorum.
------Ama bir ozan Kıbrıs için nasıl emir verebilir?
------Devlet adamı, ozan çelişkisi bu..'' diye yanıtlıyor Özdemir İnce, kendisiyle uzun yıllar önceden yaptığı bir söyleşide sevgili Y.Ritsos'u.
------20'yi aşkın şiir, düzyazı ve çeviri kitabı yayımlamış, kimi şiirleri yine 20'yi aşkın dünya diline çevrilmiş, şiir ve edebiyata dair pek çok ulusal ve uluslararası etkinlikte bulunmuş, ilgili pek çok kurumda yöneticilik yapmış ve benzeri daha pek çok yüksek meziyet sahibi Ö. İnce'nin son birkaç yıldır bir gazetede kılıç-kalkan edebiyatı yapmasını anlamakta zorlanıyorduk. Her ne kadar Ferda Çetin, Vecdi Erbay, Evrim Alataş gibi kimi isimler bu durumu deşifre eden yazılar yazdılarsa da, durumu anlamlandırmak hiç kolay olmuyordu. Taşları yerli yerine oturtacak bir gelişme olmalıydı sanki. Derken, yirmi küsur yıl önceden Y. Ritsos ile yaptığı söyleşiyi yeniden okuduğumuzda Ö. İnce'yi yine kendi cümlesi üzerinden anlamaya başladık:

20 Nisan 2010 Salı

Merdiven Şiir Günleri: Varlık dergisi




SÖYLEŞİ: NEVZAT ÇELİK / MEHMET ÇETİN / SUNAY AKIN-Nevzat Çelik, Mehmet Çetin, Sunay Akın hoş geldiniz. Merdiven Şiir Günleri'nin ardından bir değerlendirme yapalım istedik sizlerle. Merdiven Şiir Günleri, ülkemizde gerek bildiriye atılan imza, gerekse toplantılara gelen insan sayısı bakımından katılımın çok olduğu,değişik anlayışta insanların bir araya geldiği ilk etkinlik. Ve bu etkinliğin çıkış noktası Poesium'a duyulan tepkiydi. Tepkinin eyleme dönüşme süreci nasıl oldu? Bundan söz edebilir misiniz?
MEHMET ÇETİN: Merdiven Şiir Günleri'nin, kısa tarihçesi şöyle özetlenebilir. Poesium olayının duyurusu yapıldı, basında çıktı ve çeşitli yerlerde tepkiler oluştu. Bir grup arkadaş bir bildiri hazırlığı yapmış; Sunay Akın, Küçük İskender, Nuh Ömer Çetinay, Oğuzhan Akay, Akgün Akova, Nur Bulum'un hazırladığı Şiir'24 başlıklı küçük bir metin vardı. Yine bizim Nevzat Çelik, Emirhan Oğuz ve diğer arkadaşlarla konuştuğumuz şeyler vardı. arkadaşların metni bize geldiğinde şiirden yana olduğumuzu belirttik. İki noktada tavrımızı netleştirirsek, yani ortak payda sağlarsak; tavrı genişletmek, birlikte bir eyleme dönüştürmek mümkün ve gereklidir dedik. Birincisi, bu meseleyi çok kişisel duruşlarla tepkiye dönüştürmeden, şiir adına ortak bir hareket geliştirip, bu arada gösterilenin aksine ideolojik bir arka planın olduğu noktasında bu tavrı birlikte yakalamaya çalışalım dedik. İkincisi de, alışagelmiş bazı şeylerden kaçınalım, yani bu konuda kolektif bir çaba ve tavır oluşturulsun, dedik. Metin üzerinde tartıştık, buradaki ve çeşitli kentlerdeki arkadaşlara haberler verildi. Ortak toplantılar başladı ve sanıyorum bir ayı aşkın bir süre düzenli toplantılar yapıldı. Bu toplantılarda birleştirilecek olan hareketin ilkeleri, davranış biçimleri konuşuldu. Ortak metin hazırlandı, metin imzaya açıldı. Çeşitli kentlerdeki arkadaşlara gönderildi, onların görüşleri alınmaya çalışıldı. Bir metin bşlığı altında ve orda ifade edilen duruş biçimini gerçekleştirme karar altına lındı. Süreç böyle gelişti ve Merdiven Şiir Günleri gerçekleştirildi. 11-12 Mayıs'taki şir günlerinde hedeflerimizi yakaladık.

6 Nisan 2010 Salı

Rüzgar ve Gül İklimi: YABA ÖYKÜ'1988


Bu yıl içinde yayınlanan bir başka kitap Mehmet Çetin'in Rüzgar ve Gül İklimi

Mehmet Çetin mahpus bir ozan. Ama şiirinin ekseni kesinlikle hapishane pratiği değil. Hapishane, demir parmaklıklar, tel örgüler şiirinde ana mekan olarak değil daha geniş bir gerçekliğin parçası olarak yer alıyorlar. Devrimci (ya da sadece solcu mu demeli) ozanlarımız arasında ne yazık ki oldukça yaygın olan bir zaafa; hazır duyarlıklara yaslanmak, yaşamın verilerini estetik olarak dönüştürmeden olduğu gibi tutanağa geçirmek kolaycılığına M. Çetin'in şiirinde yer yok bu yüzden.

Rüzgar ve Gül İklimi'nin şiirlerini söyleyen insan, yalnız fizik bir zorunluluk olarak dört duvar içinde olan biri, bu duvarları bir de kendisi şiirinde yeniden yükseltmiyor. Verili mekanına, kendi özel gerçekliğine büzülmüş bir insan değil Gül İklimindeki şiirlerin ozanı. Tersine çabası duvarların ötesindeki hayatla bağlarını korumak, hatta onunla arasında yeni köprüler kurmak. Bu anlayışın dirençli, dinamik, bilinç yüklü bir şiir getirmesi doğal.

Mehmet Çetin'in hanesine yazılması gereken bir başka olumluluk daozanın Nazım, Enver Gökçe, Ahmed Arif şiirlerinden tüketici bir biçimde etkilenmiş olmayıp -ki bu da soldaki pek çok ozanın paylaştığı bir başkaa zaaftır- kendi özgün dilini oluşturmuş olması. Bu dil henüz mükemmelleşmiş değil, ama bunun muştusunu veriyor.

YABA/ÖYKÜ Temmuz-Ağustos 1988

rüzgar ve gül iklimi
hayır, görmedik duymadık bilmedik demeyin sakın
yalan olur, hepimizindi o sürmanşet ölüm günleri
ve rüzgâr
bu rüzgâr ölüm dağıtırken ülkenize, kül ve kan
ölürken görmediniz beni kimsesiz gömülürken
arayın beni, zindankapı bilmediğiniz yer değil
kanlı cesedini yitirmiş mezar olmasın kalbimiz

yarıgece enselerinde namlularla götürülenler
sokağımızdan değiller miydi kentinizden sizin
duymadık mı onca kan sesini onca ölü ülkeniz
yalan olur
görmedik duymadık bilmedik demeyin sakın

bu ülke bir uçtan bir uca eylül'ken ve rüzgâr
sizin de ölümünüzdü bu, yaşamak değil artık
akmazsa hükümsüzdür ırmak tarihsizdir ömür
sever mi
'görmeyen konuşmayan düşünmeyen hayat'

sizdiniz ve ayıplamak değil bu sadece sormak
beyni kaldırıma dökülen cihan nasıl öldü o can
şunca yıl bir kelebek niye konmadı saçınıza
ayıplamak düşmez bana ki, sormalı sizden
bir de siz anlatın dinlerim ve açıklayın nasıl
'tam kurşuna dizilirken kurtarılsın partizan'

( ... )

gelir gün değişir rüzgâr ülkem olur gül iklimi
sahipleri tarih yazan gül yürekler iner dağdan

mehmet çetin
usenima@hotmail.com

http://www.mehmetcetin.info/

8 Mart 2010 Pazartesi

gümüşi sözler: mehmet çetin

gümüşî sözler

s.
o gümüşî sesiyle zaman söyler bunları

dağları yine baştan çıkarıyor yaz atları
kırlara övgü gibi serpilirken gölgeleri
dağa suya ağaç ile ormana ya xızır’a
çocukluk hatrına susan o günlerin
sisiyle, terkisinde zamanın

menekşe kokan sesleriyle kadınlar
orada öperdi suları sırları çocukları
delilo tamzara karaçor cün oyunları
ağırlar masalları o uzun kış geceleri

vacuğê’da menekşe şenliğiydi mayıs
diyor kuşlar, hay emaneti nar sesiyle

4 Mart 2010 Perşembe

Can Yücel'le söyleşi/Mehmet Çetin


Değişik

Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız!
Rengi başka, tadı başka.


''Seke seke geldim de,
Seke seke gidiyorum...''


-Mehmet Çetin:''Başka türlü birşey, benim istediğim'' diyorsunuz; şiirinizde ''istediğiniz'' dünyanın nasıl olduğunu söylemiyorsunuz, ama sesiniz hayli gür ve isyankar, sanki nasıl bir dünya istediğini biliyor; bizim de ''hayat bilgimizin'' bahar sayısı, yarına dönük, nasıl bir dünya; ''ütopya ve kolektif birey'' olduğuna göre, şimdi ''nasıl bir dünya istiyorsunuz''.
-Can Yücel: Nasıl bir dünya istediğim sorusuna cevabım, parti programı olacak değil tabii. Benim gördüğüm kadar, insanların birbirlerine daha hakperest, daha sevecen davrandıkları, daha uyumlu yaşayabildikleri, daha doğrusu; sınıfların ve sınırların ortadan kalktığı, insanın birbiriyle, doğayla ve evrenle bir bütünsellik içinde yaşayabildiği bir dünya. Elbette, bir takım geçiş evreleri olacaktır bu dünyanın kurulmasında. Buralarda hatalar olacaktır, bu hataların acıları çıkacaktır. Ama, bizim istediğimiz dünyanın işareti 1848 yılında verilmiştir. Bizim tarihimize bakılırsa, ancak ortada yüzelli senelik bir geçmiş vardır, halbuki karşıtı olan burjuva düzeninin neredeyse bin yıllık bir geçmişi olduğuna göre, bugünkü hataları hiçbir zaman bizim dünya görüşümüzün iflası halinde, sona erdiği biçiminde yorumlanmamalıdır.

27 Şubat 2010 Cumartesi

Kayıp seslerin izinde: SUREDAR albümü çıktı...

"Mehmet Çetin 'in 20 yıllık Kırmancki (Zazaca) şiirlerini okuduğu ve Umut Akar 'ın müziklerini yaptığı SUREDAR şiir albümü Kalan Müzik tarafından yayımlandı. Suredar'ın basın bülteni aşağıdadır.

SUREDAR BASIN BÜLTENİ
"ae ra bırae exretê, kam savano vaco jüano, jibenojilê koyi de fetelino, çherxê vayi de çherexinoniseno ro tecelê xo ser şüaron vanozalalo vano jüanê hometê, hama nu kêm kêmo binoae ra bıra, jüano: naz u duazê iqrariye, vaz u awazêzerrêweşiye, çêrangê çêyiyo; sêrengê ra pers dano,sergêrdao. zurê dina ra dürr, zorbajiye ra bêzaroelbruzo, zagroso, muzıro. ğezalê koan de rêçaxızırio. golo bêbıno. bêviro. vano.."
"ol sebeple ahret kardeşim, kim ne derse desin dildir, inciniyor.dağın uçurumunda dolaşıyor, rüzgârın döngüsünde döneniyor.oturup ağıtlar yakıyor bahtına.kutsaldır di¬yor kainattaki her dil ama bu yokluk başka bir yoklukki dildir; naz ile duazı ikrar ver¬menin, söz ile avazıdıriyi kalpliliğin, evin payandasıdır. yücelerden ses verir,dağlıdır. dünyanın yalanından uzak, zorbalıktan bıkkındır.elbruz’dur, zağros’tur, munzur’dur. dağların ceylanları ile hızır’ın ayak izidir.dipsiz göldür. hafızasızdır. söyler.."
İçeriğiyle, siir ve müzik olarak, kayıp seslerin izini süren Suredar, referanslarını Dêrsîm-Kırmanc geleneğinden alan bir anlatı albümüdür. Kırmancki (Zazaki/Dımılki) dilinin ve içinde yaşam bulduğu kültürün kayıp hafızasına, arkaik seslerine ulaşma çabası, gah sözle gah tınıyla kadim olanı duymaya, hatırlamaya ve bunu vesile kılarak hatırlatmaya dönüşüyor. Türkçe’de "ağacın kızıllığı ya da kızıl ağaç" anlamına gelen Suredar; yasaklamaların, yoksamaların, modern dünyanın kuşatmalarının içinde kaybolmaya yüz tutan bir dilin, kültürün ve varoluşun hafızalardan silinmek istenen engin okyanusuna bir damla iyimserlik taşıma çabasıdır.
 
Kollektif bir çalışmayla üç yılda ortaya çıkan albümün şiirleri hatırlama hatırlatma izleğini, sanat ve edebiyatın etik-estetik olanakları içinde doğanın aklından da beslenerek sürdüren Mehmet Çetin tarafından yazılıp okundu. Müzikleri ve düzenlemeleri ise; kadim ve orjin olana ulaşma çabasıyla "Raa Sure" adında kendine özgü bir akort düzeni ve çalım tekniğiyle yola düşüren Umut Akar tarafından yapıldı.
Bir ateşinin başında, eski bir söylenceden esinle başlayan albüm, sözü/anlatısı ve sound’uyla, dinleyiciyi; gerçek ile düş, geçmiş ile gelecek ve dün ile bugün arasındaki sınırların kalktığı bir iklim ve ruh haline sürüklüyor. Albüm boyunca bazen kederli bazen iyimser; gah bir ırmağın kenarında, gah bir dağın yamacında; yanık bir meşe ağacının kederini, yeşil bir yaprağın, börtü-böceğin sesini veya bir dervişin, bir kavmin çığlığını duyarsınız. Orada Suredar kolunuza girer ve sizi masalımsı bir dünyanın içinde dolaştırır.

3 Şubat 2010 Çarşamba

zamana çocuk: mehmet çetin

zamana çocuk

korktuğun gözleri, çocukların
çocukların gözleri ah ey zalım
titreyen ellerini havaya kaldırıp
teslim aldığın çocukların o elleri
en çocuk yerinden kestiğin sesim

(...)
unutma ama o çocukların gözleri
taş yok mu taş, diye düşer ardına

mehmet çetin
''taşa hatıra'' adlı kitabından..

2 Şubat 2010 Salı

bêbextiyé: mehmet çetin

bêbextiyé

piye mê tu oca dê zê jü koi merdayna xo bêpine
zê roca payızi zê varısé amnani ama şi omrê tu
qê khem nêbiye iştiriyane to ra xesreta to ocara
vana kê daa bêveso welêbıro bêqediro nu welate
kê mano bewayır bêberbe serba bêbextiya mê

piye mê tu oca dê zê jü koi merdayna xo bêpine
kırmanciya xo bêpine ha gola dersima bêwayıré
ware xo bêpine veri koi dé hega u marabayna xo
xovıramekê tu anca koe muzır ra xızıré xo bêpine
veng u vac çino kê bêberbe serba bêbextiya mê

piye mê tu ocadê zê jü koi merdayna xo bêpine
tu zê tikma rezé tu zê koi berzi bêpine oca dê
ilcıkane bırr bêpine cemé xo mezela qalki xo
e kê rıznaa seré sıma çe xo çe cirane xo bêpine
vılé xo çewtmeké zeré menci serba bêbextiya mê

piye mê tu oca dê zê jü koi merdayna xo bêpine

mehmet çetin
kıtabê surêdar'ra..

31 Ocak 2010 Pazar

Mehmet Çetin ile söyleşi: Akın Yanardağ



'Açlığın içinden' yola düşen sözler, Taşa Hatıra'da kendilerine bir yurt buldular gibi..
“ki biricik yurdu insanın/ dağıymış, meğer” Taşa Hatıra’da yer alan ve sanki kişisel bir hayıflanma ya da ‘henüzmüş’ gibi duran bu dize, bu ‘meğer’, M. Çetin’ini okumaya başlarken ne kadar dikkatli olmam gerektiğini de hatırlatan bir dize aslında. Yani yirmi yılı aşkındır yayımlanan şiir, öykü, lirik yazı türü kitaplarına dönüp bakıldığında, kent kaosunun muhtemel tüm derinliklerinde o ‘ucu kırık sustalı’sını sınarken de hep bir dağlıdır aslında. Dolayısıyla, onun ‘dağ, bilir’ saptamasını da yanıma alarak okumayı sürdürmek dileğindeyim.


Sur Kitaplığı’nın ilk kitapları olan Taşa Hatıra adlı Türkçe ve Surédar* adlı Kırmançça kitapları yakın dönemde birlikte yayımlandılar. M. Çetin’in ‘şiirin olanaklarıyla birer hatırlama ve hatırlatma çabası’ olarak da tanımladığı bu kitapları okurken.. Belki, -yazarını tespit edemediğim şu değerlen-dirmeyi daha en baştan paylaşmalıyım: “M. Çetin'de doğa ile doğal olan iç içedir. Sertliğiyle, acı-masızlığıyla, güzelliğiyle çizilen doğa görüntüleri insandan doğaya ya da doğadan insana bir etkileşim içinde anlatılır.”

27 Ocak 2010 Çarşamba

piya'dra: mehmet çetin

piya'dra

II.

yaşlıların komünizm zamanı yüzlerini görmüşüm
çim biçiyor resim yapıyor çit onarıyorlar süs için
balık tutar gibi yapıyorlar ırmak akışınca tembel
merhaba diyorlar tanımadıkları her gelip geçene
gülüşler nilüferler eşliğinde suya inerken söğütler

gülüşler nilüferler eşliğinde suya inerken söğütler
breukelen diye bir köyde henüz açılıyordu kafeler
tembellik hakkını kullanıyordu sandalyeler ve gün
daha yavaşlatıp zamanı ıslığına doladığı rüzgâr ile
kainatın hızı insanın da tabiatı olsun diyordu sanki

diye diye alıp buraya kadar getirmişim kendimi
onca tutsaklık onca evbark dünya halinden geçip
bir gül bulmuşum henüz açılan kırmızısına oturup
düş gördüm: insandır doğanın en eksik şarkısı diye
piya'dra ırmağının kıyısına oturup ağlamadan önce

mehmet çetin

paulo coelho: piedra ırmağının kıyısına oturup ağladım
deniz bayrak: piya'dra

23 Ocak 2010 Cumartesi

adamus: mehmet çetin

adamus

bir alfabenin en gerekli harfi gibi susan
beata’yı bekliyor kavarniasında mariusz’un
leylaklar dokunup gelirken akşam güneşine
bahçeye çıkarıp fotoğrafını çekiyor düşünün
paris düşü kuran soruya yankısız mim işareti
gibi bekliyor beata’yı kırkının üzerinde adamus

hey adamus adamus büyü de yaşına gel artık
torun sahibi oldu yaşıtların bak köye muhtar
ülke yöneten bile var onların arasında ve kül
başını döndürmesin bu ansız ıhlamur kokusu
koklaya koklaya aşkını bulursa kalbin, eyvah
benzersin krakow’a unutulursun tarihin içine
bu sessiz harfler şöleni yutacak seni adamus

onca sessiz arasında ezilirsin bir ‘’aa’’ kadar
gecikme başladı işte dakika oldu gördün mü
ki çok özel bir sessiz harfim demişti dün gece
bir bildiği vardır güzelliğinin farkındaysa kadın
dikkat et zazaska durumları var düş yıkar beata
kork sen iyisi kalk sen iyisi çekil git kendi kalbine

heey adamus adamus büyümedin gitti de
bekledin de ne oldu şimdi geldi de ne oldu
onca sessiz harfin rasında kaybolmuş bir ah
gibi kalırsın adem aldanırsın adam eh ey adamus
kal sen yine yan sen iyisi sessiz harfler şöleninde

mehmet çetin

‘’kekemece’’ adlı kitabından..